Biraz politik ekonomi yapacağım. Çünkü öyle bir değişim ve dönüşüm içinden geçiyor ki Türkiye yakında olacak bitecekleri anlamak için bu başlıkta fikir sahibi olmak gerekiyor. Üstelik bu değişim ve dönüşümün somutlaşmış hali öyle çarpıcı ki politik ekonomi analizi yapmamak haksızlık olur.

Başlayalım.

Evvela şunu ifade edeyim; bu konuda tartışma yapmak isteyen kişi bağlamı İkinci Körfez Savaşı’nda ABD askerlerinin intikal ve lojistiği için Meclis’e sunulan tezkerenin reddinden alırsa şaşırmam. Yahut bu tezkerenin de kök nedeni olan ve devletler muvazenesindeki ilişkileri gerçekten değiştiren olay olan 11 Eylül’den alırsa daha doğru yaptığına da inanırım. Ama ben 2013 yılının değişimi ve dönüşümü somutlaştırmak bakımından Türkiye için daha belirleyici olduğunu düşündüğümden analizime o yıldan başlayacağım.

Türkiye, 2013’te IMF ile stand-by anlaşmasını bitirdikten itibaren azalan bir cari açık trendi yakalayınca Doğu ve Batı arasında bir denge kurmayı yeğledi. Çünkü Doğu yükseliyordu ve tarih bu coğrafyanın hem Doğu hem de Batı denkken asıl rolünü oynayabildiğini gösteriyordu.

Hem Türkiye denge kurmakta çok iyiydi. Cumhurbaşkanı Sn Erdoğan’ın dünyadaki diğer hükümet başkanlarına nazaran tecrübeli ve liderlik-üstün olması seçilen denge stratejisine de uyumluydu.

Bu süreçte, Türkiye eksen kayması tartışması da yaptı, 17-25, Gezi, 15 Temmuz gibi her sınanmadan da geçti. Üstüne üstlük ummadığı bir yatırım greviyle (detaylar için bir önceki yazımı okuyabilirsiniz) karşı karşıyaydı ve Doğu henüz gelişmiş ilişkiler kurmakta aciz olduğundan yalnızlaştı. Hatta ta ki benzer ama daha soğukkanlı bir denge politikası izleyen Rusya soğukkanlılığını kaybedene kadar. Türkiye’nin yalnızlığı Ukrayna-Rusya Savaşı ile bitti. Uyguladığı denge stratejisi bu savaştaki faydasıyla anlam bulmuştur denebilir. Türkiye’nin tüm bu strateji dönemi boyunca “barış” yanlısı söylem kurması da stratejinin bir gereğiydi.

Ama bu stratejinin asıl ve belki de tek, olsun tek olsa da çok büyük, faydası Türk Devletler Teşkilatı’nın kurulmuş olmasıydı. Karabağ zaferinin Teşkilatın vücut bulmasındaki rolünü göz ardı etmeden söylüyorum. Türk Devletler Teşkilatı bu milletin bazen Kızılelmasının ta kendisi bazen Kızılelmasının en önemli parçası olarak görülmüştür, unutmayınız.

Ve fakat bu kazanımı elde ettikten sonra Türkiye, Doğu- Batı dengesi stratejisini bir tarafa bıraktığı, yahut şimdilik bir tarafa bıraktığı, bir tercihte bulundu. Yüzünü yeniden en azından üniversitelerindeki Gazze protestolarıyla dünyanın hala temel referansı olan Batı’ya döndü. Bunun sembolü ise ekonomi yönetimindeki değişimdi.

Bakan Şimşek’in ve “kısmen” değişen ekonomi yönetiminin göreve gelmesinin anlamı buydu.

Fakat Türkiye, 7 Ekim’e kadar bu strateji değişikliğinde temkinli davrandı. Hatta 7 Ekim sonrasını da görene kadar. Doğu’nun hala çok pasif, etkisiz ve aşırı çekingen olduğunu gördü. Üstelik Batı toplumları (yer yer siyasileri dahil), Doğu toplumlarından hala çok üstün olduklarını Gazze tavrıyla gösterdi. Bu okumalar sonrası Türkiye temkinli olmayı bir tarafa bıraktı. Ocak sonuna doğru İsveç’in NATO üyeliğini onayladı.

