Birden çok erkekle fuhuş yapan bir kadının doğan çocuğunu bunlardan birine ait ilan etmesi üzerine kadın ile erkek arasında yapılan anlaşmaya müşterek denirdi. Babası ölen büyük oğlun üvey annesi ile evlenmesi için kıyılan nikâha makd denirdi.[33] Açıktan fuhuş yaptığını belirtmek için evinin kapısına bayrak asan bir kadın, ilişkiye girdiği erkeklerden birinden hâmile kaldığında hangi erkekten hâmile kaldığını söylemesi üzerine bebek erkekse baba tarafından alınırken kızsa genelde öldürülürdü. Bu arada yapılan nikâha biğâ denirdi. Başlık vermemek için kızların karşılıklı değiştirilmesiyle yapılan nikâha şığar denirdi. Arapların evliliğinde baba izni şarttı.[34] Araplarda evlilik iki tanık ve halka açık törenle gerçekleşirdi. Yahûdîler ve Câhiliye Arapları evlenirken mehir[35] verir, sütkardeşle evlenmezdi.[36] Boşanma halinde oluşacak nafaka[37] ve iddet[38] Araplar tarafından uygulanırdı. İslâmî Dönem’de aynı anda iki kız kardeşle evlilik ve Yahûdîlerde de yasaklanmış olan üvey anne ile evlilik uygulamaları yasaklanmıştır.[39] Vicdân elçisi Muhammed şiğar nikâhını yasakladı. Araplarda boşanma üç talak[40] beyanıyla oluşurdu. Kimi güçlü kadınlar nikâh sırasında kendilerine de boşanma hakkı isterlerdi, bu istek ve hakka ulaşmak isteyen kadın nikâh kıydığı erkeğe para verirdi, bu uygulamaya da hul denirdi. Ayrıca üç talakla boşanmış bir kadının başka biriyle evlenmesini engellemek için parayla bir koca bulunur, bunlar kâğıt üstünde karı koca olurlar ve ardından koca karısını boşardı, buna hulle denirdi. Hulle nikâhında erkek kadına hiç dokunmazdı. Yahûdîlik ve Hristiyanlıkta iddet üç ay, Araplarda bir yıldı. Vicdân elçisi Muhammed, kocası ölen kadının iddetini 4 ay 10 gün yaptı.[41] Kur’ân’da reglden kesilmiş kadınlar ile hastalık gibi bir sebeple regl olmayan kadının iddeti 3 ay olarak belirlendi ve hâmile kadının iddeti doğum süreci kabul edildi.[42]

Sümerlerin kadını tarlaya benzetmesi Kur’ân’da da sürdürülür.[43] Kız çocuklarının doğması nedeniyle yüzlerin kararması kınanır.[44] Araplarda kadın doğum yapıncaya kadar âileden sayılmazdı. Bu bakış İslâmî Dönem’de özgür kimseden çocuk doğuran câriyenin özgürleşmesi biçiminde sürmüştür. Câhiliye Araplarında kadınların başını örtmesi ve çadırlarda haremlik-selamlık bölmeleri vardı. Araplarda evlatlık asıl evlat sayılır, evlatlığın boşadığı kadınla evlenilmez ve babalığın mirası evlatlığa kalırdı. İslâmî Dönem’de evlatlığın boşadığı kadınla evlilik serbest oldu ve evlatlıklar asıl ebeveynleriyle anıldı.[45] Böylece birini kendi soyuna katma kaldırıldı. Ancak Muâviye, Ziyad bin Ebih’i soyundan biri ilan ederek bu kuralı çiğnedi.

Verdiğim örneklerden yola çıktığımızda Câhiliye hukûku ile İslâm hukûku arasındaki ilişkiyi net biçimde görürüz. İslâm hukûku denilen fıkıh hükümlerinin arkasında bu gerçeklik yatar. Kur’ân’daki şeriat, Yahûdîlik ve Câhiliye Devri’nin pek çok uygulamasının kimi zaman değiştirilmeden kimi vakit de toplumun kabul edebileceği yumuşaklıkta değiştirilerek sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Bu sebeple Kur’ân’daki şeriat hükümleri Müslümanları değil Arap örfünü yaşamak isteyenleri bağlar, hatta şimdiki Arapları bile bağlamaz; ancak Kur’ân’ın barış, özgürlük, adâlet, paylaşım, dayanışma ve direniş gibi değerleri tüm insanları bağlar.[46]

