Fransa-Marsilya...

Saat sabahın 10.00’u.

İngiliz Savaş Bakanı Orgeneral Sir İan Hamilton, Toulon limanı'ndaki odasında çalışıyordu. Kapı çalındı. İçeriye Savaş Bakanı Lord Kitchener’in emir subayı girdi. Selam verdi ve Lord Kitchener’in kendisini odasında beklediğini söyledi.

Kitchener koyu bir Türk düşmanı idi. Emri alan General Hamilton hemen ayağa kalktı ve Kitchener’in odasına gitti.

“İyi sabahlar” diyerek içeri girdi.

Soğuk yüzlü Kitchener masasında yazı yazıyor, bir şeyler karalıyordu. Bir süre sonra başını kaldırdı, gelen Hamilton’a baktı;

- Çanakkale’deki Kraliyet Donanmasını güçlendirmek için oraya bir askeri kuvvet gönderiyoruz. O gücün başına seni getirdik dedi.

Tekrar bakışlarını masasına indirdi, yazdıklarını gözden geçirdi. Kitchener bir süre sonra tekrar başını kaldırdı;

- Tamam mı? diye deklare etti.

İan Hamilton bu görevi beklemiyordu.

Ayrıca savaşacağı Türkleri de tanımıyordu. Ama askerlikti. Mecburen kabul edecekti. Kitchener de önündeki kağıda savaş emrini yazdı. Yazdığı emre göre Orgeneral İan Hamilton “Akdeniz Sefer Kuvvetleri Komutanı” olmuştu. Kuvvetinin sayısı 80 bin kadardı. Hamilton Kitchener’den yeni görevi devraldıktan sonra ayağa kalktı, kapıya yöneldi, asker selamı verip çıkmak üzereyken Kitchener kendisine seslendi;

- İngiliz Kraliyet donanması ile eğer boğazdan geçer de, İstanbul’u teslim alırsan, sadece Çanakkale savaşını değil, Dünya Savaşını da kazanmış olacaksın.

“Dünya Savaşı” dediği; Birini Dünya Savaşıydı.

Bu sözleri duyan Hamilton’un içini garip bir heyecan kapladı. Selam vererek odadan çıktı. Artık Akdeniz Kuvvetler Komutanı olmuştu. Yürürken, nasıl bir görev aldığını ve bu görevin ağırlığını düşünüyordu. Dünyanın en güçlü savaş gemileri emrinde idi. Aynı zamanda emrinde büyük bir kara gücü de vardı. Çanakkale’yi geçecek, savaşı kazanacak, sadece İngiltere’nin değil, tüm dünyanın kahramanı olacaktı. Son derece emindi. Çanakkale Savaşını kesin ama, kesin kazanacaktı.

Orgeneral İan Hamilton hemen yola çıktı. Hedef, Çanakkale idi. Pheaeton adlı savaş gemisiyle Akdeniz üzerinden Limni Adası'na geldi.

Hiç vakit kaybetmedi. Gemi komutanlarıyla acil bir toplantı yaptı. Alınan saldırı kararlarını ve hazırlıklarını bir de kendisi gözden geçirdi ve Filo Komutanı Amiral Robeck’e son emrini verdi.18 Mart günü saldırılacaktı. Robeck’in emrinde 14 İngiliz, 4 Fransız savaş gemisi, 4 kruvazör, 14 Muhrip gemisi, 6 uçak, 1 uçak gemisi, 7 denizaltı, 21 mayın tarama gemisi, 30’dan fazla savaş botu vardı.

Tam, 101 parçaydı.

Amiral Robeck önce ateş gücü yüksek savaş gemileri ile tabyaları susturacak, sonra mayın tarama gemileri ile Türklerin 18 hatta döşediği 403 mayının arasından yol açarak Çanakkale’yi geçecekti. Toplantı biterken kendinden emin olan Amiral Robeck şu son sözü söyledi;

“Yarın, boğazı aşacağım”

18 Mart günü hava güneşliydi.

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa o sabah erken saatte Maydos’a geldi. Ama olacaklardan habersizdi. Mustafa Kemal’in kıyılarda aldığı önlemleri kontrol edecekti. O gün henüz Yarbay rütbesinde olan Mustafa Kemal, birlikleri kritik noktalara yerleştirmiş, 16 Mart günü de askerlere bir savunma tatbikatı yaptırmıştı.

