Otomobil yazılarına devam sözü vermemize ve pazar günlerini bu işe ayıracağımızı söylememize rağmen, hepinizin farkında olduğu gibi bu işi biraz aksattım.

Özellikle seçim dönemindeki yoğunluktan ötürü, yeni modelleri deneyimleyecek fazla vaktim olmadı.

Ama seçim döneminde yine de araya iki otomobil sıkıştırabildim ve bu hafta bunlardan ilkini, Lexus’un RX’ni anlatmaya çalışacağım.

Benim otomobil yazılarının müdavimleri, benim bir Mercedes hayranı ya da fanatiği olduğumu zannedebilirler.

Aslında bu pek doğru değildir.

Benim otomobil markalarına olan sevgim, bağlılığım veya fanatikliğim markanın dönemleri ile ilgilidir.

Mercedes’in SL ve S Coupe’lerini yılı ya da dönemi fark etmeksizin severim ama şimdi E diye bildiğimiz modeller benim için hiçbir zaman cazip olmamıştır.

Buna karşın bir BMW fanatiği olmasam da, 1980’lerin bir 635 CSİ’si hayal otomobiller listemin başında yer alır (Sevgili Erhan Önal’ı rahmetle anmadan geçemeyeceğim). Ya da 80’lerin son döneminde kullandığım bir 535 Turbo’yu unutamam.

Geçmişte burun kıvırdığım Porsche’nin (Sakın kırolar gibi porş diye okumayın. O otomobilin adı “porşe”dir), bugün en muhteşem spor araçların başında geldiğini ve Ferrariler’e tercih edeceğim bir otomobile dönüştüğünü inkar edemem.

Ya da tüm sorunlarına, tüm güvenilmezliğine rağmen Jaguar’ın dünyanın en güzel otomobillerinden bazılarına imza attığını kabul etmemek için ahmak olmak gerekir.

Uzun yıllardır truck ve birkaç Mustang dışında bir çöp kutusu üreticisi olan Amerikan Ford’un yaptığı GT 40’ın otomobil tarihinin en ikonik araçlarından biri olduğunu da kim kabul etmez ki!

Ama tüm bunlara rağmen evet, ben bir Mercedes hastasıyım ve benim için Mercedes bir kalite sembolüdür.

Ve bunun tek bir istisnası vardır.

Lexus.

Mercedes kadar şanlı ve uzun bir geçmişi, Mercedes gibi pistlerde rüzgar gibi esmişliği, SL ve SLR gibi otomobil tarihine damga vurmuş modelleri olmasa da, benim için Lexus bugün dünyanın uzak ara en kaliteli, en güvenilir, kilometre başına en az sorun çıkaran ve zannederim en konforlu otomobilidir.

Aslına bakarsanız, özellikle sorun çıkarmama ve arıza yapmama konusunda tüm Japon otomobilleri diğer tüm markaların önünde yer alırlar ve Mazda, Toyota, Subaru, Honda gibi markalar da bu konuda zirvededirler. (Orta sınıfta muhteşem bir otomobil olan ve bir dönem Türkiye’de en çok satan ithal araç konumunda olan Mazda’nın artık Türkiye’de olmaması çok üzücü).

Lafı çok uzatmayalım ve gelelim Lexus’a, Lexus RX 500h’ye.

1990’ların sonu idi.

Bir bebeğimiz olacak ve ben de bu yüzden eşime bir SUV kullanmasını öneriyorum.

Ancak o yıllarda SUV’lar bu kadar çok ve çeşitli değil.

Merceres G’yi çok rahatsız, tangır tungur buluyor, Mercedes M’ler ona göre tipsiz, BMW X5 ise henüz dünyaya gelmediği için tercihler arasında yok.

O sıralar pek bol olan Chevrolet Tahoe’lara ise “Ben Amerikan köylüsü müyüm?” eleştirisi ile karşı çıkılıyor.

Tam o günlerde bir ABD seyahati sırasında bir Lexus RX ile tanıştık.

Daha önce hiç görmediğimiz bir otomobildi. 3 litrelik motoru, bir SUV için hayli zarif ve sportif olan dış hatları, süper kaliteli iç donamını, o güne kadar pek rastlamadığımız güvenlik unsurları ve eşim için hepsinden daha önemli olan Pioneer tarafından bu araç için özel olarak üretilmiş müzik sistemi ile şahane ve görülmedik bir “şey”di.

Hande “Böyle bir SUV isterdim” dedi.

Ama o tarihlerde ne yazık ki, Lexus henüz Türkiye’ye ithal edilmiyordu ve ben de grey marketten otomobil almayı sevmiyordum ki, zaten RX grey markette dahi bulunan bir şey değildi.