Tâciz, tecâvüz ve aldatma Sümerler, Hammurabi yasaları ve Yahûdîlerde yasaktı. Câhiliye Arapları özgür kimselerin tâciz, tecâvüz ve aldatmasını ayıplamakla birlikte hem tâciz ve tecâvüz eder hem aldatır hem de bir ceza belirlemezlerdi. Hristiyanlar gözle tâciz, tecâvüz ve aldatmanın olduğunu kabul ederdi.[53] Yahûdîler tâciz, tecâvüz ve aldatmaya taşlayarak öldürme cezası uygulardı.[54] Vicdân elçisi Muhammed tâciz, tecâvüz ve aldatma konusunda hemen cezalandırma yönüne gitmeyi değil Yahûdîlerin uyguladığı karşılıklı lanetleşmeyi[55] daha öncelikli bir davranış olarak kabul ediyordu.[56] Câhiliye Arapları, hırsızlık yapanın elini keserdi. Hatta daha önceden eli kesilmiş olup da sonradan yine hırsızlık yapanı taşlayarak öldürürlerdi. Bu hırsızlar içinde Kâbe’nin örtüsünü çalıp satan da vardı. Arapların bu âdeti Kur’ân’da içerik olarak farklı anlam taşısa da lafzen devam etti.[57] Bu bağlamda İslâm şeriatını Câhiliye Dönemi uygulamalarından bütünüyle ayırma imkânı yoktur.[58]

İslam kültür ve şeriatının Yahûdî, Zerdüşt, Hristiyan, Mecûsî ve Câhiliye Arapları ile ilişkisi aktardığım on dokuz maddelik özet üzerinden dikkate alınmazsa kurban başta olmak üzere hiçbir ritüel ve hiçbir şeriat hükmü doğru kavranamaz. Çünkü tüm dinler, kültürler, yasalar ve gelenekler birbirinden etkilenerek, değişerek ve dönüşerek yol alır. Kur’ân âyetleri ve Peygamber uygulamalarındaki tüm yasalar toplumsal yaşamın gelenekleriyle etkileşim içinde olan eylemlerdi.

Buraya kadar verdiğim örneklerden yola çıktığımızda dindârlık, bin dört yüz yıl öncesinin Mekke ile Medîne toplumunu kapsayan dar alanlı şeriat uygulamalarına bağlı kalmak değildir; şeriatla amaçlanan adâlet, kıst, barış (İslâm) ve güveni (îmân) ayağa kaldıran ve çağın vicdânında yer bulan yeni yasalar çıkarmaktır. Bu yasaların Müslüman, Hristiyan, Yahûdî, ateist, agnostik, deist ve panteistlerin uygulamaları olması önemli değildir. Önemli olan yasaların vicdâna, sağduyuya, özgürlüğe, barışa, eşitliğe ve güven toplumunun oluşumuna neler kattığıdır.

_____________________________________________________________

[1] A’raf, 12.

[2] Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Kökeni, 21. baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009; Hüseyin Çelik, İslam Öncesi Mekke’de Ruh ve Cin İnancı, Kur’an Öncesi Mekke Toplumu, İstanbul, 2011; Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013; Şinasi Gündüz, Mecusilik mad., DİA (Diyanet İslam Ansiklopedisi).

[3] Maide, 6.

[4] Mesh: Sıvazlama, ovma, masaj. (Mesîh: Mesheden, sıvazlayan, ovalayan, masaj yapan, masör.)

[5] Lohusa: Bir kadının doğum yaptıktan sonraki yaklaşık 6 haftalık süreci. Bu dönem, kadınların gebelikte, metabolizma ve genital sistem oluşan değişimlerin geriye döndüğü süreçtir. Lohusalıkta hormon seviyeleri ve rahim boyutları gebelik öncesi seviyelere geriler.

[6] Gus(ü)l: Baştan ayağa yıka(n)ma, boy abdesti.

[7] Tevrat, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Levililer, Kitabı Mukaddes Şirketi, 12: 4, 15: 5, İstanbul, 1997.

[8] Totem: Ongun. İlkel toplumlarda topluluğun kendisinden türediğine inandığı ve bu sebeple kutsal saydığı hayvan, ağaç, rüzgâr gibi bir hayvan, bitki veya nesne.

[9] Maide, 6.

