Barış Doster yazdı…

Sömürgecilik ve emperyalizm dendiğinde, emperyalist, güçlü devletlerin mazlum, zayıf devletleri nasıl sömürdükleri, topraklarını, zenginliklerini nasıl ele geçirdikleri, halklarını nasıl yönettikleri, köleleştirdikleri anlatılır. Sömürünün, tahakkümün, güdümün yolları, yöntemleri, araçları bellidir. İktisadi, siyasi, askeri araçlar kullanılır. Bu araçlara kültürel araçlar eşlik eder. Hedefteki ülkenin halkı kültürsüzleştirilir, sömürgeci hayranı yapılır, kendi benliğine yabancılaştırılır. Hatta kendinden, tarihinden utanır hale getirilir. Aydınların devşirilmesi, adeta mankurtlaştırılması önemlidir bu süreçte.

Başka yöntemler ve araçlar da vardır: İç çatışmalar çıkarılır, kışkırtılır. Feodalizm üzerinden, kimlik siyasetiyle halk birbirine düşürülür, millet parçalara ayrıştırılır, kardeş kardeşe kırdırtılır. Darbe yapılır, yaptırılır, darbeciler desteklenir. Son aşamada silahlı işgal devreye girer. Merkez, sanayileşmiş, kapitalist devlet için sömürge elde etmek gerek şarttır, ama büyük emperyalist güç olmak için yeter şart değildir. Büyük emperyalist güç olmak için başka koşullar gerekir.

Geçmişte, sömürge elde etme konusunda, deniz gücü olma konusunda önemli adımlar atan İspanya, Portekiz, Hollanda, İtalya gibi devletlerin, zamanla geriye düştükleri, emperyalist rekabette havlu attıkları görülmüştür. Örneğin, Filipinler adı İspanya Kralı II. Filip’ten geldiği halde; Latin Amerika’da Brezilya hariç diğer ülkelerin dili İspanyolca olduğu halde; Kolombiya adı Cenevizli kaptan, kâşif Kristof Kolomb’dan geldiği halde, bugün Avrupa’nın Akdeniz’e kıyıdaş bu ülkeleri, büyük güçler arasında değillerdir.

Çünkü emperyalist olmak; kapitalizmin en ileri aşamasına ulaşıp büyük güç olmayı, yönetebilme kabiliyetine sahip olmayı gerektirir. Hegemonya inşa etmek, rıza üretmek kolay değildir. Sert güç unsurlarına sahip olmak gerekir. Güçlü ekonomi, güçlü ordu, güçlü siyasal baskı yoksa, sadece diplomatik manevralarla, kültür kurumlarıyla, yumuşak güç araçlarıyla hakimiyet kurmak olanaksızdır. Sert gücü olmayan devlet, ne kadar gelişmiş olursa olsun, kolay hegemonya kuramaz. Hiçbir emperyalist devlet, yumuşak güç araçlarıyla yetinmez.

Başka bir devlet üzerinde hegemonya kurmak ve bunu sürdürmek isteyen her devlet, doğası gereği emperyalist karakterlidir. Çünkü başka bir devlet üzerinde kalıcı nüfuz sahibi olmak, onu gütmek, yönetmek, yeraltı – yerüstü kaynaklarına sahip olmak, pazarını ele geçirmek, halkını sömürmek, ucuz emek olarak kullanmak için, sadece yumuşak güç unsurları yetmez. Sert güç de gerekir. Başka bir milletin rızasını almak, ona örnek olmak, ondan saygı görmek, onda hayranlık uyandırmak, ona önceliklerini kabul ettirmek, kolay olmaz. Sadece yumuşak güç unsurlarıyla olmaz. Sadece silahla da olmaz. Fakat silahsız hiç olmaz. Bunların hepsinin birden yerinde, zamanında, dozunda kullanılması gerekir. Günümüzden örnek vermek gerekirse, hemen akla Almanya ve Japonya gelirler. İkisi de ekonomik, teknolojik, endüstriyel ölçekte büyük güçtür ama o oranda siyasi güç değildir. Çünkü askeri güçleri zayıftır. Zayıf olduğu için de siyasi anlamda büyük güçler, küresel güçler arasına girememektedirler.

Klasik sömürgecilikte sistem şöyle işlemiştir yıllarca: Hedefteki ülkeye siyasi güç, askeri güç önceden gitmiş, ekonomik gücün girmesi için uygun ortamı hazırlamıştır. Onun yolunu açmıştır. Bir başka ifadeyle emperyalist devlet; hedefindeki ülkeyi önce siyasi olarak baskı, güdüm altına almış, olmadı işgal etmiş, sonra da onun kaynaklarını, pazarını, emeğini sömürmüştür. Günümüzde ise ekonomik güç önden gitmektedir. Sermaye ihracı, mal ihracı önden gidip, siyasi gücün girmesi, kültürel nüfuzun zemin bulması için alan açmaktadır.

