Diğer

13 Mayıs 2024

Yeni Şafak, bu kez de 6 yaşındaki kız çocuğunun cinsel istismarı davasının avukatını hedef gösterdi. Sırf sanıklar bir tarikat şeyhi, eşi ve damadı olduğu ve onları aklamak için...

“Hem avukat hem savcı hem hâkim” manşetinde H.K.G. davasının avukatı ve KADEM Başkan Yardımcısı Canan Sarı’yı hiçbir somut belgeye, bilgiye dayanmadan örgüt üyeliğiyle, nüfuz kullanmakla şöyle suçladılar:

“Sarı, dosyadaki karanlık noktaları aydınlatacak, sanıkların lehine sonuçlar doğuracak taleplerin hepsine bu nüfuzunu kullanarak engel oluyor. 17-25 Aralık öncesinde FETÖ ile ilişki içerisinde olduğu belirtilen Sarı’nın, Fransa’daki okul yıllarında örgütün öğrenci yapılanmasında olduğu da öne sürülüyor.”

Kim belirtiyor, kim öne sürüyor? Haberde bunlar yoktu. En önemlisi de Canan Sarı’ya neden böyle bir nüfuz atfedildiğinin belli olmamasıydı.

Üstelik Yeni Şafak, KADEM’in ertesi gün Canan Sarı’yı sahiplenen açıklamasını da yayımlamadı. Enteresandır, KADEM’in Yeni Şafak’ı “bir gazetenin manşeti” diye isim vermeden yanıtladığı açıklamasını yine iktidar yanlısı Hürriyet, Haber7, Sabah, TRT Haber, Takvim ve Milliyet gazeteleri kullandı. Hem de “KADEM’den avukat Canan Sarı açıklaması: Adalet savaşı veriyor” gibi başlıklarla. Sabah ayrıca Canan Sarı ile söyleşi yaparak web sayfasında “Çamur at izi kalsın hesabı” başlığıyla yayımladı. Bu haberde de Yeni Şafak’ın adı verilmemişti.

İktidar medyasındaki bu bölünmeyle Yeni Şafak’ın haberindeki “nüfuz”dan ne kastedildiği de açıklığa kavuşmuş oldu. Çünkü KADEM’in Mütevelli Heyet Başkanı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar. Anlaşılan, Yeni Şafak aslında haberinde isim vermeden Sümeyye Erdoğan’ı hedef almıştı. Hedef alınan Sümeyye Erdoğan olunca iktidar yanlısı diğer gazeteler de ona ve vakfına sahip çıkma gereği duymuştu.

Bu olayda asıl gazetecilik sorunu, Yeni Şafak’ın, sanıkları kurtarmaya azmetmiş olması. Onların gerçekten suçlu olup olmadığına bakmadan “davanın İslami camiaya hakaret alanı” olduğunu savunuyorlar.

Fakat asıl bu şekilde davaya etki etmeye çalışarak tüm İslami camiayı zan altında bıraktıklarının farkında değiller… Gazeteciliği ise bir kez daha ayaklar altına alıyorlar…

Gürcistan’da “yabancı etkinin şeffaflığı” yasa tasarısına karşı protestolar haftalardır sürerken o yasada tanımlanan “etki ajanlığı” Türkiye'de de gündeme geldi. Yeni Şafak ve ardından Sabah, yeni “Yargı Paketi”nde “etki ajanlığı”nın Türk Ceza Yasası’ndaki “casusluk” suçuna ekleneceğini yazdı. Amaç da “Türkiye lehine gibi görünüp ancak aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturan etki ajanları”na yaptırım getirmekmiş!

Muhalif, eleştirel ve bağımsız gazetecilik için tehlikeli bir girişim bu. Çünkü bugüne değin zaten iktidar medyası, -özellikle Yeni Akit- birçok muhalif gazeteci, yazar ve aydını “etki ajanı” olarak hedef gösterdi. Böyle bir yasa çıkarsa siyasi iktidar, dilediği gazeteciye son derece muğlak bir tanımı olan “etki ajanlığı” suçlamasının yöneltilmesini sağlayabilir. Sabah'ın, bu düzenlemeyi eleştiren gazetecileri hedef alan “Etki ajanları panikte" haberi de bunun somut kanıtı.

