Burjuva muhalefetin sözcüleriyle onların etki alanındaki ekonomi-politika yazar ve yorumcuları uzun yıllardır, Erdoğan yönetimindeki devlet iktidarının sürdürdüğü muhalefeti ezme-yandaşı zenginleştirme politikasının yol açtığı “boğucu atmosfer”i ve sonuçlarını söz konusu ederek “Toplumun kutuplaştırılması”ndan yakınıyorlar.

Erdoğan-Bahçeli (Ya da tersi mi?) birliğinde görünür olan Türk-İslam sentezci devlet politikasının, milliyet-din ve mezhep farklılıklarını da istismar ederek halk kitlelerini bölme ya da daha fazla bölmeyi yönetme kolaylığı bahsinde görüp işlevli kıldığı saklı-gizli olmamıştır. Devletin silahlı güçleriyle yargı kuvvetine kumanda etme; bürokratik makinenin kumanda mevkisinde olmadan alınan güçle, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme mücadelesine cesaret edenler yıldırılmaya çalışıldı. Erdoğan “Yüzde elliyi zor tutuyorum” diyerek tehdit dozunu yükseltirken, iş, ekmek istemi, sosyal-siyasal haklar savunusu, sendikal ve politik örgütlenme çabası ihanetle suçlanıp, yedeklenmiş kesimler buna karşı seferber edilmeye çalışıldı. Sömürülüp ezilenlerin on milyonlarcası ideolojik-politik ve kültürel etkilerle yedeklenip yine sömürülen ve ezilenlerin diğer kesimlerine karşı bir barikat gücü olarak kullanılmaya çalışıldı. Bunda başarılı da olundu. 11 milyon üyenin; AKP’ye oy veren milyonlarca insanın hepsinin rant ve yağmadan büyük pay alanlar olmadığını herkes bilir.

Bu durum sömürü ve zulmün sürdürülmesini kolaylaştırdı. Erdoğan ve propaganda ordusu (havuz medyası, iletişim organizasyonu, şoven milliyetçi ve din istismarcısı örgütlü propaganda ağı), Kürt sorununu, uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen gelişmeleri, işçi ve emekçilere, ilerici aydınlara, mücadeleye atılan gençlik ve kadın kesimlerine karşı cephe oluşturma gerekçelerine dönüştürerek devrimci muhalefeti etkisizleştirmeye çalıştı. Yürütülen propagandaya bilinçli olarak ortak olanlar olduğu gibi, “Yerli ve milli ile ihanetçi olanlar arasındaki cepheleşme” söylemi ve görüntüsüne aldanıp kara propagandanın örttüğü gerçekleri göremeyenler de vardı. Bölünmüş olmanın bu türünden zarar görenlerin nüfus çoğunluğuyla işçi ve emekçiler olması kaçınılmazdı. Nitekim, iş ve aş derdi doğrudan kendilerini vurmadıkça komşusunun, iş arkadaşının açlığa, sefalete, işsizliğe sürüklenmesine sessiz ve ilgisiz kalınabildi. Dindaşlık ancak parti ve devlet politikalarıyla uyumluluk koşuluyla anlamlıydı. İktidarın baskı ve zulmüne karşı çıkanlar Türk kökenli olsalar da “hain idiler!” Kürt asıllı olmanın yol açtığı ayrımcılığı reddedenler ise zaten haindi!

Bu tür bölünmüşlük, toplumsal bakımdan en önemli ve gerçek bölünmüşlüğün örtüsü olarak da işlev gördü. İşçi ile kapitalist, sermaye sahibi ile emek gücünü satmak zorunda olan, zengin ile yoksul, parti-hükümet ve devlet yandaşlığı veya karşıtlığı kıstas olduğunda, aynı çıkarlara sahip kesimlermiş gibi bir karartmanın örtüsüne girmiş veya alınmış oluyordu. Burjuva partilerini destekleyen emekçilerle çıkarları o partilerin politikasında karşılık bulan burjuva-kapitalist kesimler bu karartmayla “aynı çıkarlara sahip”miş gibi görünüyorlardı. Ne ki işçi Türk ve Müslüman da olsa, çalışma ve yaşam koşullarının iyileşmesi için mücadele yolunu seçmiş ise TEKEL’de olduğu gibi şubat soğuklarında buzlu sulara itilmekten, Renault’da olduğu gibi yabancı tekel patronlarına ihbar edilmekten kurtulamazdı. Müslüman olması, Özak’ta olduğu gibi kapitalist patronun, müftünün, belediye yönetiminin, polisin, jandarmanın, valinin, devletin hakaret ve saldırısına hedef olmasına engel değildi. Pratik kanıttır-öğreticidir.