Türkiye’nin kredi notu o gün yükselmişti, Türkiye gri listeden de o gün çıkmıştı. Türkiye NATO finansının başka imkanlarına da o gün erişmişti. Bunları gelecekte beklemenin bir anlamı yok.

Rusya ile iletişim de adeta kesildi. Putin’in Ankara ziyareti ertelendi ve gerçekleşmesi gündemden çıktı. Enerji merkezi gibi bağlamlar bir tarafa bırakıldı. Hindistan, Vietnam ve Çin Batı’da partner aradıkları bu günlerde Türkiye’yi bir durak yapmadı. Modi, Yunanistan’a kadar, Vietnam başbakanı Pham Minh Chinh ve sonrasında Çin Başkanı Xi Macaristan’a kadar geldiler oysa. Hoş, Biden görüşmesi de iptal oldu ama yerine Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier ve en önemlisi de CHP genel başkanı Özgür Özel görüşmesi kondu.

Körfez ülkeleri ile temassa gelişmeye başladı. Hasılı şimdi elde Batı, Türk Devletler Teşkilatı ve Körfez ülkeleri var.

Bu denklem Türkiye’nin Batıya meylettiği anlamına geliyordu ve söz konusu Batıcılıksa has Batıcı olan CHP ortadan bir lider olarak Sn Özel’i çıkararak seçimde birinci parti haline geldi. CHP bilerek bunu yaptı demiyorum. Çünkü CHP hala genel seçimde bir fırsat kaçırdığı düşüncesinde. Oysa, sembolik olarak, ekonomi yönetimi değişmese ve İsveç’in NATO üyeliği onaylanmasa seçmen indinde konumu önceki pozisyonda olduğu gibi kusurlu kalacak ve böyle bir başarı elde edemeyecekti. Bunun artık farkına varmalı.

İsveç’in NATO’ya üyeliği CHP’nin seçim başarısının öncü işaretiydi.

Gelelim bugüne. Mesele Osman Kavala’ya çok hızlı geldi. Kavala meselesinde adaletin kestiği parmak, dikilmek isteniyor. Bu ampütasyondan dönüş olur mu, bilmem.

Ama şimdi, Merkez Bankası Menkul Kıymet Tesisi Tebliğ’ini kaldıracak kadar sadeleşmişse Türkiye’de çok büyük değişimlerin başlaması beklenebilir. Belki Sn Bahçeli’nin genel seçim sonuçlarını değerlendirdiği konuşmasında kurduğu ve çok sırlı bulunan o “inşaAllah Türkiye değişmez,” sözlerini de buraya kadar yeterince açıklamışımdır.

Değişim ilginç biçimde medyada başladı aslında. Ana akım medya profilleri kanal değiştirdi hatta kanalsız kaldı. Bir süredir gündemi meşgul eden velayet tartışmaları dahi boşa değildi. Dizi endüstrisinde dahi yansımaları oldu. Tarihi diziler Ertuğrul’un reytingine ulaşamadığı gibi Batılı Türkiye’nin yahut daha önce yazdığım şekliyle Kemalist İslam sentezinin dizileri ön plana çıktı. Sertap Erener’in Eurovision’da şarkısını yeniden okuyacak olması da tesadüfi değildir.

Siyasetteki değişimden de bahsettim aslında. Kılıçdaroğlu’nun, Akşener’in, Karamollaoğlu’nun siyasetin dışında kalması da seçim sonucu dışında ekleyebileceğim hususlar. Başka değişimler de olacak.

Sıra bürokrasiye geldi. Doğu-Batı dengesi sürecinde bürokraside rol alanların önemli bölümü gidecektir. Merkez Bankasından başlayan süreç çok yakında diğer kurumlara da yansıyacak yani. Batı tarzı bürokratların önünün açılmasını beklenebilir.

Başka yerlerde de yansımaları olacak ama çoktan köşemin limitlerini aştığımdan bunlara girmeyeceğim. Önemli gördüğüm birkaç hususa değinip bitireceğim.

Türkiye, yüzünü Batıya dönmenin asıl faydası olan sermaye akımlarına salt olumlu bir durum olarak yaklaşmasa iyi eder, derim. Bu sermayenin talepleri karşılanmazsa bir de çıkışı olacak. Üstelik birkaç misliyle. Girerken reel kesimi krize sokacak (I. ve II. Nesil Kriz), çıkarken finansal kesimi krize sokacak (3. Nesil Kriz). Konuyu belli çevrelerin Kavala’ya çok hızlı getirmiş olmasından bu yorumu yapıyorum. Ve taleplerinin ardı arkasının gelmeyeceğini belli ettiklerinden… Bu süreçte dengeli olmakta ve yatırımı toplumsallaştırmakta büyük faydalar var.