Malum, AKP, iki yıl önce de dezenformasyona karşı önlem aldığı gerekçesiyle TCK’ya ekleme yaparak, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” oluşturmuştu. Hapis cezası öngören bu düzenleme gazetecilere karşı kullanılmaya başlandı bile.

“Etki ajanlığı” düzenlemesi de “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” gibi gazetecilik üzerinde yeni bir baskı ve tehdit aracı olabilir. TCK’daki “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” ucubeliği gibi “casus olmamakla birlikte casus gibi davranmak” gibi yeni bir kavram ortaya çıkarılabilir. İktidar aleyhine her yazı, her program “Türkiye’ye karşı propaganda” sayılıp, “etki ajanlığı” ilan edilebilir.

“Yumuşama" ya da “normalleşme" denilen süreci de zehirleyecek bu düzenlemeye karşı şimdiden ses yükseltmek gerek.

Çakarlı araçlar ve koruma polisleriyle gezen, çantalarını polise taşıtan iktidar yanlısı gazeteciler varmış. Bunu ilk yazan da Sabah yazarı Melih Altınok’tu. “Gazetecinin polis korumasıyla gezmesi nedir arkadaş?” sorusunu yöneltti. Cem Küçük ve Ersoy Dede de ona destek verdi.

Ersoy Dede “Bütün gün emniyet şeridi ayılarına parmak sallayan gazeteciler, yayından çıkınca kendileri aynısını yapıyor” dedi ama isim açıklamadı. “İsim istemeyin benden. Onlar kendini biliyor” dedi.

İyi de onlar kendilerini bilse ne olacak? Önemli olan bizlerin, kamuoyunun öğrenmesi. Devletin polisi ve çakarlı araçlarıyla caka satan, devlet olanaklarını kişisel konforu için kullanan gazetecilerin kim olduğunu bilmezsek hesap soramayız.

Melih Altınok, Cem Küçük ve Ersoy Dede, iktidar nimetlerinden böyle görgüsüzce yararlanan ve gazeteciliği kötüye kullananların engellenmesini gerçekten istiyorlarsa isimlerini gizlememeli. İsim açıklamadan meseleyi böyle genel ifadelerle yuvarlamak, daha çok dedikodu yazarlığına benziyor.

Güya eleştiriyor ama isim vermeyerek koruyorlar.

Otomotiv yazarlarının çoğu, önceki hafta sayfalarını Pekin’deki “Auto China 2024” fuarına ayırmışlardı. Fuarda tanıtılan yeni otomobil modellerini anlatıyorlardı yazılarında.

Ben de o yazarların Çin’e hangi bütçeyle gittiklerini merak ettim doğrusu. Malum, medya kuruluşları, bırakın Çin’deki otomobil fuarını, Anadolu kentlerinde “haber değeri” taşıyan felaketlere, etkinliklere bile muhabir göndermiyor.

Neyse, otomotiv yazarlarını Çin’de ağırlayan şirketleri geçen haftaki yazılardan öğrenmek mümkün oldu. Dünya, Hürriyet, Karar, Sabah ve Yeni Şafak’ta, aynı gün Chery Grup Başkanı Yin Tongyue ile Uluslararası Başkanı Zhang Guibing’in demeçleri yer aldı. Bu beş gazetenin otomotiv yazarları, şirketin Wuhu’daki merkezini ziyaret etmiş, yöneticilerle konuşmuşlardı!

Beşi de İspanya’da fabrika açan Chery’nin “Türkiye’de yatırımdan da vazgeçmediği” sözlerini başa çıkarmıştı. Belli ki, Pekin’de ağırlanmalarının karşılığını bu “PR” söyleşisi ile ödemişlerdi.

Auto Show dergisi ile CNN Türk’ün yazarlarını da Geely, Pekin’e davet etmişti. Onlar da bu şirketin haberlerini yayımladılar. Gazeteciliği şirket tanıtımı faaliyeti haline getiriyor bu tür yayınlar…

Gazeteci Gökhan Özbek, İstanbul’da taksicilere karşı savaş açan Martı TAG şirketi kurucusu Oğuz Alper Öktem’in paylaşımlarına dikkatimi çekti. Öktem’in her paylaşımı reklam olarak öne çıkarılıyor, bazı “haber hesapları” da bu reklamları habermiş gibi yayımlıyormuş.

Ben de kontrol ettim, çok haklı. Öktem, X hesabından 1 Mayıs’ta “Üşenmedim Kenya’ya geldim. Burda da paylaşımlı yolculuk var” diye yazarak görüntü paylaşmış. Tam bir reklam paylaştığı görüntü.