[10] İlm-i hâl: Davranış bilgisi. Bir mezhebin inanç ilkelerini, ritüel kurallarını, muâmelâtını (günlük yaşayışı modelini), etik yaklaşımını, bazen de peygamberlerin hayatlarını kısa ve özet biçimde anlatan pratik el kitabı.

[11] Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013; Cevad Ali, Cahiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, çev. Muammer Bayraktutar, Ankara, 2015; Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014.

[12] Havada asılı taş

[13] Bakara, 144.

[14] Sikâye: Sulamak, su kabı, sulama yeri, suculuk. Hacıların su ihtiyaçlarının karşılanması görevi.

[15] Rifâde: Yardım etme, destekleme, bağışlama. Hacıların yemek ihtiyaçlarını karşılama görevi.

[16] Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014; Cevad Ali, Cahiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, çev. Muammer Bayraktutar, Ankara, 2015.

[17] Enfal, 41.

[18] Muâhât: Ahitleşme, söz birliği etme, sözleşme.

[19] Nisa, 33.

[20] Harun Öğmüş, Cahiliye Döneminde Araplar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2013; Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014.

[21] Yağma: Bir kimseye ait olan bir malı, onun rızası olmadan almak; mala çökmek.

[22] Talan: Baskın yaparak zorbalıkla elde etme.

[23] İbn-i Subh: Sabah(ın) çocuğu.

[24] Rant: Getiri, kira veya faiz geliri. Mal veya paranın belirli bir süre sonunda hiç emek vermeden gelir getirmesi, emeksiz kazanç.

[25] Hılf (ç. ahlâf): Anlaşma, sözleşme. Barış için oluşturulmuş siyasal ve hukûksal birliktelik.

[26] Plat-form: Yükseltilmiş düz zemin, yerden yüksek taban, dayanılan düşünce veya düşünceler toplamı, aynı düşüncede olanların veya benzer amacı güdenlerin ortaya koyduğu yazılı bir anlaşmaya dayanmayan yahut resmî olmayan dayanışma.

[27] İbn-i Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye/Büyük İslam Tarihi, çev. Mehmet Keskin, Hz. Peygamberin Hılfu’l-Fudul Cemiyetine Girmesi, 2. cilt, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2000; Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2012.

[28] Şûrâ: Ortak akılla karar vermek.

[29] Maslahat: Kamu yararı, amme menfaati, toplum çıkarı.

[30] Adâlet: Herkese eşit davranma, hiç kimseyi ötekinden ayırmama. (Herkese verme, hiç kimseyi dışlamama adâlet; verirken herkese hak ettiği şeyi hak ettiği oranda verme kıst’tır.)

[31] Şûrâ, 38; Âl-i İmran, 159.

[32] Mehmet Azimli, Halifelik Tarihine Giriş, Çizgi Yayınları, Konya, 2012.

[33] Elçi Muhammed’in dedelerinden Hâşim de makd nikâhı yapmış biridir.

[34] Bu Arap örfünü Şafiî mezhebi dinleştirmiştir.

[35] Kadının mülkiyetine geçen mal ve para

[36] Nisa, 23.

[37] Nafaka: Ayrılan kadın eşin giderlerini karşılayacak oranda kadına verilen mal veya para.

[38] İddet: Süre, periyot, devir, dönem, bekleme süresi. Boşanmış veya eşi ölmüş kadının yeniden evlenmek için bekleme süresi. Beklemenin amacı hâmileliğin olup olmadığını tespit etmekti.

[39] Nisa, 23.

[40] Talâk: Salıverme, serbest kalma, boşama, boşanma. (Talâk-ı selâse: Erkeğin karısını boşadığını üç kere tekrar etmesi.)

[41] Bakara, 234.

[42] Talak, 4.

[43] Bakara, 223.

[44] Nahl, 58.

[45] Ahzap, 40.

[46] Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Kökeni, 21. baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009; Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2013.

[47] Şûrâ, 40; Bakara 178-179.

[48] Ebu Davut, Salat, 61.

[49] Diyet: Suçlunun kendisinin veya yakınlarının ödemesi gereken para yahut mal oranı (Bir kişinin verdiği sözü yerine getirmemesi veya borcunu ödememesi durumunda onun yerine sorumluluğu üstlenmeye, yani kefil olmaya kefâlet denir, kefaleti kefil olan öder.)