Lexus Türkiye’ye o tarihten yaklaşık 20 yıl sonra geldi ve bugün artık RX dahil tüm modelleri son derece ulaşılabilir durumda ve ben de bugün bir RX’in direksiyonu başındaki izlenimlerimi sizinle paylaşacağım.

Ve aslına bakarsanız ben bu otomobili Habertürk’ten ayrılmadan önce denemiş ama gazeteden ayrılınca yazamamıştım.

Ve bu kez Lexus’tan denemek için bir RX isterken bir ricam oldu.

“Mümkünse bana geçen ilkbaharda kullandığım RX’i yollayın. Biraz kullanılmış halini denemek istiyorum” dedim.

Şaşırdılar ama yolladılar.

11 ay kadar önce 0 kilometrede iken kullandığım Lexus RX bu kez 40 bin kilometrede geldi ve ben de onunla epey bir yol yaptım.

Bu RX, Lexus’un ürettiği 5. nesil RX ve başlangıçtaki felsefesini hâlâ koruduğu çok belli.

Otomobilin dıştan görünüşü son derece avangard, kaslı, sportif ve şık.

Öyle ki, elbette bir Lambo Urus ya da Ferrari’nin Mazda’dan esinlenerek ürettiği Purosangue düzeyinde değil, ama Maserati’nin tüm SUV’ların daha şık ve kaslı görünüyor.

Bana göre rakip olarak sadece Audi Q8 ile çekişebilir. Sanki tek sınıf arkadaşı o gibi.

Lexus RX’in en etkileyici yönü önden görünüşü. Hiçbir SUV’a hatta hiçbir başka otomobile benzemeyen müthiş bir ön panjur ve onun çevresinde ona uydurulmuş far dizaynı var.

Siyah renkte çok belirgin olmayan bir müthiş ön görünüm, modelin “imza” rengi olan bakırla, müthiş vurucu hale geliyor. (Anlayacağınız üzere bu otomobili alacak olsam bakır rengi alırdım)

21 inçlik özel jantlar da otomobilin havasını olumlu yönde çok etkiliyor. RX 500h, sadace F Sport donanım paketi ile üretiliyor ve bu paketin küçük dokunuşları da otomobili güzelleştiriyor.

Ancak kapıyı açıp içine girdiğiniz zaman Lexus farkı daha iyi anlaşılıyor.

İddia ediyorum, hiçbir otomobil iç mekanı Lexus kadar kaliteli, hatasız ve dayanıklı üretilmiyor.

Girdiğiniz anda gördüğünüz kusursuz bir işçilik.

Üstelik de 40 bin kilometre boyunca test aracı olarak tepe tepe kullanılmış ve büyük ihtimalle hor kullanılmış bir aracın içinde olmamıza rağmen kalite hissi sanki araç fabrikadan yeni çıkmış gibi sizi sarmalıyor.

Gerçekten şaşırtıcı.

Deri kalitesi, dikiş kalitesi, pek az yerde kullanılan plastiğin kalitesi müthiş.

Direksiyonun karşısında bir gösterge ekranı ve onun devamında hayli büyük bir dijital bilgi ve kumanda ekranı var.

Oldukça büyük ve kullanışlı.

Tek hoşuma gitmeyen, havalandırma kontrollerinin de bu ekrandan yapılıyor olması. Benim gibi eski moda ve klasik tarzda bir adam için zorlayıcı. Yine de benzer bir tutum sergileyen pek çok markaya oranla daha kolay ve kullanışlı bir ekran.

“Human friendly” dedikleri cinsten. Hatta alışınca bayağı kolay.

Demi klasik Dash board çok şık.

Ortada Peugeot’lar ile BMW’ler arası küçük bir vites topuzu, el freni düğmesi ve otomobilin sürüş modu kontrolleri var. Hepsi çok ulaşılabilir ve çok kullanışlı konumlanmış.

Direksiyonun arkasında ise vitesi kontrol edebileceğiniz pedallar ayrıca mevcut.

Ön koltuklarda tüm konfor unsurları var. Siyah bordomsu kırmızı deri döşemeler ise müthiş şık ve kaliteli.

Arka koltukların diz mesafesi oldukça geniş. Şoförlü kullanmaya bile müsait.

Bagaj da keza.

RX 500h, adından da anlaşılacağı gibi bir hybrid. Ancak plug in değil. Kendi kendini şarj eden bir hybrid ve markanın ilk turbo hybridi.

2,4 litrelik turbo motor 2 elektrik motoru ile birlikte 366 beygir güç ve 550 NM tork üretiyor.