Son dönemde Afrika’da gözlenen uyanış; büyük güç rekabetinin (bir yanda ABD ve Avrupa, bir yanda Rusya ve Çin), ABD ve Fransa’nın kıtadaki etkisinin gerilemesine karşılık özellikle Çin’in, bir miktar da Rusya’nın etkisinin artmasının, Afrika’daki bağımsızlıkçı damarın kabarmasının sonucudur. Fransa’ya, Almanya’ya, Portekiz’e, Hollanda’ya, Belçika’ya yönelik tepkiler artmaktadır. Tepki, bu emperyalist ülkelere ait üslerin kapatılmasından dillerinin resmi dil statüsünden çıkarılmasına, şirketlerinin kovulmasından bu ülkelerden tazminat istenmesine kadar uzanmaktadır.

Bu noktada Afrika Birliği’nin tutumu önemlidir. Çünkü yoksul kıtanın en büyük çatı örgütüdür. 1963 yılında, 32 ülke tarafından kurulmuştur. Günümüzde 55 üyesi vardır. Merkezi Afrika’nın hiç sömürge olmamış ülkesi Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’dır. Üyeleri çok yoksul olduklarından, yarıya yakını, örgüte yıllık ödemesi gereken aidatı ödeyememektedir. Örgüte, 2005’ten beri gözlemci üye, 2008’den beri stratejik ortak olan Türkiye, üye ülkelerden Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır.

Afrika’nın emperyalizme karşı mücadelesi, her Cumhuriyetçinin, Atatürkçünün, Kemalistin, ulusalcının, ulusal solcunun, ayakları Anadolu topraklarına basan devrimcinin, yurtseverin doğal olarak ilgi alanına girer. Çünkü emperyalizme karşı dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı’nı veren büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; henüz Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında emperyalizm tahlili yapmış ve “mazlum milletler” diyerek rotayı şu şekilde çizmiştir:

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.”

1980 öncesinde öldürülen aydınlanma şehitlerimizden Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in “Mazlum milletler, üçüncü dünyanın göbek adıdır” şeklindeki sözleri de, Türk Devrimi’nin ideolojik tercihinin, sınıfsal karakterinin, emperyalizme karşı mücadeledeki konumunu özetler. Atatürk’ün, bir sabah Mısır’ın Ankara’daki büyükelçisine, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek söylediği şu sözler, emperyalizme karşı mücadeleyle dünya barışı arasındaki bağı nasıl kurduğunun kanıtıdır:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır”.

QOSHE - Emperyalizm, sömürgecilik ve Atatürk - Barış Doster
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Emperyalizm, sömürgecilik ve Atatürk

105 1
12.05.2024

Barış Doster yazdı…

Sömürgecilik ve emperyalizm dendiğinde, emperyalist, güçlü devletlerin mazlum, zayıf devletleri nasıl sömürdükleri, topraklarını, zenginliklerini nasıl ele geçirdikleri, halklarını nasıl yönettikleri, köleleştirdikleri anlatılır. Sömürünün, tahakkümün, güdümün yolları, yöntemleri, araçları bellidir. İktisadi, siyasi, askeri araçlar kullanılır. Bu araçlara kültürel araçlar eşlik eder. Hedefteki ülkenin halkı kültürsüzleştirilir, sömürgeci hayranı yapılır, kendi benliğine yabancılaştırılır. Hatta kendinden, tarihinden utanır hale getirilir. Aydınların devşirilmesi, adeta mankurtlaştırılması önemlidir bu süreçte.

Başka yöntemler ve araçlar da vardır: İç çatışmalar çıkarılır, kışkırtılır. Feodalizm üzerinden, kimlik siyasetiyle halk birbirine düşürülür, millet parçalara ayrıştırılır, kardeş kardeşe kırdırtılır. Darbe yapılır, yaptırılır, darbeciler desteklenir. Son aşamada silahlı işgal devreye girer. Merkez, sanayileşmiş, kapitalist devlet için sömürge elde etmek gerek şarttır, ama büyük emperyalist güç olmak için yeter şart değildir. Büyük emperyalist güç olmak için başka koşullar gerekir.

Geçmişte, sömürge elde etme konusunda, deniz gücü olma konusunda önemli adımlar atan İspanya, Portekiz, Hollanda, İtalya gibi devletlerin, zamanla geriye düştükleri, emperyalist rekabette havlu attıkları görülmüştür. Örneğin, Filipinler adı İspanya Kralı II. Filip’ten geldiği halde; Latin Amerika’da Brezilya hariç diğer ülkelerin dili İspanyolca olduğu halde; Kolombiya adı Cenevizli kaptan, kâşif Kristof Kolomb’dan geldiği halde, bugün Avrupa’nın Akdeniz’e kıyıdaş bu ülkeleri, büyük güçler arasında değillerdir.

Çünkü emperyalist olmak; kapitalizmin en ileri aşamasına ulaşıp büyük güç olmayı, yönetebilme kabiliyetine sahip olmayı gerektirir. Hegemonya inşa etmek, rıza üretmek kolay değildir. Sert güç unsurlarına sahip olmak gerekir. Güçlü ekonomi, güçlü ordu, güçlü siyasal baskı yoksa, sadece diplomatik manevralarla, kültür kurumlarıyla, yumuşak güç araçlarıyla hakimiyet kurmak olanaksızdır. Sert gücü olmayan devlet, ne kadar gelişmiş olursa olsun, kolay hegemonya kuramaz. Hiçbir emperyalist devlet, yumuşak güç araçlarıyla yetinmez.

Başka bir devlet üzerinde hegemonya kurmak ve bunu........

© Veryansın TV


Get it on Google Play