|
Bahri ÖmeroğluKaradeniz'de sonnokta |
haiku'yu bugünkü yazım tekniğine uyarlayan matsuo basho'dan (1644-1684) kuzeye giden ince yol'u çeviren *coşkun yerli'nin (1950-2007) ondan...
taş bana hiçbir kötülüğü dokunmasa da ben onu her şekle soktum onun timsalinde neleri yansıtmadım ki dökme demir ile kurşunun taş ile...
yoksa bir anlamı olmalı yaşamamızın ey aşk! barhal çayının doğduğu yerlerden biri de gudashev köyü ilk kaynağı iki kola ayrılıp...
kırlangıçlar göğün kamikazeleri bir bakıyorsunuz burada bir bakıyorsunuz orada yarım kalmış hesabı geri dönüp ödeme telaşındaki...
sis göz gözü görmüyor öyle bir çise var ki evlere şenlik her mevsim dönüşünde aynı seremoni biz ne kadar unutmuşsak o o kadar...
sevgili günlüğüm; hiçbir kötü emelim yoktu bu kente ilk geldiğim 1970'de sonra rüzgâr ve yağmur nereye götürüp atmışsa beni onun...
nereden aklıma düşmüşse; 1987’de ankara'da mülkiyeliler birliği lokalinde ilk yaz gününde bir köşeye sığışmış edip akbayram'ın...
noktasız virgülsüz: aşağıdaki dizeleri nedense sıralı-sırasız öylesine eklemek gereğini duyumsadım bir tür öze dönüş içsel...
karadeniz'in yükseltilerindeki dağ köylerinde 1960'lı yıllarda zaman kavramı yoktu sanki birçok insanın evinde değil radyo takvim ya da saat...
mimozalar savmak üzere sahil kesiminde papatyalar çingene menekşeleri şimdi çığlık çığlığa fındıklıkların altında değişmeye...
bugün ganita'da oturmuş gelgitleriyle vuruşuyorum içimin karşımdaki karadeniz’se rüzgârın etkisiyle kuzulanıp çalpalanmakta mevsim...
oldum olası hiç mi hiç sevmem berber koltuğunu çocukluğum gelir aklıma çünkü o zamanlar bugünkü gibi tıraş makineleri yoktu aman...
oldum olası hiç mi hiç sevmem berber koltuğunu çocukluğum gelir aklıma çünkü o zamanlar bugünkü gibi tıraş makineleri yoktu aman...
sazı öylesine alelade çalıyor sol elini göğe kaldırıp serçeyi gösterir gibi sağ elini böğrüne koyup muş ovasındaki yabani lalenin...
bugün hafif çise ve sisler altında trabzon çok severim çiseli şimşekli gök gürültülü sağanak yağışlı kasvetli havaları öyle böyle...
çünkü cumhuriyet; senin insan olduğunu sana öğretti bir gecede değil yüzyıllardır cahil bırakıldığını öğretti dilin ile...
kesilip atılan tırnak misali kaldırıp atmış kendisini sanki gündoğumundaki yüzüne kentin yeryüzüne yeniden doğumun başlangıcına...
ağladım bir insanı ağladığım kadar bir kedi için bir ağaç için ağladım bir çiçek için ülkemin üst üste dizili karataş duvarları...
ölümden öldürmekten zevk alan bir çağ hiçbirimiz bu kötürüm çağın bireyleri değiliz kökünden değiştirmek içinse sanata...
kaç gündür aynı iç sıkıntısıyla yaşadığım kentin daracık sokaklarında serseri mayın gibi volta atıyorum oldum olası hiçbir...
dünkü çise devam ediyor şimdi arnavut taşları ne de güzel ıslanmakta onlardan birkaç kilometre uzaktayım gökbilimcinin söylemine göre...
insan varsa anlamlıdır her şey güneşin doğup batması ay’ın denizin ya da kırların-dağların üzerindeki o eşsiz görüntüsü suların...
Bir kavram ne kadar çok yanlış kullanılırsa o kadar etkinleşip yerleşiyor ülkemizde üstelik bunu kendi kişisel çıkarları için...
Bu mektubu sana bir üniversitenin 1 nolu radyoloji odasının içine gömülen deri koltuğundan yazıyorum * hiç bitmeyen güz ve hiç gelmeyen...