[50] Yüz deve

[51] Velî: Bir kimsenin bakımı ve sorumluluğunu üstlenen.

[52] İsra, 33.

[53] İncil, Korintliler’e I. Mektup, Fuhuştan Kaçının, 6: 19, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 2014.

[54] Tevrat, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Levililer, 20: 1-5, Kitabı Mukaddes Şirketi İstanbul, 1997.

[55] Tevrat, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Çölde Sayım, 5: 19, Kitabı Mukaddes Şirketi İstanbul, 1997.

[56] Nur, 6-9.

[57] Maide, 38.

[58] Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014

[59] Nisa, 25.

[60] Güz, sonbahar

[61] Bahar, ilkbahar

[62] Ramazan

[63] Kurban

[64] Nesai, Bayram, 1.

[65] İbn-i Mâce, Yemek, 8.

[66] Buhârî, 1: 179.

[67] Buhârî, Fedâil, 11.

[68] En’am, 97; Vâkıa, 75.

[69] Kur’anda yemin konusunda uyarılar yapar: A’raf 21, 49; Ahzâb, 4; Âl-i İmrân, 77; Bakara, 224-226; Beled, 1; En’âm, 109; Fâtır, 42; Fecr, 5; Fetih, 10; Hâkka, 39; Kalem 10, 39; Mâide 53, 89, 106-108; Meâric, 40; Mücâdile, 14-18; Müddessir, 39; Münâfikûn, 2; Nahl, 91-94; Nisâ 33, 62; Nûr 6, 53; Tahrim, 2; Tekvîr, 15; Tövbe, 12-13, 42, 56, 62, 96, 107; Vâkı’a, 75-76. [(Güneş ve duhâ vakti dile gelsin. Güneş’ten aldığı ışığı yansıtan Ay’a yemin olsun, gün ışığını çıkaran gündüz tanıklık etsin, aydınlığı sarıp kucaklayan gece konuşsun, göğü yapan söylesin, yeri döşeyen dillensin, insan bedenini uyumlu ilişki içinde yaratan konuşsun. (Şems, 1-7.) Bu âyetlerin başındaki vav harfi yemin belirten vav’dır.]

[70] Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014; Cevad Ali, Cahiliye’den İslam’a İbadet Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, çev. Muammer Bayraktutar, Ankara, 2015; Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 2014.

[71] İncil, Korintliler’e I. Mektup, Duada Düzen, 11: 3-8, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 2014.

[72] Buhârî, Gusül, 28.

[73] Hristiyanlarda sadece Habeş kilisesi sünneti sürdürüyor.

[74] Rukye: Okuyup üfleme

[75] Ramazan Altıntaş, Cahiliyye Arap Toplumunda Kadın, Diyanet İlmi Dergisi, 37. cilt, 1. sayı, 2001.

QOSHE - ŞERİATIN TARİHSELLİĞİ (2) - Namık Kaya
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

ŞERİATIN TARİHSELLİĞİ (2)

8 0
16.03.2024

Birden çok erkekle fuhuş yapan bir kadının doğan çocuğunu bunlardan birine ait ilan etmesi üzerine kadın ile erkek arasında yapılan anlaşmaya müşterek denirdi. Babası ölen büyük oğlun üvey annesi ile evlenmesi için kıyılan nikâha makd denirdi.[33] Açıktan fuhuş yaptığını belirtmek için evinin kapısına bayrak asan bir kadın, ilişkiye girdiği erkeklerden birinden hâmile kaldığında hangi erkekten hâmile kaldığını söylemesi üzerine bebek erkekse baba tarafından alınırken kızsa genelde öldürülürdü. Bu arada yapılan nikâha biğâ denirdi. Başlık vermemek için kızların karşılıklı değiştirilmesiyle yapılan nikâha şığar denirdi. Arapların evliliğinde baba izni şarttı.[34] Araplarda evlilik iki tanık ve halka açık törenle gerçekleşirdi. Yahûdîler ve Câhiliye Arapları evlenirken mehir[35] verir, sütkardeşle evlenmezdi.[36] Boşanma halinde oluşacak nafaka[37] ve iddet[38] Araplar tarafından uygulanırdı. İslâmî Dönem’de aynı anda iki kız kardeşle evlilik ve Yahûdîlerde de yasaklanmış olan üvey anne ile evlilik uygulamaları yasaklanmıştır.[39] Vicdân elçisi Muhammed şiğar nikâhını yasakladı. Araplarda boşanma üç talak[40] beyanıyla oluşurdu. Kimi güçlü kadınlar nikâh sırasında kendilerine de boşanma hakkı isterlerdi, bu istek ve hakka ulaşmak isteyen kadın nikâh kıydığı erkeğe para verirdi, bu uygulamaya da hul denirdi. Ayrıca üç talakla boşanmış bir kadının başka biriyle evlenmesini engellemek için parayla bir koca bulunur, bunlar kâğıt üstünde karı koca olurlar ve ardından koca karısını boşardı, buna hulle denirdi. Hulle nikâhında erkek kadına hiç dokunmazdı. Yahûdîlik ve Hristiyanlıkta iddet üç ay, Araplarda bir yıldı. Vicdân elçisi Muhammed, kocası ölen kadının iddetini 4 ay 10 gün yaptı.[41] Kur’ân’da reglden kesilmiş kadınlar ile hastalık gibi bir sebeple regl olmayan kadının iddeti 3 ay olarak belirlendi ve hâmile kadının iddeti doğum süreci kabul edildi.[42]