Maydos’ta Cevat Paşa ile buluştular ve birlikte Alçıtepe’ye doğru yola çıktılar. Yolda, Mustafa Kemal Cevat Paşa’ya aldığı tedbirlerden bilgi veriyor, düşmanın mutlaka karaya asker çıkaracağını söylüyor, çıkarma noktalarının Kabatepe ve Seddülbahir noktası olacağını iddia ediyordu. Mustafa Kemal Seddülbahir’in kuzeyden güneye kadar açık olduğunu, düşmanın bu bölgeyi ateş altında alarak asker çıkardığı zaman Alçıtepe’yi rahatlıkla ele geçireceğini de söyledi. Cevat Paşa ise İngilizlerin Seddülbahir ve Kabatepe’den çıkarma yapacaklarına ihtimal vermiyordu.

Birlikte Kirte’ye gittiler.

Saat 10.00 civarıydı.

Birden üzerlerine ateş açıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışırlarken karşıdan, Boğaza doğru çok sayıda savaş gemisinin gelmekte olduğunu gördüler. Mermi başlarının üzerinden geçmişti. Savaş gemilerinin dizilişinden büyük bir saldırı için geldikleri anlaşılıyordu.

Savaş başlamıştı.

İlk saldırı, Seddülbahir’e idi. Savaş gemileri Amiral Sir. Robbeck komutasında üç grup halinde geliyordu. Boğazın girişindeki tabyalar daha önce susturulduğundan içeriye doğru ateş ederek ilerlediler. En önde dünyanın en güçlü savaş gemisi Queen Elizabeth vardı. Triumph’da hemen yanındaydı. Diğer gemiler de onları takip ediyorlardı.

Gemiler, hep birlikte Saat 11.15’de, Kepez Burnu’na geldiler.

Kepez Burnu demek, Çanakkale’ye az bir mesafe demekti. Cevat Paşa Mustafa Kemal’den ayrılıp Çanakkale’ye geldiğinde İngiliz savaş gemileri şehrin dibindeki Anadolu Hamidiyesi ile Çimenlik kalesine bomba yağdırmaya başladılar. Savaş gemileri tabyaları döverken mayın tarama gemileri de boğazda yol açıyordu.

Saat tam 11.45’te Çanakkale'de müthiş bir patlama sesi duyuldu. Queen Elizabeth şehir merkezine bir mermi atmış, bazı mahalleler yanmaya başlamıştı. Ayrıca Çimenlik kalesinin cephaneliğine de bir mermi isabet etti, patladı.

Hamidiye ile Namazgah kışlası yıkıldı, yerle bir oldu.

Menzili kısa düştüğü için önce karşılık vermeyen Türkler saat 12.00 civarında tabyalardaki toplarını aniden ateşlediler. Çünkü artık düşman gemileri menzillerine girmişti. Mesudiye ve Dardanos tabyaları yıkıntılardan kalkıp namluları doğrultmuştu. Karşılıklı top sesleri yeri göğü inletti. Boğaz yine yangın yerine döndü. İngiliz ve Fransız Savaş gemileri yüksek ateşli namlularıyla Türk tabyalarını bombalıyor, yakıyor, yıkıyordu.

Türkler ise yıkılmış tabyaların arasından çıkıp kırık dökük toplarla karşı koymaya çalışıyordu. Ama kıyıdaki Türk askerlerinin attığı tüfek mermileri de İngiliz ve Fransız gemilerinin üzerine sanki bir yağmur gibi yağıyordu. Sancak gemisi Queen Elizabeth’in de üzerine düşen mermilerden dolayı cephane ambarı hasara uğradı. Başka bir mermi de geminin vinç mekanizmasını parçaladı. İngilizlerden de çok sayıda ölen ve yaralanan oldu. Amiral De Robeck Türklerin bu ani ateşi karşısında oldukça şaşırdı. Ama geri adım da atmadı, diğer gemilerini ileri sürdü. Türk tabyalarına ve kalelerine iyice yaklaşmak ve kesin isabetle vurup yıkmak istiyordu.

Aradan bir saat geçti.

Ortalık birden dehşet yerine döndü. İngiliz Savaş gemileri kıyıları bombardıman altında tutuyor, mayın tarama gemileri ise mayınları temizleyerek Boğaz’ı açıyordu. Türkler ise menziline giren savaş gemilerinin üzerine bombalar ve mermiler yağdırıyordu.

Öğle vakti savaş iyice kızıştı.

Dardanos Bataryasındaki Türkler Agamemnon gemisini bacasından vurdular. Gemi kaçmaya başladı. Gaulois zırhlısı da isabet almış ve yaralanmıştı.

