Elif Şafak’ın 2022 yılında Penguin yayınevinden çıkan The Island of Missing Trees kitabı Omca A. Korugan’ın çevirisiyle Doğan Kitabevi tarafından 2023’te "Kayıp Ağaçlar Adası" adıyla Türkçeye kazandırıldı.

Arka planda Kıbrıs meselesine yer verilen bu romanda esas olarak, Rum- Türk, Hristiyan-Müslüman gerginliğinin gölgesinde birbirlerine âşık olan Kostas ve Defne’nin, yıllar sonra Londra’da bir Britanyalı olarak doğan kızları Ada’nın ve Kıbrıs’tan getirdikleri incir ağacının hikâyesini okuyoruz.

Bu hikâyelere Kıbrıs’ın bölünmesinden önce Mutlu İncir Tavernasını işleten eşcinsel çift Yiorgos ve Yusuf’un, Defne’nin hamarat ablası Meryem’in ve söz konusu tavernada bulunan incir ağacının ziyaretçisi kuşların, böceklerin hikâyeleri de eşlik ediyor.

"Kayıp Ağaçlar Adası" bir aşk romanı mı, tarihi roman mı yoksa bir doğa yazını örneği mi, kategorize etmek güç.

Romanları sınıflandırmak elbette şart değil; fakat bu roman için tanıtıcı bir ibare ararsak bu ibare öyle kolaylıkla bulunamaz.

Dahası, roman, kadın karakterlerinden Defne ve Meryem özelinde toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulandığı düşünülürse feminist edebiyat kapsamında okunabilir.

Yusuf ve Yiorgos’un aşklarının hazin bir sona mahkûm olması bakımından LGBTİ edebiyatına dâhil edilebilir.

Rum ve Türk kökenleri silinen “Britanyalı” Ada’ya ve Kıbrıs’tan kaçıp İngiltere’ye sığınan anne babasına odaklanılırsa göçmen edebiyatına girer. İnsan dışı canlılara ses verildiği düşünüldüğünde doğa edebiyatı çerçevesinde de incelenebilir. Heterojen bir roman, hayatın kendisi gibi.

Elif Şafak kitabın sonunda bu romanı yazmaya kendi göçmenlik hikâyesiyle iliştirdiği bir imge ile başladığını söylüyor.

Seneler önce İngiltere’ye taşındığında orada kalıcı olduğunu bilerek gitseymiş, yanında Türkiye’den bir ağaç almak istermiş. Bu bakımdan aslında bir göç hikâyesi olarak başlıyor "Kayıp Ağaçlar Adası".

Şu veya bu sebeple yerinden olan insanların gittikleri yerde tutunabilse bile kök salamadıklarını, bu yersiz yurtsuzluk hissinin kuşaklara farklı travmalar şeklinde devredildiğini ve nesiller boyu insanların kolunu kanadını kırdığını anlatıyor. Aslında hüzünlü bir hikâye. Meryem’in rengarenk elbiselerine, Mutlu İncir Tavernası'ndan yükselen şen kahkahalara rağmen hüzünlü.

Bu hüzünlü hikâyenin okuru bir paradoksta bıraktığını düşünüyorum. Öncelikle dil ve anlatım bakımından çok sade bir roman; hangi dile çevrilse okunabilecek türden.

Uluslararası bir okur kitlesine sahip olan Elif Şafak bence artık dil bariyerlerini kolayca aşabilen romanlar yazmakta ustalaştı. Anlatımının sade olması romanının sürükleyiciliğine de katkı sağlıyor. Bir sayfadan diğerine soluksuz geçiyorsunuz: Kostas’la Defne’nin aşkına ne olacak, Yusuf’la Yiorgos’a peki? Kayıp Şahıslar Komitesi çalışmalarında başarılı olabilecek mi?

Kıbrıs’ın bölünmesi adalıları nasıl etkiledi? Ada yaşadığı krizi aşabilecek mi? İncir ağacı yaşananları insanlardan farklı bir pencereden gördü mü? Bu ve benzeri sorular olay örgüsünü dinamik tutuyor. Netflix için filmi çekilse çok izlenecek bir yapım olurdu. Zaten yabancı basından ve yabancı okurlardan çoğunlukla olumlu tepkiler almış bir roman.

Öte yandan, bu soru bolluğu okurun romanın temasına – Kıbrıs sorunu, aşk, etnik kimlik çatışması, göç, ekolojik sorunlar- odaklanmasına engel oluyor. Elif Şafak gündemi çok iyi takip eden, çok iyi araştırma yapan ve çok okuyan bir yazar.

Ekolojik krizden toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, etnik çatışmalardan göçmen krizine gündemi meşgul eden konular elbette onu da meşgul ediyor; bunu verdiği röportajlardan, çektiği videolardan, katıldığı konferanslardan da takip edebiliyoruz.

Bu kitap, yazarın aklındaki bütün kaygıları tek bir romanda toplamaya çalıştığı izlenimi uyandırıyor. “Siyasi ve askeri krizler insanları nasıl etkiler, sadece insanları mı etkiler?” sorusuna bir yanıt gibi bu roman; yazarın amacı buysa eğer çok belli.

Bunu bir eksiklik olarak sunmuyorum; ancak Elif Şafak gibi donanımlı ve tecrübeli bir yazardan galiba biraz daha fazla “gizem” ve derinlik bekliyorum.

Bir romanda bütün kaygılar bir araya gelince bir devam romanı bir ihtiyaç olarak doğuyor. Örneğin, Defne seneler sonra gençlik aşkı Kostas’a yeniden kavuşup İngiltere’ye geldiğinde sonuçta ölümüne varan melankoliye neden yenildi?

