Aydın kendini eve kapattı. Bu kapanışın nedenlerini anlamak ya da anlatmak kolay değil. Görünürdeki neden, bilim ve teknolojideki gelişmelerin aydını evde kalarak çalışmaya, üretmeye zorlaması, yönlendirmesidir denilebilir. Artık evden çalışıyoruz. Patronlarımız durumdan hoşnutturlar. Özellikle “beyaz yakalıların” gösterişli mekânlarına, steril bürolarına, ofislerine gerek kalmadı. Kendi evinizde de sömürülebiliyorsunuz. Çalışma saatleri çalışanların aleyhine esnedikçe esnedi. Büro masrafları azaltılabiliyor.

Geniş bir kitleyi oluşturan aydınlar da bu kapsamdadır artık. Bu yeni durumun aydındaki konformizme yatkınlığı beslediği, ondan güç aldığını söylersek abartmış mı olacağız?

İnsanları eve kapanmaya zorlayan son salgın da bu türden bir kapanışın nedeni ya da bahanesi oldu. Korku insanları eve kapanmaya, maskeye zorlarken aydını da üretkenlikten uzaklaştırdı; üretilmiş olanla yetinmeye, maskeyi ikinci bir maskeyle pekiştirmeye yöneltti. Üretilmiş olanla yetinme sosyal hayattan kopma, uzaklaşma eğiliminin doğal sonucudur. Dışarda olmaktan karşılaştığı zor ya da zorluklar nedeniyle “kurtulan” aydın, üretmenin en önemli kaynağı olan insanlardan ve onların maceralarından da uzaklaştı. Roman artık yalnızca kurgudur. Şiir hayattan değil yalnızca ezberlenmiş metaforlardan besleniyor. Kendini ve üretilmiş olanları tekrara yönelen aydın da kendi dar kitaplığının ya da belki daha doğru bir ifadeyle tümüyle özelleştirilmiş hapishanesinin kurbanı ve kahramanıdır.

12 Mart ve 12 Eylül kitaptan korkuyu doğallaştırmış, aydını da yazmamaya ya da üstü kapalı yazmaya ve doğallıkla beslenme kaynaklarını sınırlandırmaya, kurutmaya, baskının yarattığı korkuyu sindirmeye ve içselleştirmeye zorlamıştı. Şimdiki kapanış ise bu durumdan farklı bir duruma işaret ediyor. Darbeler zorun gücünü göstermişti, şimdi olanın kaynağı görünür, somut olmaktan uzaktır; “kaçınılmazlığın” sisi altında çaresizliğin boş vermişliğe dönüşmesini kolaylaştıran bir “durumdur” yalnızca. Yükselen düşer ama aydın düşenle birlikte düşmek istemiyor. Geçmiş yüzyılın flanörü aylak adamı sokakta geziniyordu, şimdiki aylak adam kitaplar arasında uyuklamayı, âşık olmaya bile üşenen bir tür Oblomov olmayı tercih ediyor. Uyuklarken gördüğü rüyada ise geçmişin ağır yükünden kurtulduğunu görüyor. Geçmişte kaçınılmaz bir şekilde yükselen ideolojinin yönlendiriciliğinden, kendi deyimiyle baskısından nihayet azat edildiği için mutludur.

***

Kapalı odasında kitaplarını gözden geçirirken aydınımız, yeni seçimler yapıyor, geçmişte pek de anlamadan “taraftar” olduğu ideolojisi “gerek yok okumasan da olur” dediği için, doğru dürüst okumadan “düşman” ilan ettiği, arkalarda kalmış Heidegger’leri öne çekiyor, postmodernlerin tozunu alıyor, Marxgilleri arkalara itiyor; eskiciye gönderecek onları, sahaflara. Sosyalist ülkelerdeki yenilgiyi sosyalizmin yenilgisi olarak yutturmanın rahatlığı ile göneniyor. Bu durumu anlatmak, herkese duyurmak istiyor ve artık onsuz yapamadığı yapay zekânın yardımıyla yıkılışın kaçınılmazlığını anlatan makaleler yazıyor, özetler çıkartıyor, nasıl oluyorsa bir şekilde mutlu hissediyor kendini artık. Bilimsel gelişmeleri ikircikli bir tedirginlikle izliyor. Kimi “magazin bilimciler” tarafından atom altı parçacığın ya da dalganın bilinmez ve “uhrevi” sonuçlara yönlendirilmesinden de büyük mutluluk duyuyor. Maddenin giderek görünmez olacağını, madde enerji ilişkisinin yoklara karışacağını, günün birinde cennet cehennem masallarıyla, ruhlar âlemiyle bütünleşebileceğini, maddeci bilim ile tarikat “ilminin”, aydın ile kerameti kendinden menkul “mürşidin” dizi filmlerde de olsa bir araya gelebileceğini hayal ediyor.