Son olarak ortodoksinin savaş yanlısı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Çünkü ortodoksi Batı yanlısıdır ve Batı savaşlarda taraftır. Türkiye’nin barıştaki rolü Merkez Bankası sadeleşiyorken bitmiştir.

Her şey değişiyor, Türkiye hamama değil, harmana giriyor, dirgene dayansın dilerim. Şunu da unutmayınız; Doğu-Batı dengesinin Türkiye’de güçlü bir tabanı hep olacak ve bir sonraki genel seçimde bu dengeyi kıvamında sentezleyen bir parti olursa kendi çapında büyük bir sürpriz yapacak.

QOSHE - Son 10 yılın eko-politik analizi ve kısa yarın - Yusuf Dinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Son 10 yılın eko-politik analizi ve kısa yarın

27 0
12.05.2024

Biraz politik ekonomi yapacağım. Çünkü öyle bir değişim ve dönüşüm içinden geçiyor ki Türkiye yakında olacak bitecekleri anlamak için bu başlıkta fikir sahibi olmak gerekiyor. Üstelik bu değişim ve dönüşümün somutlaşmış hali öyle çarpıcı ki politik ekonomi analizi yapmamak haksızlık olur.

Başlayalım.

Evvela şunu ifade edeyim; bu konuda tartışma yapmak isteyen kişi bağlamı İkinci Körfez Savaşı’nda ABD askerlerinin intikal ve lojistiği için Meclis’e sunulan tezkerenin reddinden alırsa şaşırmam. Yahut bu tezkerenin de kök nedeni olan ve devletler muvazenesindeki ilişkileri gerçekten değiştiren olay olan 11 Eylül’den alırsa daha doğru yaptığına da inanırım. Ama ben 2013 yılının değişimi ve dönüşümü somutlaştırmak bakımından Türkiye için daha belirleyici olduğunu düşündüğümden analizime o yıldan başlayacağım.

Türkiye, 2013’te IMF ile stand-by anlaşmasını bitirdikten itibaren azalan bir cari açık trendi yakalayınca Doğu ve Batı arasında bir denge kurmayı yeğledi. Çünkü Doğu yükseliyordu ve tarih bu coğrafyanın hem Doğu hem de Batı denkken asıl rolünü oynayabildiğini gösteriyordu.

Hem Türkiye denge kurmakta çok iyiydi. Cumhurbaşkanı Sn Erdoğan’ın dünyadaki diğer hükümet başkanlarına nazaran tecrübeli ve liderlik-üstün olması seçilen denge stratejisine de uyumluydu.

Bu süreçte, Türkiye eksen kayması tartışması da yaptı, 17-25, Gezi, 15 Temmuz gibi her sınanmadan da geçti. Üstüne üstlük ummadığı bir yatırım greviyle (detaylar için bir önceki yazımı okuyabilirsiniz) karşı karşıyaydı ve Doğu henüz gelişmiş ilişkiler kurmakta aciz olduğundan yalnızlaştı. Hatta ta ki benzer ama daha soğukkanlı bir denge politikası izleyen Rusya soğukkanlılığını kaybedene kadar. Türkiye’nin yalnızlığı Ukrayna-Rusya Savaşı ile bitti. Uyguladığı denge stratejisi bu savaştaki faydasıyla anlam bulmuştur denebilir. Türkiye’nin tüm bu strateji dönemi boyunca “barış” yanlısı söylem kurması da stratejinin bir gereğiydi.

Ama bu stratejinin asıl ve belki de tek, olsun tek olsa da çok büyük, faydası Türk Devletler Teşkilatı’nın kurulmuş olmasıydı. Karabağ zaferinin Teşkilatın vücut bulmasındaki rolünü göz ardı etmeden söylüyorum. Türk Devletler Teşkilatı bu milletin bazen Kızılelmasının ta kendisi bazen Kızılelmasının en önemli parçası olarak görülmüştür, unutmayınız.

Ve fakat bu kazanımı elde ettikten sonra Türkiye, Doğu- Batı dengesi stratejisini bir tarafa........

© Yeni Şafak


Get it on Google Play