Geçmişin yükünü artık kaldıramadığı için mi, İngiltere’de tutunamadığı için mi, her ikisi yüzünden mi? Aşk, Defne’yi kurtarmaya neden yetmedi?

Ya da Defne’nin geleneğe boyun eğmiş ablası Meryem… Belli ki boşanmadan ve anne babasının ölümünden sonra geç gelen bir özgürleşme sürecine girmiş. Meryem bu özgürlükle ne yapacak? İngiltere’ye neden geldi? Kardeşinin cenazesine vaktinde katılamadığı için özürlerini sunmak için mi? Ada’ya “anne yarısı” olmak için mi?

Meryem, Ada için anne babasının adada bıraktığı geçmişin vücut bulmuş bir hali mi? Peki Ada? Sınıfın ortasında attığı kontrolsüz çığlıktan sonra mı yoksa teyzesinin gelişiyle geçmişine dair bazı hikâyelere erişebildiği için mi iyileşme sürecine girdi? Etnik kimliği ona bugünün Londra’sında nasıl bir hayat verecek veya vermeyecek?

Defne ve Kostas… Bir adadan bir adaya savrulan bir çift: Adalı olmanın Kıbrıs’ta bir anlamı varken İngiltere’de yok mu?

Bir bitki bilimci olarak Kostas bitkilere ve ağaçlara tutunarak mı ayakta kalacak? Bu hikâyede bir metafordan çok karakter olan incir ağacı, toprağın altında geçirdiği kıştan sonra bahara güçlü girecek mi? Kostas’a ve Ada’ya yarenlik etmeye devam edecek mi? Bu incir ağacına biçilmiş bir rol mü? Ağacın tek başına bir anlamı var mı?

Romana adını veren kayıp ağaçlara ne olacak? Romanın adı, incir ağacı dışında başka bir ağaca temsil hakkı verilmesini gerektiriyor mu?

Elif Şafak kendisini üzen intihal davası sürecinden alnının akıyla çıkarsa belki bu sürükleyici romanının devamını getirir.

Bence özellikle Ada ve Meryem başka sayfalarda vücut bulmayı, ses kazanmayı hak ediyor. Şafak’ın romanına dahil etmek istediği ekolojik perspektif için sadece incir ağacı üzerinden bir hikâye daha kurgulaması da güzel olurdu.

Tek başına İngiltere’de yaşamaya çalışan bir Akdenizli olarak incir ağacının sadece incir ağacı olduğu için değerli olduğu bir hikâye.

Yazması zor, okuması keyifli bir kitap olurdu. Elif Şafak zorlukları seviyor. Geçirdiği bu zor dönem onun üretkenliğine ket vurmazsa, çağdaş dünya edebiyatına iz bırakan romanlar kazandırmaya devam edecek.

(HBM/EMK)

QOSHE - Heterojen bir roman: Kayıp Ağaçlar Adası - Hatice Bakanlar Mutlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Heterojen bir roman: Kayıp Ağaçlar Adası

20 0
27.04.2024

Elif Şafak’ın 2022 yılında Penguin yayınevinden çıkan The Island of Missing Trees kitabı Omca A. Korugan’ın çevirisiyle Doğan Kitabevi tarafından 2023’te "Kayıp Ağaçlar Adası" adıyla Türkçeye kazandırıldı.

Arka planda Kıbrıs meselesine yer verilen bu romanda esas olarak, Rum- Türk, Hristiyan-Müslüman gerginliğinin gölgesinde birbirlerine âşık olan Kostas ve Defne’nin, yıllar sonra Londra’da bir Britanyalı olarak doğan kızları Ada’nın ve Kıbrıs’tan getirdikleri incir ağacının hikâyesini okuyoruz.

Bu hikâyelere Kıbrıs’ın bölünmesinden önce Mutlu İncir Tavernasını işleten eşcinsel çift Yiorgos ve Yusuf’un, Defne’nin hamarat ablası Meryem’in ve söz konusu tavernada bulunan incir ağacının ziyaretçisi kuşların, böceklerin hikâyeleri de eşlik ediyor.

"Kayıp Ağaçlar Adası" bir aşk romanı mı, tarihi roman mı yoksa bir doğa yazını örneği mi, kategorize etmek güç.

Romanları sınıflandırmak elbette şart değil; fakat bu roman için tanıtıcı bir ibare ararsak bu ibare öyle kolaylıkla bulunamaz.

Dahası, roman, kadın karakterlerinden Defne ve Meryem özelinde toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulandığı düşünülürse feminist edebiyat kapsamında okunabilir.

Yusuf ve Yiorgos’un aşklarının hazin bir sona mahkûm olması bakımından LGBTİ edebiyatına dâhil edilebilir.

Rum ve Türk kökenleri silinen “Britanyalı” Ada’ya ve Kıbrıs’tan kaçıp İngiltere’ye sığınan anne babasına odaklanılırsa göçmen edebiyatına girer. İnsan dışı canlılara ses verildiği düşünüldüğünde doğa edebiyatı çerçevesinde de incelenebilir. Heterojen bir roman, hayatın kendisi gibi.

Elif Şafak kitabın sonunda bu romanı yazmaya kendi göçmenlik hikâyesiyle iliştirdiği bir imge ile başladığını söylüyor.

Seneler önce İngiltere’ye taşındığında orada kalıcı olduğunu bilerek gitseymiş, yanında Türkiye’den bir ağaç almak istermiş. Bu bakımdan aslında bir göç hikâyesi olarak başlıyor "Kayıp Ağaçlar Adası".

Şu veya bu sebeple yerinden olan insanların gittikleri yerde tutunabilse bile kök salamadıklarını, bu yersiz yurtsuzluk hissinin kuşaklara farklı travmalar şeklinde devredildiğini ve nesiller boyu insanların........

© Bianet


Get it on Google Play