Burjuvazi, işçilerin bir sınıf olarak hareket etmemesi için görünür bazı gelişmeleri ve durumları kullanarak bölünmüş durumda kalmalarını sağlamaya çalışır. Erdoğan yönetimi bunu dini ve milliyetçi söylemi de etkin tarzda kullanarak yaptı ve yapmaya devam ediyor. Halk kitleleri üzerinde bunaltıcı bir etkiye de yol açan bu durum, burjuva muhalefetinin bazı sözcüleriyle liberal yazar ve politikacıların “Kutuplaştırmaya son verilsin” söyleminin geniş bir etki alanı bulmasının önemli bir nedenidir. Erdoğan’ın kutuplaştırıcı söylemle güç bulduğu doğrudur ama toplumda kutuplaşmanın olmadığı-olmayacağı varsayımı ya da beklentisi, sınıfsal kutuplaşmayı; bu gerçek, olgusal ve nesnel bölünmüşlüğü örtme işlevi de görmektedir. Ekonomik-sosyal ve politik baskının bunalttığı ve arayışa sürüklediği kitlelerin iktidarın politikalarına gösterdiği tepkinin yerel seçimlere yansıması, Erdoğan yönetimi ve CHP başta olmak üzere diğer sermaye partileri sözcülerini “Kutuplaştırıcı dilden kaçınma”- “uzlaşı” ve “yumuşama” üzerine söylemi yoğunlaştırmaya yöneltti. Erdoğan ve yönetimi, sermayenin çıkarları paydasında yeniden güç artışı arayışındadır ve Özgür Özel ile başlattığı “yumuşama”nın kitlelerde yaratacağı beklentileri devşirmeyi hedeflemektedir. Burjuva partilerinin, özellikle de sistemin en güçlü partilerinin birbirleriyle diyalog içinde olmaları beklenmez bir durum değildir. O diyalogların halk kitlelerine yönelik saldırılara ivme katacak kuvvete dönüşmemesi, dönüştürülememesi ancak sömürülen ve ezilenlerin mücadeleyi güçlendirmeleriyle sağlanabilir. İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin sömüren sınıf ve burjuva politikasının farklı versiyonlarından ayrışarak kendi sınıf politikasında birleşmesine, kutuplaşmayı buradan gerçekleştirmesine ihtiyaç vardır.

“Kemer sıkma” politikası yürürlüktedir. Zenginlik ve yoksulluk iki karşıt kutupta artmakta; aradaki uçurum büyümeye devam etmektedir. Bankaların ve sanayi şirketlerinin kârları katlanır, ihracat rakamları artar, büyüme rakamlarıyla halk kitleleri avutulmaya çalışılırken işsizlerin, işçilerin, yoksulların, küçük üreticilerin durumu kötüleşmekte ve ihtiyaçlarını karşılamaları olanaksızlaşmaktadır. 2023’te bireysel kredi kartı borç tutarı 1 trilyon 44 milyar liraydı. 2022 yılı net satış tutarı 8 trilyon lira olan 500 büyük sanayi şirketinin 2021 yılı kârı bir önceki yıla göre yüzde 137 oranında artmış; Erdoğan yönetiminin övünç kaynağı olan ihracat ise yüzde 137.9’luk bir artış göstermişti. Bunlar “sıkı para politikası”yla bağlı sonuçlar arasındadır.

On milyonlarca işçi ve emekçi, “Kemer sıkma” politikasıyla sağlanan zenginleştirme-büyüme ve ihracat artışının belirli bir azınlığın çıkarına olduğunu yukarıdaki iki-üç veriyi gözeterek dahi görebilir-görmelidir. 2015-2022 döneminde 230 grev, erteleme adı altında yasaklandı. 2024 1 Mayıs’ına kurulan polis barikatı ve gerçekleştirilen saldırılar kemer sıkma politikasıyla dipçik, kelepçe ve zindan arasındaki bağı bir kez daha gösterdi. Yumuşama söylem ve beklentisi saldırılara karşı gelişecek mücadeleyi “yumuşatma”yı hedefliyor.

