“Valeria Bunu Anlayamaz” adını verdiğiniz öykü kitabınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Okuru bol olur umarız. Öykülerinizin geneline baktığımızda diyalog ağırlıklı bir kurgu görüyoruz. Kahramanlarınızı bol bol konuşturuyorsunuz. Neden diyalog? Diyaloğa metinlerinizde çokça yer verme konusunda neler söylersiniz?

Hikâye zihnime diyalogla geliyor, aslında birinci nedeni bu. Konuşma tümcelerinin yazımında rahat hissediyorum kendimi. Uzun yıllardır konuşarak konuşturarak yapılan işlerle hemhal olan biriyim. Sanırım bunun da etkisi var. Hatta sesimi susturarak yazma konusunda epey de mücadele veriyorum. Bol bol konuşturdum mu kahramanları, emin değilim. Bazı öyküler dramatik yapısı gereği konuşma tümcesini daha iyi taşıdığı için buna uygun geldi. Kiminde ise diyalog görece sınırlı, onlarda da kimi zaman karakter kendi kendine konuşuyor.

Öykülerinizin anlatıcısı birinci tekil kişi. Ben anlatıcı… Aynı zamanda öykü kahramanlarınızın çoğu kadınlar. Burada hemcinslerinize bir ayrıcalık mı söz konusu? Ataerkil, erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumsal yapıya, erkek egemen anlayışa bir isyan içinde misiniz? Neler söylersiniz bu hususlarla ilgili?

Kadından taraf olmak açıkça hayat düsturum, öyküler için de böyle bir izlenim oluşmasında bir sorun da görmüyorum. Erkeklik dört yanımı kuşatmışken, örgütlü mücadele içinden gelen, yıllardır bunun karşısında saf tutmuş bir kadın olarak kendi adıma, kız kardeşlerim adına isyanıma sayılsın. Alacaklıyız biz. Gördüğümü, duyduğumu, bildiğimi anlatıyorum.

Kitabınızdaki öyküler hayatın çok içinden olaylar, karakterler ve mekânlardan oluşuyor. Öykülerde gözlem yeteneği güçlü bir yazarın kalemi hissediliyor. Hep hayatın, insanların içinde misiniz? Neler düşünüyorsunuz bu hususlarla ilgili?

Çocukluğumdan bu yana kendime dair en çok duyduğum şey bu olabilir. İnsanı duyma, kendini anlama çabasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. İşim, gücüm, birçok meşgalem insanla ilişkilenmeyi gerektiriyor. Temas eden biriyim. Gözüm, kulağım hikâyeye açıktır. Yolda belde de bakıp geçmem, dururum, incelerim, izlerim.

Hayatın genelinde pasif seyircilik müessesesiyle de başım pek hoş değildir, müdahil de olurum. Gözlem yansımasına gelirsek, bildiğim yerden konuştuğum gibi, bildiğim yerden yazıyorum. Bilmediğim şeyleri yazacak ustalıkta değilim. İnsan davranışı üstüne çok da okuyorum tabii.

“Onu beklerken evliliğin ikiyüzlülüğü üstüne söylediklerini düşünüyordum.” diyor Solo Taksim öykünüzdeki ana karakter. Burada bir yandan ilişkilerin sahteliğine vurgu yapılırken bir taraftan da sadakatin, sadık dostluğun sembolü köpek metaforu var. Günümüzdeki evlilikler gerçekten sahtekarca mı? Neler söylersiniz bu hususlarda?

Öyküden alıntıladığınız bu cümleyi evlilikten ziyade karakterin kendi iç çelişkisiyle ilgili yazmıştım aslında. Farklı okuma biçimleri farklı yorumlamalara elbette açıktır. Evlilik ya da değil, yakın ilişkiler de hayatın akışında gitgide kabaran bir yapaylıktan nasibini şüphesiz alıyor. Metne de sirayet etmesi doğal bu yanıyla.

Köpek metaforu da birçok biçimde okunabilir, bunu her okurun kendi okuma deneyimine bırakmayı tercih ederim. Örtük anlamlarının ötesinde öykünün gerilimine uygun bir hareket akışı sağladığını düşünüyorum.