İşte o an denizin ortasında müthiş bir patlama sesi duyuldu. Bouvet güvertesi havaya uçmuş, sarsılan gemi hafif yan yatmıştı. Ve iki dakika sonra boğazın derin sularında alabora oldu, battı. Boğulanların sayısı tam, 639 mürettebattı.

İngilizler Bouvet şokunu atlatınca öğleden sonra altı büyük gemi ile saldırının şiddetini artırdılar. Savaş, saat 15.00 sularında yeniden hareketlendi. Agamemnon savaş gemisi Anadolu Hamidiye tabyasını ateşle tekrar dövmeye başladı. Saat 15.15’te Namazgah kışlasına düşen bir mermi kışlayı fecî bir şekilde yaktı.

Beş dakika sonra...

Saat 15.20’de Anadolu Hamidiye tabyası personeli yıkıntılar arasında adeta tekrar canlandı. İrresistible savaş gemisine nişan almaya başladı. Karşılıklı ateşler saat 15.00 ile 16.00 arasında sürdü. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsure ve Majestic zırhlıları saat 16.00’ya kadar Türk tabyalarına bombaladılar.

Adeta bombalarla Türk tabyalarını dövmüşlerdi.

Bir süre sonra Türk tabyalarının sesi önce azaldı, sonra kesildi. Dardanos, Hamidiye ve Namazgah tabyaları ağır hasar gördü. Ardından, Mayın tarayıcı gemiler devreye girdi. Ancak bu gemiler Türk menziline girince Türk topçuları yine ateş açtı, Bu atışlar sonunda Vangeance ve Majestik gemileri yara aldı. Suffren zırhlısı 14 dakikada 14 mermi almıştı. Batabilirdi.

Geri manevra yaparak kaçmak zorunda kaldı.

Saat 16.30’da,

İnflexible gemisinin sancak tarafında yangın görüldü. Gemi 10 dakikada üç isabet birden almıştı. Yangın çok geçmeden büyüdü.

Ayrıca mermi deliklerinden su almaya da başlamıştı. İnflexible yeni ve çok değerli bir savaş gemisiydi. Süratliydi ve ağır silahları vardı. Gemi yan yatmaya başlayınca çekilmek istedi. Amiral De Robbeck, hasar gören Queen Elizabeth gemisinden sonra bu şahane geminin kaybını göze alamazdı. Hızla alandan ayrılmasını emretti. İnflexible, ‘Eğilmez’ demekti. Türklerin karşısında eğildi ve savaş alanını terk etti.

Bu arada İrresistible de gönderine yeşil flama çekmişti. Çünkü Anadolu Hamidiye Tabyası yıkıntılar arasından adeta dirilmiş, saat 15.20’den beri İrresistible’ye peş peşe ateş etmişti. Yeşil flama, acil durum işaretiydi. O da Mecidiye Tabyası'ndaki Teğmen Fahri’nin usta atışıyla vurulmuş ve kıyıya sürüklenmişti.

Yaralıydı.

Günlük bilanço oldukça ağırdı.

Bouvet batmış, İnflexible bölgeyi terk etmiş, İrresistible ise kıyıya sürüklenmişti. Oysa bu bölge mayından temizlenmişti.

Bir gün önce boğazda keşif uçakları uçmuş ve Kepez Burnu'na kadar mayınların temizlendiği tespit edilmişti. Tabyalardan atılan top mermileri isabetli olsa da bu kadar hasar veremezdi. Peki neden bu kadar çok zayiat vermişlerdi? Amiral De Robeck düşünüyor, ama bir türlü bulamıyordu.

Oysa bunun nedeni, Nusrat Mayın Gemisi'ydi.

Karanlıkkoyu’na yerleştirdiği mayınlara, geri dönen, manevra yapan düşman gemileri çarpıyor ve yara alıyordu. Koca koca kaleleri andıran savaş gemileri bir bir patlıyor, İngilizler büyük bir şok yaşıyordu. İngiliz Amiral Robeck bu şartlarda savaşa devam edemeyeceğini bildirdi.

Ve saat 18.00’da çekilme emri verdi.

İrresistible’nin kurtarılması için de Ocean ve Swiftsure zırhlılarına görev verdi. Ancak Ocean Türk tabyalarını bombalıyor, destroyerler ise İrresistible’yi kurtarmaya çalışıyordu. Kurtaramazlarsa, Türklerin eline geçmesin diye torpilleyip batıracaklardı. Ocean gemisi İrresistible savaş gemisinin yanına geldi. Torpidolar da yardım ettiler. Personelin de büyük bölümünü kurtardılar. Yapılan çalışmalar sonucunda İrresistible’nin yan yatması ve sürüklenmesi biraz durdu ve gece destroyerle çekilmesi kararı alınmıştı.