Erdoğan’ın sürdürülmesinde kararlılık göstereceklerini ilan ettiği bu ekonomi politika bütün işçileri, emekçi ailelerini, şehir küçük burjuvazisi ve küçük esnafı önceki ekonomik durumunun gerisine püskürtüp daha fazla yoksullaştırma pahasına uygulanıyor. Bu politika ile holdingler; bankalar ve büyük sanayi şirketleri devasa kâr ve rant vurgununu büyütürken, büyük müteahhitler ve taşeron şirketler, kendilerine verilmiş devlet güvencesiyle toplamında trilyonları bulan paralara el koyabiliyor. Kutuplaştırıcı dilden uzak durma, uzlaşı ve yumuşama çağrı ve söylemi bu durumu örtme işleviyle yüklüdür. İleri işçi ve emekçiler, ilerici demokrat aydınlar, halktan yana politika yaptığını söyleyen parti ve örgütler, bu karartmanın geniş halk kitleleri tarafından anlaşılması için çaba göstereceklerdir.

QOSHE - ‘Kutuplaşma’ karşıtları neyi gizliyor? - A. Cihan Soylu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Kutuplaşma’ karşıtları neyi gizliyor?

49 22
09.05.2024

Burjuva muhalefetin sözcüleriyle onların etki alanındaki ekonomi-politika yazar ve yorumcuları uzun yıllardır, Erdoğan yönetimindeki devlet iktidarının sürdürdüğü muhalefeti ezme-yandaşı zenginleştirme politikasının yol açtığı “boğucu atmosfer”i ve sonuçlarını söz konusu ederek “Toplumun kutuplaştırılması”ndan yakınıyorlar.

Erdoğan-Bahçeli (Ya da tersi mi?) birliğinde görünür olan Türk-İslam sentezci devlet politikasının, milliyet-din ve mezhep farklılıklarını da istismar ederek halk kitlelerini bölme ya da daha fazla bölmeyi yönetme kolaylığı bahsinde görüp işlevli kıldığı saklı-gizli olmamıştır. Devletin silahlı güçleriyle yargı kuvvetine kumanda etme; bürokratik makinenin kumanda mevkisinde olmadan alınan güçle, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme mücadelesine cesaret edenler yıldırılmaya çalışıldı. Erdoğan “Yüzde elliyi zor tutuyorum” diyerek tehdit dozunu yükseltirken, iş, ekmek istemi, sosyal-siyasal haklar savunusu, sendikal ve politik örgütlenme çabası ihanetle suçlanıp, yedeklenmiş kesimler buna karşı seferber edilmeye çalışıldı. Sömürülüp ezilenlerin on milyonlarcası ideolojik-politik ve kültürel etkilerle yedeklenip yine sömürülen ve ezilenlerin diğer kesimlerine karşı bir barikat gücü olarak kullanılmaya çalışıldı. Bunda başarılı da olundu. 11 milyon üyenin; AKP’ye oy veren milyonlarca insanın hepsinin rant ve yağmadan büyük pay alanlar olmadığını herkes bilir.

Bu durum sömürü ve zulmün sürdürülmesini kolaylaştırdı. Erdoğan ve propaganda ordusu (havuz medyası, iletişim organizasyonu, şoven milliyetçi ve din istismarcısı örgütlü propaganda ağı), Kürt sorununu, uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen gelişmeleri, işçi ve emekçilere, ilerici aydınlara, mücadeleye atılan gençlik ve kadın kesimlerine karşı cephe oluşturma gerekçelerine dönüştürerek devrimci muhalefeti etkisizleştirmeye çalıştı. Yürütülen propagandaya bilinçli olarak ortak olanlar olduğu gibi, “Yerli ve milli ile ihanetçi olanlar arasındaki cepheleşme” söylemi ve görüntüsüne aldanıp kara propagandanın örttüğü gerçekleri göremeyenler de vardı. Bölünmüş olmanın bu türünden zarar görenlerin nüfus çoğunluğuyla işçi ve emekçiler olması kaçınılmazdı. Nitekim, iş ve aş derdi doğrudan kendilerini vurmadıkça komşusunun, iş arkadaşının açlığa, sefalete, işsizliğe sürüklenmesine sessiz ve ilgisiz kalınabildi. Dindaşlık ancak parti ve devlet politikalarıyla uyumluluk koşuluyla anlamlıydı. İktidarın baskı ve zulmüne karşı çıkanlar Türk kökenli olsalar da “hain idiler!”........

© Evrensel


Get it on Google Play