Yeni durumu anlatırken tüm dünyanın kaçınılmaz bir şekilde sağa kaydığını söylemek sokağa korkuyla bakan aydının yeni umudu, sığınağı oldu. Kuşkusuz böyle bir tehlike vardır ama aydınımız bu durumu kaçınılmaz ilan ederek, katlanmayı, kabul etmeyi, gelecek yüzyıl için yalnızca beklemeyi, sistemin kendini yeniden üreteceği sonucunu çıkarmayı yeğliyor. Böylece üstünde yapışıp kalmış “devrimci” kılığını artık çıkartabilecek, “gerçekçi” olmanın keyfini sürebilecektir. Artan savaş ya da büyük savaş tehlikesi konusunda da benzer bir akıl yürütmenin peşindedir. Kuşkusuz hâlâ barışçıdır, savaş karşıtıdır aydınımız, ama eğer savaş kaçınılmazsa ne yapılabilir ki. O eski çağların savaşları gibi kahramanlıkların, ölümlerin, katliamların doğal sayıldığı romantizme mi sığınsın? Devrini tamamlamış trajediyi nasıl canlandırabilir ki. Şimdi gerçeğin üstündeki örtü kalktı, o artık çıplak ve çirkindir. Aydınımız da kurtlar sofrasında kaçınılmaz savaşın galiplerinin kimler olacağını öngörmeye, kazanacak olandan uzak düşmemeye çabalıyor.

***

Kapısı ve penceresi dışarıda yaşayan insanlara, sokağa kapalı odasında sosyal medya kanallarını mı dolaşsa, eskidiğini düşündüğü okumamış olsa da göz gezdirdiği kitaplara mı baksa acaba; geleceğin dünyasında kendisine bir yer bulup bulamayacağı korkusu, telaşı, sıkıntısıyla kitabı ânında unutuyor, volta atıyor kendi dört duvarının içinde. Sıkıntılı aydınımız geçmişte olduğu gibi “marjinaller” arasında sayılmaktan da kurtulacağı için mutlu sayabilir kendini. Okuryazar, aydın, hatta epeyce ucuzlamış olsa da entelektüel sayılmasının önünde engel kalmadı. Dil biliyor, bilmese de çeviri anlık iş haline gelmedi mi? Fazla gereksinim duyulmayabilir ama gerektiğinde, gerekli olan “yazıya, bilgiye, belgeye” ulaşım artık çocuk oyuncağı olmadı mı yapay zekâ sayesinde?

Statükoyu savunmak eskiden olduğu gibi gericilik olmaktan çıktı. Değerli olanın muhafazası olarak tarif ediliyor artık. Ama zaten dünya karışıktır, stabil olan bir şey kalmadı diye düşünüyor aydınımız. Statüko ile stabilite arasındaki fark iyice görünür hale geldi. Muhafazakârlığın ideolojisi statükoyu savunmak artık geçer akçedir. Ve en önemlisi dünya artık stabil değildir. Kargaşanın nedeni olduğu söylenen marjinallerle mücadele öne geçiyor. Düzeni korumak insanlığı maceralardan kurtarmak, ne yapılacaksa düzen içinde yapmak gerekiyor. Aydının odasında duvarlara bakarak, iyice değersizleşmiş, bir ara göz gezdirdiği, eskidiklerini, geçmişte kaldıklarını mutlulukla saptadığı kitaplara bakarak dünyanın kurtarılamayacağını gönül rahatlığıyla kabul etmesi bile ne kadar yorucu. O kadar olacak artık; aydın kişinin yeni mottosu “sığınağında otur, her şey kendiliğinden düzene girecektir.”