“Solo Taksim” ve “Live Is Life” adlı öykülerinizde kullandığınız Taksim, beste, fasıl gibi musikiyle ilgili sözcükler ve öykünüze ad olan İngilizce şarkı bize müzikle aranızda bir bağ olduğunu anlatıyor. Bu konuyla alakalı neler söylersiniz?

Sanatın bütün türleri içinde müziği apayrı ve üstün bir yerde görüyorum, duyguya dokunma gücüyle. Müzisyenlere de hayranlık beslerim. Özellikle yaratı kısmına. Zihinde duyulan seslerin notaya dökülmesini, sonra türlü aletlerle seslendirilmesini, dünyanın bir ucunda yazılıp çalınan bir şeyin kıtaları aşıp gezinmesini büyüleyici buluyorum, en çok da ölümsüzlüğünü. Hayatta her anlatıya uygun bir müzik düşünülebilir.

Hikâyenin ritmi de bana göre bir tür müziktir. Sokağın da sesini çok duyarım ben. Evim İstanbul’un en hareketli caddelerinden birinin üzerinde. Bende kalan misafirlerim bu gürültüde nasıl uyuyorsun diye soruyorlar bazen. Sessizlikte uyuyamıyorum ben. İnsan sesini de çoğunlukla müzik gibi duyuyorum. Live is Life’a gelirsek ayrı bir yeri var bende. Ortaokul yıllarımdan beri çok seviyorum. En kötü anımda bile beni yerden kaldırır. Gençlik aşısı gibidir.

Öykülerinizde ya bir şarkı ya bir şarkıcı ya da film adı geçiyor. Metinlerinizin ritmi ve müzikalitesi yüksek olduğu kadar, öyküleriniz gözümüzün önünden bir film şeridi gibi de geçiyor. Öykülerinizin sinematografik yanı kendini hissettiriyor. Sinemayla aranız nasıl? Bu kitaptaki öykülerinizden biri film olacak olsa hangisini tercih ederdiniz?

Biraz geriden takip etmekle beraber fena bir sinema izleyicisi sayılmam. Kitaptaki öykülerden biri film olacak olsa seçmekte biraz zorlanırım ama sanırım kitaba da adını veren Valeria Bunu Anlayamaz olurdu.

Öykülerinizin genelinde hayvan var: Kedi, köpek, koyun… George Orwel’in Hayvan Çiftliği’ni hatırlıyoruz. “Çit” adlı öykünüzde hayvan kahraman hasta bir koyun. Koyun metaforik anlamda masumiyeti simgeler. Bu öyküdeki koyun hasta. Buradan masumiyetin yitirildiği anlamını çıkarabilir miyiz?

Hayvanları yaşamın doğal parçası olarak görüyorum, her yerden çıkmaları bence daha çok bununla ilgilidir.

Koyunun hastalığı bir tür yansıtma aslında, yaralanma. Tabii bu bana göre, okur dilediği gibi yorumlama hürriyetine sahip.

“Allah İyilik Versin” adlı öykünüzde ezilen, dövülen bir kadın üzerinden toplumumuzdaki insan ilişkilerinin ne kadar soğuk olduğunu gösteriyorsunuz. Komşuluk ilişkilerinin yok olduğunu da… Aynı zamanda bu öyküde insanların otoriteden -bu öyküdeki otorite polis- korkup sustuklarını, polis kocası tarafından öldürülesiye dövülen kadını görmezden geldiklerini, bir kenara çekilip her şeyi Allah’a havale ettiklerini de anlatıyorsunuz. Burada topluma, toplumsal ahlaka ve yaşananlara vicdanına yaslanarak eleştirel bakan bir yazar görüyoruz desek yanılmış olur muyuz? Neler söylersiniz?