Ama @pusholder (2,8 milyon takipçi), @Darkwebhaber (1,5 milyon takipçi), @bosunatiklama (996 bin takipçi), @bpthaber (924 bin takipçi), @ZAMajans (713 bin takipçi), @metropolmedya_ (443 bin takipçi) ve daha az takipçili birçok hesaptan haber gibi ama hiç değiştirmeden yine dolaşıma sokulmuş.

Öktem, 6 Mayıs’ta da “Mısır’ın çöllerinde bile taksi sorunu çözülmüş” diye başka bir video paylaşmış X hesabından. Aynı şekilde bu reklam da yine aynı hesaplar tarafından hiç değiştirmeden, yeni bir bilgi eklenmeden, kontrol edilmeden haber gibi yayımlanmış.

Reklamın haber gibi paylaşılması, yayımlanması insanları kandırmaktır. Bu hesaplar, Öktem’in reklamlarını ücretli mi yayımlıyor bilmiyorum ama zaten bu durumu değiştirmez.

Tabii sosyal medyada reklamı haber gibi paylaşan bu siteler ne kadar haberci, gazetecilik mi yapıyorlar bu da tartışmaya açık bir konu.

Ama Pusholder hesabının profilinde “Yeni nesil dijital dünya”, Darkweb Haber’de “Dijital çağın haber portalı”, Boşuna Tıklama’da da “Dijital medya ve haber” açıklamasına yer veriliyor; adı geçen öbür hesaplar da kendilerini benzer ifadelerle tanımlıyorlar.

Prof. Dr. Süleyman İrvan, “ kırıntı haberciliği” olarak tanımlıyor bu hesapların yaptığını. Tek tweetle, tek cümleyle “haber” verdiklerini iddia ediyorlar. Halbuki verdikleri sadece başlık. Onları da çoğu, kendi muhabirleri, editöryal kadroları olmadan oradan buradan aldıkları metinleri, görüntüleri, paylaşımları kullanıyorlar. Gazetecilik, editoryal bir süreçtir. O nedenle bu paylaşımları gazetecilik ve haber tanımları içinde göremiyorum. Öyle olunca da gazetecilik ilkeleri açısından değerlendirmek mümkün değil.

Onlardan asıl beklememiz gereken, gazetecilerin emeğine saygı gösterip onların haberlerini çalmamaları, okur ve izleyicilerini kandırarak reklamları haber gibi sunmamaları.

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi.

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021)

Bahçeli’nin "tercüme" gerektiren söz ve davranışları olduğunda en doğrusu yine kendisine sormak. Elbette Bahçeli’ye sorulamamışsa, MHP yöneticileriyle konuşulabilir ama...

Bir gazetenin, yazarının bir siyasetçiyle kavgaya girişmesi karşısında nesnel tavır alması gerekir. Ancak Yeni Şafak, o olayı okurlarına aktarmadan yazarının yanında saf tuttu

Teflon üreticileri şimdilik zafer kazandılar ama Fransa’da yasaklanacağını duyuran Türkiye medyası, bu gelişmeleri haber yapmadı. Yasağı haber verenler fikri takip yapıp da sonra ne olduğunu yayımlamadı. Böylece Fransa’da yasaklanacağı haberini okuyanlar, o bilgiyle kaldılar...

© Tüm hakları saklıdır.

QOSHE - Asıl hedef Sümeyye Erdoğan’dı - Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Asıl hedef Sümeyye Erdoğan’dı

90 0
13.05.2024

Diğer

13 Mayıs 2024

Yeni Şafak, bu kez de 6 yaşındaki kız çocuğunun cinsel istismarı davasının avukatını hedef gösterdi. Sırf sanıklar bir tarikat şeyhi, eşi ve damadı olduğu ve onları aklamak için...

“Hem avukat hem savcı hem hâkim” manşetinde H.K.G. davasının avukatı ve KADEM Başkan Yardımcısı Canan Sarı’yı hiçbir somut belgeye, bilgiye dayanmadan örgüt üyeliğiyle, nüfuz kullanmakla şöyle suçladılar:

“Sarı, dosyadaki karanlık noktaları aydınlatacak, sanıkların lehine sonuçlar doğuracak taleplerin hepsine bu nüfuzunu kullanarak engel oluyor. 17-25 Aralık öncesinde FETÖ ile ilişki içerisinde olduğu belirtilen Sarı’nın, Fransa’daki okul yıllarında örgütün öğrenci yapılanmasında olduğu da öne sürülüyor.”