Otomobilin marşına bastığınız zaman motor hemen çalışmıyor. Yola çıkıyorsunuz gaza yüklendiğiniz anda benzinli motor devreye giriyor. Şehir içinde dur kalklarda elektrik motoru ile idare edebiliyorsunuz ancak çok uzun süre değil.

RX 500’ün yol performansı müthiş.

Akıllı tork dağıtım sistemi ile yol koşullarına göre ya da otomobilin virajdaki konumuna göre lastiklere ne kadar güç aktarılması gerektiğine otomobil kendi karar veriyor.

Hızlanma müthiş.

Sıfırdan yüze temiz bir 6 saniyede ulaşıyorsunuz. Esneklik de aynı oranda iyi. Ara hızlanmalar çok başarılı. 140 ile giderken birisi kıçınıza fazla yanaşırsa, gaza bastığınız anda mesafe hayli açılıyor ve arkadaki otomobilin sürücüsü bir SUV’dan beklemediği bir durumda muhtemelen kendi aracının güç kaybettiğini düşünüyor olabilir. O kadar iyi “kaçıyor”.

Dynamic Cruise Control sistemi ise şimdiye kadar gördüklerimin en iyisi.

Otonomiye çok yakın bir noktada.

Yaklaşma asistanı, kaza uyarı asistanı, şerit tutma asistanı birlikte çalışarak siz hiç dokunmasanız bile otomobili yolda tutuyor ama ellerinizi direksiyondan çektiğiniz zaman uyarıyor. Yine de pek çok markaya oranla çok daha yumuşak biçimde müdahale ediyor. Bazı markalar gibi ani bir kurtulma hareketinizi engelleyecek kadar güçlü müdahaleleri yok.

Lexus RX 500’ün tek kötü yanı otomobilin “control freak” yani kontrol manyağı olması.

Eğer asistanları kapatmazsanız, sanki yan koltukta sürekli eşiniz oturuyor gibi bir hisse kapılıyorsunuz.

Direksiyonun ortasındaki göz oturma pozisyonunuzu gözleyip sürekli “Dik oturun. Önünüze bakın. Dikkatli olun. Yorgun görünüyorsunuz. Mola verin” deyip duruyor. “Madem öyle gel sen kullan” da diyemiyorsunuz.

Araç bilgisayarı yol tabelalarına uymadığınız zaman uyarıyor, hızlı gidince uyarıyor, öndekine çok yaklaştın diye uyarıyor.

Çarpışma önleyici sistem ise özellikle park ederken sorunlu.

Durduk yere otomobile fren yaptırıyor.

Yaya trafiği arasında ilerlerken ise bayağı zorlanıyorsunuz.

Yukarıda bahsettiğim direksiyon arkasındaki vites değiştirme pedalları da bu kontrol manyaklığından naibini almış. Motor işletim sisteminin uygun bulmadığı vitesi seçemiyorsunuz. Belli ki aracın şanzımanının korumak için yapılmış ama benim otomobilimin şanzımanından bilgisayara ne!

Buna karşın Apple car play ve Android auto sistemleri çok iyi ve çok kolay.

Bir diğer sorun ise direksiyondaki kumandaların kullanışsız olması.

Öğrenene kadar zorlayan bir yazılımı var.

Öğrendikten sonra ise rahat ama başta beni bayağı sinir etti.

RX 500h’nin bir başka güzel tarafı ise frenleri.

Önde 400 mm’lik disk olmasının yarattığı farkı çok hissediyorsunuz.

Gördüğüm en dengeli frenlerden biri.

Sonuç olarak şahane bir otomobil.

Olması gerektiği kadar güçlü, olması gerektiğinden çok daha kaliteli bir iç mekana sahip, modern ve çok güzel görünen bir otomobil.

Kullanması keyifli ve oldukça güvenli. Keşke plug in hybrid’i de olsa dedirten bir araç.

Elbette bir BMW X5 M ya da Mercedes GLE 63 AMG değil.

Hatta benim sınıf arkadaşı olarak gördüğüm Audi Q8’in RS modeli ile de karşılaştırmıyorum.

Zaten 7 milyon TL civarında gezinen fiyatı ile onların yarısından daha ucuz.

Ama tüm saydığım modellerin makul motorlu olanlarından daha iyi, daha kaliteli ve daha güvenilir.

Bir test aracı olarak 40 bin km’de dökülüyor olması gerekirken neredeyse fabrikadan yeni çıkmış gibi olması da bir başka artısı.

Çok alınası bir araç ve bu sınıfta bir araç alacak olsam muhtemelen bunu tercih ederdim.