Açık bir şiddet hikâyesi Allah İyilik Versin. Buna karşı durmak gerektiğini pekâlâ bilen bir hanenin yetişkinleri de siniyor susuyor. Çoğunluğun yanında saf tutuyor. Evet adam polis, çekip vurabilir mi, vurabilir. O evlerde neler yaşandığını o apartmanlarda herkes bilir. Sabah kapı ağzında kadının Allah iyilik versin derken ki mahcubiyeti bu yüzden. Erkekler ayrı dünyalardan görünseler de gene günün sonunda bir biçimde el sıkışıyorlar. Tanık çocuk ki o da büyüyecek, kadın olacak, dostluk kurmuş, acısını duyuyor bunun. Kadınlığa yürürken kadına eziyeti görerek büyüyor kız çocukları. Bugünün cehennemini kuran seyircilikle yetinmektir.

Kitabınızın arka planında yoksulluk, kadına şiddet, toplumsal gerilim çokça hissediliyor. Aynı zamanda kitabınız adı olan “Valeria Bunu Anlayamaz” adlı öyküde para kazanmak için taşıyıcı anne olan bir kadın anlatılıyor. Neler söylersiniz bu konuda? Aynı zamanda bu düzensiz, kötü gidişat ya da para kazanma hırsı yoksul insanları da bozuyor mu? Genel anlamda herkes ahlaktan uzaklaşıyor mu? Düşünceleriniz neler bu hususlarda? Sistemi sorgularken bir yandan da sisteme tutunmak için çabalayan insanlar kendi yaptıkları kötü şeyleri bu sorgulama esnasında unutmaya ve unutturmaya mı çalışıyorlar?

Öncelikle taşıyıcı anneliği ahlaki bir perspektiften sorgulamıyorum. Hikâyenin de böyle bir derdi yok. Bambaşka duygularla yaşıyordur her bir kadın o deneyimi eminim. Satır arasında kadınların aynı duruma farklılaştığını duyduğumuz tepkileri de bu yüzden öyküye girmiştir. Burada mesele, yoksulluğun, çaresizliğin insana kendi bedenini kiralamak dışında çare bırakmamasında. Genç bir kadının evini barkını, kendi çocuğunu bırakıp başka bir kıtada güvensiz bir biçimde başkasının çocuğunu taşımasında. Kimin için sorusu var bir de tabii öyküde. Yoksulluğun, yoksunluğun, eşitsizliğin bozmayacağı bir şey var mı?

Öykülerinizde argo da kullanıyorsunuz. Genelde argo içinde kurulu düzene bir eleştiri, samimiyet, yapmacıklıktan uzaklık barındırır. Argoyu vicdanı yaralanmış insanlar kullanır çoğu zaman. Siz neden argo kullanıyorsunuz öykülerinizde?

Argo karakterin kullanabileceği bir şeyse kullanıyorum. Gündelik hayatta sevmiyorum ve çoğaltılmasını da istemem. Samimiyetle ilişkilenmesini de istemem açıkçası, pek öyle bakmıyorum ama hava göt kesiyor diyebilecek biriyse karakter, demekten de çekinmiyorum. Karakter kendi dilinde konuşmalı.

Kitabınızı okurken öyküleriniz bitmemişlik hissi uyandırıyor. Ucu açık öyküler. Siz noktayı koymuşsunuz ama öyküler okurun zihninde devam ediyor. Bununla öykü okuyucunun zihninde sonlansın ya da okur öykü üzerinde düşünsün mü istiyorsunuz?

Bir kısmı böyle gerçekten. Bazısı durum anlatısı, oradan sonra o an için olacak bir şey yok.

Hikâyenin kendisi o durumda zaten. Bazıları bilinçli olarak belirsiz ama metin içi bazı ipuçları genelde belirli bir sonu işaret de ediyor.

Son olarak neler söylersiniz?

Teşekkür ediyorum öykülerime ilginiz, detaylı okumanız, emeğiniz için.

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Dilek YILMAZ

QOSHE - Yılmaz: “Yoksulluğun, Eşitsizliğin Bozmayacağı Bir Şey Var Mı?” - Muaz Ergü
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yılmaz: “Yoksulluğun, Eşitsizliğin Bozmayacağı Bir Şey Var Mı?”