Kim belirtiyor, kim öne sürüyor? Haberde bunlar yoktu. En önemlisi de Canan Sarı’ya neden böyle bir nüfuz atfedildiğinin belli olmamasıydı.

Üstelik Yeni Şafak, KADEM’in ertesi gün Canan Sarı’yı sahiplenen açıklamasını da yayımlamadı. Enteresandır, KADEM’in Yeni Şafak’ı “bir gazetenin manşeti” diye isim vermeden yanıtladığı açıklamasını yine iktidar yanlısı Hürriyet, Haber7, Sabah, TRT Haber, Takvim ve Milliyet gazeteleri kullandı. Hem de “KADEM’den avukat Canan Sarı açıklaması: Adalet savaşı veriyor” gibi başlıklarla. Sabah ayrıca Canan Sarı ile söyleşi yaparak web sayfasında “Çamur at izi kalsın hesabı” başlığıyla yayımladı. Bu haberde de Yeni Şafak’ın adı verilmemişti.

İktidar medyasındaki bu bölünmeyle Yeni Şafak’ın haberindeki “nüfuz”dan ne kastedildiği de açıklığa kavuşmuş oldu. Çünkü KADEM’in Mütevelli Heyet Başkanı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar. Anlaşılan, Yeni Şafak aslında haberinde isim vermeden Sümeyye Erdoğan’ı hedef almıştı. Hedef alınan Sümeyye Erdoğan olunca iktidar yanlısı diğer gazeteler de ona ve vakfına sahip çıkma gereği duymuştu.

Bu olayda asıl gazetecilik sorunu, Yeni Şafak’ın, sanıkları kurtarmaya azmetmiş olması. Onların gerçekten suçlu olup olmadığına bakmadan “davanın İslami camiaya hakaret alanı” olduğunu savunuyorlar.

Fakat asıl bu şekilde davaya etki etmeye çalışarak tüm İslami camiayı zan altında bıraktıklarının farkında değiller… Gazeteciliği ise bir kez daha ayaklar altına alıyorlar…

Gürcistan’da “yabancı etkinin şeffaflığı” yasa tasarısına karşı protestolar haftalardır sürerken o yasada tanımlanan “etki ajanlığı” Türkiye'de de gündeme geldi. Yeni Şafak ve ardından Sabah, yeni “Yargı Paketi”nde “etki ajanlığı”nın Türk Ceza Yasası’ndaki “casusluk” suçuna ekleneceğini yazdı. Amaç da “Türkiye lehine gibi görünüp ancak aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturan etki ajanları”na yaptırım getirmekmiş!

Muhalif, eleştirel ve bağımsız gazetecilik için tehlikeli bir girişim bu. Çünkü bugüne değin zaten iktidar medyası, -özellikle Yeni Akit- birçok muhalif gazeteci, yazar ve aydını “etki ajanı” olarak hedef gösterdi. Böyle bir yasa çıkarsa siyasi iktidar, dilediği gazeteciye son derece muğlak bir tanımı olan “etki ajanlığı” suçlamasının yöneltilmesini sağlayabilir. Sabah'ın, bu düzenlemeyi eleştiren gazetecileri hedef alan “Etki ajanları panikte" haberi de bunun somut kanıtı.

Malum, AKP, iki yıl önce de dezenformasyona karşı önlem aldığı gerekçesiyle TCK’ya ekleme yaparak, “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” oluşturmuştu. Hapis cezası öngören bu düzenleme gazetecilere karşı kullanılmaya başlandı bile.

“Etki ajanlığı” düzenlemesi de “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” gibi gazetecilik üzerinde yeni bir baskı ve tehdit aracı olabilir. TCK’daki “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” ucubeliği gibi “casus olmamakla birlikte casus gibi davranmak” gibi yeni bir kavram ortaya çıkarılabilir. İktidar aleyhine her yazı, her program “Türkiye’ye karşı propaganda” sayılıp, “etki ajanlığı” ilan edilebilir.

“Yumuşama" ya da “normalleşme" denilen süreci de zehirleyecek bu düzenlemeye karşı........

© T24


Get it on Google Play