***

Biliyorum ağır oldu. Aydın kişi burada anlatıldığı gibi değildir. Tariflerin tanımların dışındadır; kabul etmeyendir, itiraz edendir, statükoya isyan edendir, yorumlamakla yetinmeyendir, nerede ne zaman değişimin ışığını görmüşse orada öne çıkmayı, katılmayı, anlatmayı yeğleyendir; zaferlerden ve yenilgilerden ders çıkarandır; 1789’dur 1848’dir, 1871’dir. 1917’dir, 1923’tür; hep de öyle olmuştur. Peki neden kendimizi de dahil ettiğimiz böyle tuhaf bir aydın resmi çiziyoruz öyleyse?

Tehlike büyüktür de ondan.

QOSHE - Aydının kapanışı - Güray Öz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aydının kapanışı

23 1
12.05.2024

Aydın kendini eve kapattı. Bu kapanışın nedenlerini anlamak ya da anlatmak kolay değil. Görünürdeki neden, bilim ve teknolojideki gelişmelerin aydını evde kalarak çalışmaya, üretmeye zorlaması, yönlendirmesidir denilebilir. Artık evden çalışıyoruz. Patronlarımız durumdan hoşnutturlar. Özellikle “beyaz yakalıların” gösterişli mekânlarına, steril bürolarına, ofislerine gerek kalmadı. Kendi evinizde de sömürülebiliyorsunuz. Çalışma saatleri çalışanların aleyhine esnedikçe esnedi. Büro masrafları azaltılabiliyor.

Geniş bir kitleyi oluşturan aydınlar da bu kapsamdadır artık. Bu yeni durumun aydındaki konformizme yatkınlığı beslediği, ondan güç aldığını söylersek abartmış mı olacağız?

İnsanları eve kapanmaya zorlayan son salgın da bu türden bir kapanışın nedeni ya da bahanesi oldu. Korku insanları eve kapanmaya, maskeye zorlarken aydını da üretkenlikten uzaklaştırdı; üretilmiş olanla yetinmeye, maskeyi ikinci bir maskeyle pekiştirmeye yöneltti. Üretilmiş olanla yetinme sosyal hayattan kopma, uzaklaşma eğiliminin doğal sonucudur. Dışarda olmaktan karşılaştığı zor ya da zorluklar nedeniyle “kurtulan” aydın, üretmenin en önemli kaynağı olan insanlardan ve onların maceralarından da uzaklaştı. Roman artık yalnızca kurgudur. Şiir hayattan değil yalnızca ezberlenmiş metaforlardan besleniyor. Kendini ve üretilmiş olanları tekrara yönelen aydın da kendi dar kitaplığının ya da belki daha doğru bir ifadeyle tümüyle özelleştirilmiş hapishanesinin kurbanı ve kahramanıdır.

12 Mart ve 12 Eylül kitaptan korkuyu doğallaştırmış, aydını da yazmamaya ya da üstü kapalı yazmaya ve doğallıkla beslenme kaynaklarını sınırlandırmaya, kurutmaya, baskının yarattığı korkuyu sindirmeye ve içselleştirmeye zorlamıştı. Şimdiki kapanış ise bu durumdan farklı bir duruma işaret ediyor. Darbeler zorun gücünü göstermişti, şimdi olanın kaynağı görünür, somut olmaktan uzaktır; “kaçınılmazlığın” sisi altında çaresizliğin boş vermişliğe dönüşmesini kolaylaştıran bir “durumdur” yalnızca. Yükselen düşer ama aydın düşenle birlikte düşmek istemiyor. Geçmiş yüzyılın flanörü aylak adamı sokakta geziniyordu, şimdiki aylak adam kitaplar arasında uyuklamayı, âşık olmaya bile üşenen bir tür Oblomov olmayı tercih ediyor. Uyuklarken gördüğü rüyada ise geçmişin ağır yükünden kurtulduğunu görüyor. Geçmişte........

© Birgün


Get it on Google Play