14 1
04.05.2024

“Valeria Bunu Anlayamaz” adını verdiğiniz öykü kitabınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Okuru bol olur umarız. Öykülerinizin geneline baktığımızda diyalog ağırlıklı bir kurgu görüyoruz. Kahramanlarınızı bol bol konuşturuyorsunuz. Neden diyalog? Diyaloğa metinlerinizde çokça yer verme konusunda neler söylersiniz?

Hikâye zihnime diyalogla geliyor, aslında birinci nedeni bu. Konuşma tümcelerinin yazımında rahat hissediyorum kendimi. Uzun yıllardır konuşarak konuşturarak yapılan işlerle hemhal olan biriyim. Sanırım bunun da etkisi var. Hatta sesimi susturarak yazma konusunda epey de mücadele veriyorum. Bol bol konuşturdum mu kahramanları, emin değilim. Bazı öyküler dramatik yapısı gereği konuşma tümcesini daha iyi taşıdığı için buna uygun geldi. Kiminde ise diyalog görece sınırlı, onlarda da kimi zaman karakter kendi kendine konuşuyor.

Öykülerinizin anlatıcısı birinci tekil kişi. Ben anlatıcı… Aynı zamanda öykü kahramanlarınızın çoğu kadınlar. Burada hemcinslerinize bir ayrıcalık mı söz konusu? Ataerkil, erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumsal yapıya, erkek egemen anlayışa bir isyan içinde misiniz? Neler söylersiniz bu hususlarla ilgili?

Kadından taraf olmak açıkça hayat düsturum, öyküler için de böyle bir izlenim oluşmasında bir sorun da görmüyorum. Erkeklik dört yanımı kuşatmışken, örgütlü mücadele içinden gelen, yıllardır bunun karşısında saf tutmuş bir kadın olarak kendi adıma, kız kardeşlerim adına isyanıma sayılsın. Alacaklıyız biz. Gördüğümü, duyduğumu, bildiğimi anlatıyorum.

Kitabınızdaki öyküler hayatın çok içinden olaylar, karakterler ve mekânlardan oluşuyor. Öykülerde gözlem yeteneği güçlü bir yazarın kalemi hissediliyor. Hep hayatın, insanların içinde misiniz? Neler düşünüyorsunuz bu hususlarla ilgili?

Çocukluğumdan bu yana kendime dair en çok duyduğum şey bu olabilir. İnsanı duyma, kendini anlama çabasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. İşim, gücüm, birçok meşgalem insanla ilişkilenmeyi gerektiriyor. Temas eden biriyim. Gözüm, kulağım hikâyeye açıktır. Yolda belde de bakıp geçmem, dururum, incelerim, izlerim.

Hayatın genelinde pasif seyircilik müessesesiyle de başım pek hoş değildir, müdahil de olurum. Gözlem yansımasına gelirsek, bildiğim yerden konuştuğum gibi, bildiğim yerden yazıyorum. Bilmediğim şeyleri yazacak ustalıkta değilim. İnsan davranışı üstüne çok da okuyorum tabii.

“Onu beklerken evliliğin ikiyüzlülüğü üstüne söylediklerini düşünüyordum.” diyor Solo Taksim öykünüzdeki ana karakter. Burada bir yandan ilişkilerin sahteliğine vurgu yapılırken bir taraftan da sadakatin, sadık dostluğun sembolü köpek metaforu var. Günümüzdeki evlilikler gerçekten sahtekarca mı? Neler söylersiniz bu hususlarda?

Öyküden alıntıladığınız bu cümleyi evlilikten ziyade karakterin kendi iç çelişkisiyle ilgili yazmıştım aslında. Farklı okuma biçimleri farklı yorumlamalara elbette açıktır. Evlilik ya da değil, yakın ilişkiler de hayatın akışında gitgide kabaran bir yapaylıktan nasibini şüphesiz alıyor. Metne de sirayet etmesi doğal bu yanıyla.........

© dibace.net


Get it on Google Play