Ancak, daha yakından incelendiğinde, laikliğin bu iddialı biçiminin yalnızca tartışmalı değil; aynı zamanda potansiyel olarak baskıcı olduğu ve ironik bir şekilde aşmaya çalıştığı sistemleri yansıttığı ortaya çıkmaktadır.

Özünde, Comte’cu laiklik anlayışı, dinin kamusal alandan kesin bir şekilde ayrılmasını benimser. Toplumsal ilerlemenin tek hakemi olarak akıl ve ampirik gözlemi savunur. Bu paradigma altında din kişisel inanç alanına indirgenirken, devlet rasyonel ve tarafsız bir varlık rolünü üstlenir.

Ancak, kendisini medeniyetin öncüsü olarak kabul ettirme gayretindeki bu laiklik biçimi, modern toplumları oluşturan inanç ve değerlerin çeşitliliğini çoğu zaman göz ardı etmektedir.

Kendisini hakikatin ve ilerlemenin tek hakemi olarak konumlandıran katı laiklik, otoriterleşme, kendi dünya görüşünü farklı topluluklara dayatma ve bu süreçte çoğulculuğu boğma riski taşımaktadır. Diyalog ve uzlaşmayı teşvik etmek yerine, istemeden de olsa, muhalif seslerin marjinalleştirildiği ve kamusal söylemden dışlandığı bir tür ideolojik hegemonyayı sürdürür.

Dahası, bu çerçevede “uygarlık” ve “modernlik” kavramlarını neyin oluşturduğu da oldukça tartışmalıdır.

Kimin ilerleme tanımını benimsiyoruz? Kimin değerlerine öncelik veriyoruz? Belirli epistemolojik çerçevelere, diğerleri karşısında ayrıcalık tanıyan katı laiklik, rasyonalist düşüncenin sınırlarının ötesinde var olan insan deneyimi ve anlayışının zengin dokusunu göz ardı ederek kültürel emperyalizm tehlikesini taşımaktadır.

Pasif Laiklik

Buna karşılık, daha pasif bir laiklik biçimi, devleti tüm dinler ve inançlar arasında tarafsız bir hakem olarak konumlandıran daha makul bir alternatif sunmaktadır.

Tekil bir dünya görüşü dayatmak yerine, pasif laiklik çeşitliliği ve çoğulculuğu benimser ve devletin rolünün hakikati dikte etmek değil, dini veya felsefi bağlılıkları ne olursa olsun tüm vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumak olduğunu kabul eder.

Laikliği, saldırgan rasyonalizmin sınırlarının ötesinde yeniden tasavvur ederek daha kapsayıcı ve adil bir toplumu teşvik etme fırsatına sahibiz.

Ülkemizde laiklik üzerine yapıcı tartışmalar, katı ve otoriter laiklik anlayışının Türk toplumunda yarattığı travma nedeniyle neredeyse imkânsız hale geldi.

Bugün pek çok insan anlaşılır bir şekilde bu terime karşı temkinli yaklaşırken, şaşırtıcı bir şekilde bazıları hala Comte’cu laiklik geleneğine geri dönülmesini savunuyor. Bu iki uç arasında sıkışıp kaldığımızda, medeni bir müzakere yürütme şansımız zayıflıyor.

Kısacası, baskıcı olmayan yeni bir laiklik anlayışında (ismi laiklik olmak zorunda da değil) devlet dini inançlara karşı tarafsız kalacaktır. Bireylerin inançlarını özgürce yaşamalarını sağlamayı amaçlayacaktır.

Bu anlayış sadece azınlık din mensuplarını korumakla kalmayacaktır. Örneğin Türkiye’de İslam içindeki farklı mezhep veya gelenekler arasında da adaleti sağlayacaktır. Devletin dinin arkasına sığınmasını imkansız kılacaktır ve herhangi bir İslam algısını bir diğerinin üzerine koymayacaktır.

QOSHE - Laikliği yeniden düşünmek: Otoriter uygarlık epitomlarının ötesinde - Ahmet Said Aydil
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Laikliği yeniden düşünmek: Otoriter uygarlık epitomlarının ötesinde

24 6
11.05.2024

Ancak, daha yakından incelendiğinde, laikliğin bu iddialı biçiminin yalnızca tartışmalı değil; aynı zamanda potansiyel olarak baskıcı olduğu ve ironik bir şekilde aşmaya çalıştığı sistemleri yansıttığı ortaya çıkmaktadır.

Özünde, Comte’cu laiklik anlayışı, dinin kamusal alandan kesin bir şekilde ayrılmasını benimser. Toplumsal ilerlemenin tek hakemi olarak akıl ve ampirik gözlemi savunur. Bu paradigma altında din kişisel inanç alanına indirgenirken, devlet rasyonel ve tarafsız bir varlık rolünü üstlenir.

Ancak, kendisini medeniyetin öncüsü olarak kabul ettirme gayretindeki bu laiklik biçimi, modern toplumları oluşturan inanç ve değerlerin çeşitliliğini çoğu zaman göz ardı etmektedir.

Kendisini hakikatin ve ilerlemenin tek hakemi olarak konumlandıran katı laiklik, otoriterleşme, kendi dünya görüşünü farklı topluluklara dayatma ve bu süreçte çoğulculuğu boğma riski taşımaktadır. Diyalog ve uzlaşmayı teşvik etmek yerine, istemeden de olsa, muhalif seslerin marjinalleştirildiği ve kamusal söylemden dışlandığı........

© Yeni Asya


Get it on Google Play