Sümerlerin kadını tarlaya benzetmesi Kur’ân’da da sürdürülür.[43] Kız çocuklarının doğması nedeniyle yüzlerin kararması kınanır.[44] Araplarda kadın doğum yapıncaya kadar âileden sayılmazdı. Bu bakış İslâmî Dönem’de özgür kimseden çocuk doğuran câriyenin özgürleşmesi biçiminde sürmüştür. Câhiliye Araplarında kadınların başını örtmesi ve çadırlarda haremlik-selamlık bölmeleri vardı. Araplarda evlatlık asıl evlat sayılır, evlatlığın boşadığı kadınla evlenilmez ve babalığın mirası evlatlığa kalırdı. İslâmî Dönem’de evlatlığın boşadığı kadınla evlilik serbest oldu ve evlatlıklar asıl ebeveynleriyle anıldı.[45] Böylece birini kendi soyuna katma kaldırıldı. Ancak Muâviye, Ziyad bin Ebih’i soyundan biri ilan ederek bu kuralı çiğnedi.

Verdiğim örneklerden yola çıktığımızda Câhiliye hukûku ile İslâm hukûku arasındaki ilişkiyi net biçimde görürüz. İslâm hukûku denilen fıkıh hükümlerinin arkasında bu gerçeklik yatar. Kur’ân’daki şeriat, Yahûdîlik ve Câhiliye Devri’nin pek çok uygulamasının kimi zaman değiştirilmeden kimi vakit de toplumun kabul edebileceği yumuşaklıkta değiştirilerek sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Bu sebeple Kur’ân’daki şeriat hükümleri Müslümanları değil Arap örfünü yaşamak isteyenleri bağlar, hatta şimdiki Arapları bile bağlamaz; ancak Kur’ân’ın barış, özgürlük, adâlet, paylaşım, dayanışma ve direniş gibi değerleri tüm insanları bağlar.[46]

Tâciz, tecâvüz ve aldatma Sümerler, Hammurabi yasaları ve Yahûdîlerde yasaktı. Câhiliye Arapları özgür kimselerin tâciz, tecâvüz ve aldatmasını ayıplamakla birlikte hem tâciz ve tecâvüz eder hem aldatır hem de bir ceza belirlemezlerdi. Hristiyanlar gözle tâciz, tecâvüz ve aldatmanın olduğunu kabul ederdi.[53] Yahûdîler tâciz, tecâvüz ve aldatmaya taşlayarak öldürme cezası uygulardı.[54] Vicdân elçisi Muhammed tâciz, tecâvüz ve aldatma konusunda hemen cezalandırma yönüne gitmeyi değil Yahûdîlerin uyguladığı karşılıklı lanetleşmeyi[55] daha öncelikli bir davranış olarak kabul ediyordu.[56] Câhiliye Arapları, hırsızlık yapanın elini keserdi. Hatta daha önceden eli kesilmiş olup da sonradan yine hırsızlık yapanı taşlayarak öldürürlerdi. Bu hırsızlar içinde Kâbe’nin örtüsünü çalıp satan da vardı. Arapların bu âdeti Kur’ân’da içerik olarak farklı anlam taşısa da lafzen devam etti.[57] Bu bağlamda İslâm........

© Adil Medya


Get it on Google Play