QOSHE - Sınıf birincisi olmaya aday  - Fatih Altaylı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sınıf birincisi olmaya aday 

647 0
28.04.2024

Otomobil yazılarına devam sözü vermemize ve pazar günlerini bu işe ayıracağımızı söylememize rağmen, hepinizin farkında olduğu gibi bu işi biraz aksattım.

Özellikle seçim dönemindeki yoğunluktan ötürü, yeni modelleri deneyimleyecek fazla vaktim olmadı.

Ama seçim döneminde yine de araya iki otomobil sıkıştırabildim ve bu hafta bunlardan ilkini, Lexus’un RX’ni anlatmaya çalışacağım.

Benim otomobil yazılarının müdavimleri, benim bir Mercedes hayranı ya da fanatiği olduğumu zannedebilirler.

Aslında bu pek doğru değildir.

Benim otomobil markalarına olan sevgim, bağlılığım veya fanatikliğim markanın dönemleri ile ilgilidir.

Mercedes’in SL ve S Coupe’lerini yılı ya da dönemi fark etmeksizin severim ama şimdi E diye bildiğimiz modeller benim için hiçbir zaman cazip olmamıştır.

Buna karşın bir BMW fanatiği olmasam da, 1980’lerin bir 635 CSİ’si hayal otomobiller listemin başında yer alır (Sevgili Erhan Önal’ı rahmetle anmadan geçemeyeceğim). Ya da 80’lerin son döneminde kullandığım bir 535 Turbo’yu unutamam.

Geçmişte burun kıvırdığım Porsche’nin (Sakın kırolar gibi porş diye okumayın. O otomobilin adı “porşe”dir), bugün en muhteşem spor araçların başında geldiğini ve Ferrariler’e tercih edeceğim bir otomobile dönüştüğünü inkar edemem.

Ya da tüm sorunlarına, tüm güvenilmezliğine rağmen Jaguar’ın dünyanın en güzel otomobillerinden bazılarına imza attığını kabul etmemek için ahmak olmak gerekir.

Uzun yıllardır truck ve birkaç Mustang dışında bir çöp kutusu üreticisi olan Amerikan Ford’un yaptığı GT 40’ın otomobil tarihinin en ikonik araçlarından biri olduğunu da kim kabul etmez ki!

Ama tüm bunlara rağmen evet, ben bir Mercedes hastasıyım ve benim için Mercedes bir kalite sembolüdür.

Ve bunun tek bir istisnası vardır.

Lexus.

Mercedes kadar şanlı ve uzun bir geçmişi, Mercedes gibi pistlerde rüzgar gibi esmişliği, SL ve SLR gibi otomobil tarihine damga vurmuş modelleri olmasa da, benim için Lexus bugün dünyanın uzak ara en kaliteli, en güvenilir, kilometre başına en az sorun çıkaran ve zannederim en konforlu otomobilidir.

Aslına bakarsanız, özellikle sorun çıkarmama ve arıza yapmama konusunda tüm Japon otomobilleri diğer tüm markaların önünde yer alırlar ve Mazda, Toyota, Subaru, Honda gibi markalar da bu konuda zirvededirler. (Orta sınıfta muhteşem bir otomobil olan ve bir dönem Türkiye’de en çok satan ithal araç konumunda olan Mazda’nın artık Türkiye’de olmaması çok üzücü).

Lafı çok uzatmayalım ve gelelim Lexus’a, Lexus RX 500h’ye.

1990’ların sonu idi.

Bir bebeğimiz olacak ve ben de bu yüzden eşime bir SUV kullanmasını öneriyorum.

Ancak o yıllarda SUV’lar bu kadar çok ve çeşitli değil.

Merceres G’yi çok rahatsız, tangır tungur buluyor, Mercedes M’ler ona göre tipsiz, BMW X5 ise henüz dünyaya gelmediği için tercihler arasında yok.

O sıralar pek bol olan Chevrolet Tahoe’lara ise “Ben Amerikan köylüsü müyüm?” eleştirisi ile karşı çıkılıyor.

Tam o günlerde bir ABD seyahati sırasında bir Lexus RX ile tanıştık.

Daha önce hiç görmediğimiz bir otomobildi. 3 litrelik motoru, bir SUV için hayli zarif ve sportif olan dış hatları, süper kaliteli iç donamını, o güne kadar pek rastlamadığımız güvenlik unsurları ve eşim için hepsinden daha önemli olan Pioneer tarafından bu araç için özel olarak üretilmiş müzik sistemi ile şahane ve görülmedik bir “şey”di.

Hande “Böyle bir SUV isterdim” dedi.

Ama o tarihlerde ne yazık ki, Lexus henüz Türkiye’ye ithal edilmiyordu ve ben de grey marketten otomobil........

© Fatih Altaylı


Get it on Google Play