Ama son perde, oynanmamıştı

O an...

İşte o an, Çekilme kararına uyan gemiler, kendilerine çok zorluk çıkartan Mecidiye Tabyası'nı giderayak bombalamaya devam ettiler.

Mecidiye Tabyası yerle bir oldu.

Askerler sığınağa kaçarken cephanelik havaya uçtu. Askerler savrularak yere yuvarlandı. Kimisi yaralanmış, kimisi de şehit olmuştu. Seyit onbaşı da savrulanlar arasındaydı. Ama ölmemişti. Sendelemiş ve kendinden geçmişti. Kalktı. Karşısında arkadaşı Niğdeli Ali vardı, “Nerede arkadaşlar” diye bağırdı. Ali; “İkimiz kaldık” dedi. Maalesef hepsi de şehit olmuştu.

Seyit Onbaşı bilinçsizce düşman gemilerine baktı. Aklı başında değildi. Sonra cephaneliğe baktı. Sadece üç top kalmıştı. Arkadaşına döndü; “Gel Ali, şu mermiyi namluya sürelim” dedi. Ali şaşkındı. Çünkü mermi tam 276 kiloydu. Kaldıraç kırılmıştı. Kendisi kaldıracaktı.

-Kaldıramazsın Seyit dedi. Ama Seyit kararlıydı.

-Bir deneyelim hele dediler. Denediler.

Ve olağanüstü bir gayretle kaldırdılar. Seyit Onbaşı topu arka beline aldı. İki eliyle kavradı, sendeleyerek topa doğru ilerledi. Merdivene ayağını attı. Tüm gücünü topladı, koca mermiyi yukarı çıkarttı, namluya sürüp kamasını kapattı. Başarmıştı. Namluyu gemiye doğru çevirdi, tahmini mesafeyi ayarladı, “Bismillah” dedi ve topu ateşledi. Bir geminin kıç tarafını vurdu.

Vurduğu gemi İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Ocean’dı. Ocean kontrolsüzce boğazın ortasında yanarak dönmeye başladı. Ocean ile birlikte İrresistible da yanıyordu.

Gemiler yara alıp batınca canını kurtarabilen mürettebatlar da kıyıya çıkmayı başarmışlardı. Batan gemilerden birinden 20 kişilik bir İngiliz asker karaya çıkmayı başarmıştı. Başlarında Teğmen Andre Leomine vardı. Karaya çıkan 20 kişilik grup hemen teslim oldular. Bitkin düşmüş ve yüzmekten yorulmuşlardı. Korkudan tir tir titriyorlardı. Türklerin kendilerini öldürüleceklerini düşünüyorlardı. Türkler bu askerleri esir aldılar. Bir tepenin arkasındaki bir kulübeye götürdüler. Üzerlerindeki ıslak elbiseleri çıkarmalarını söylediler. Ve onlara kuru elbise verdiler. Üşüyen esir askerler için sobayı yaktılar ve kendi günlük kumanyalarından ekmek verdiler. Ve sonra gittiler. İngiliz askerleri Türklerden böyle bir muamele beklemiyorlardı.

Bir süre sonra içeri bir Türk teğmen girdi. Çok iyi Fransızca konuşuyordu. Türk teğmen Andre Leomine’ye “Sizin için savaş bitti” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “Kaderinizde esir olmak da varmış. Artık düşman değil, misafirsiniz. Biz zengin değiliz. Askerlerim sizleri ancak bu kadar ağırlayabilmişler” dedi. Bu sözler üzerine İngiliz esirler şaşkına döndü. Ve yıllar sonra Paris’te Andre Leomine karşılaştığı bir Türk’e şunları söyleyecekti;

“Türklerin büyüklüğünü unutamam!..”

Akşam olmuştu.

Boğazda keskin barut ve duman kokusu vardı. İngiliz-Fransız Savaş gemileri büyük bir yenilgi almıştı. Hep birlikte boğazı terk ettiler. Ve arkalarına bile bakmadan gittiler. Türkler, saat 18.00 sularında kaçan savaş gemilerini büyük bir keyifle seyrettiler. Son savaş gemisi de ufukta kaybolduğunda, Mevkii Komutanı Cevat Paşa şu sözleri söyledi;

“Gittiler! Geçemediler! Geçemeyecekler!”

18 Mart bir zaferdi. Dünyada emsali görülmemiş müthiş bir deniz zaferiydi. Bu zaferde Mustafa Kemal ile Cevat Çobanlı’nın büyük katkıları vardı. İkisi birlikte çalışmışlardı.

O gün savaş gemilerinden Bouvet, Ocean, İrresistible batmış, İnflexible, Gaulois ve Suffren kullanılamaz hale gelmiş, Agamemnon ağır hasar görmüştü. Boğaza giren donanmanın üçte biri mahvolmuştu.

Türkler o gün 79 şehit, İngiliz-Fransız askerleri ise 800 asker kayıp vermişti. Türk tabyalarından sadece Dardanos Tabyası civarına 4000’den fazla top mermisi atıldı. Toplam atılan merminin haddi hududu yoktu.

İngilizler ve Fransızlar şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadılar. Sorumlu ve suçlu aradılar. Karanlıkkoyu'ndaki mayınları fark edemeyen mayın tarama görevlisi Fransız Yüzbaşı Gueprette yaşanan bu hezimetin sorumlusu olarak görüldü. 18 Martın hemen ardından savaş mahkemesinde yargılandı. Yargılama sonunda idam cezasına çarptırıldı ve Yüzbaşı Gueprette hemen oracıkta Souffren savaş gemisinin direğinde asıldı. Affedilmedi.

Kararı veren hakim, asılan yüzbaşının öz babasıydı.

En çok bombalanan yer Rumeli Mecidiye Tabyası idi. Cevat paşa burasının çok ağır hasar gördüğünü ve çok şehit verdiğini öğrenince bu tabyaya gitti. Tabya harabeye dönmüştü. Cevat Paşa orada ağaç altında bekleyen bir asker gördü. Durumu dikkat çekiciydi. Yanına gitti;

-Neyin var evlat diye sordu. Sesi duyan Türk askeri hemen ayağa kalktı. Komutanın geldiğini anlamıştı. Ancak ortada tuhaf bir durum vardı. Askerin gözleri kapalıydı;

-Gözlerine bir şey mi oldu oğlum dedi Cevat Paşa dikkatlice baktı, asker gözlerini kaybetmiş ve kör olmuştu. Cevat Paşa çok üzüldü. Dayanamadı, ağladı. Asker bu kez komutanını teselli etmeye başladı;

-Üzülmeyin Komutanım, bu gözler göreceğini gördü dedi.

Gördüğü o muhteşem, 18 Mart Deniz zaferiydi.

Kaynak: “Ölümsüz Türkler”-Ilgaz Yayınları

QOSHE - O muhteşem Deniz Zaferi; 18 Mart... - Aydın Keleşoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

O muhteşem Deniz Zaferi; 18 Mart...

8 0
17.03.2024

Fransa-Marsilya...

Saat sabahın 10.00’u.

İngiliz Savaş Bakanı Orgeneral Sir İan Hamilton, Toulon limanı'ndaki odasında çalışıyordu. Kapı çalındı. İçeriye Savaş Bakanı Lord Kitchener’in emir subayı girdi. Selam verdi ve Lord Kitchener’in kendisini odasında beklediğini söyledi.

Kitchener koyu bir Türk düşmanı idi. Emri alan General Hamilton hemen ayağa kalktı ve Kitchener’in odasına gitti.

“İyi sabahlar” diyerek içeri girdi.

Soğuk yüzlü Kitchener masasında yazı yazıyor, bir şeyler karalıyordu. Bir süre sonra başını kaldırdı, gelen Hamilton’a baktı;

- Çanakkale’deki Kraliyet Donanmasını güçlendirmek için oraya bir askeri kuvvet gönderiyoruz. O gücün başına seni getirdik dedi.

Tekrar bakışlarını masasına indirdi, yazdıklarını gözden geçirdi. Kitchener bir süre sonra tekrar başını kaldırdı;

- Tamam mı? diye deklare etti.

İan Hamilton bu görevi beklemiyordu.

Ayrıca savaşacağı Türkleri de tanımıyordu. Ama askerlikti. Mecburen kabul edecekti. Kitchener de önündeki kağıda savaş emrini yazdı. Yazdığı emre göre Orgeneral İan Hamilton “Akdeniz Sefer Kuvvetleri Komutanı” olmuştu. Kuvvetinin sayısı 80 bin kadardı. Hamilton Kitchener’den yeni görevi devraldıktan sonra ayağa kalktı, kapıya yöneldi, asker selamı verip çıkmak üzereyken Kitchener kendisine seslendi;

- İngiliz Kraliyet donanması ile eğer boğazdan geçer de, İstanbul’u teslim alırsan, sadece Çanakkale savaşını değil, Dünya Savaşını da kazanmış olacaksın.

“Dünya Savaşı” dediği; Birini Dünya Savaşıydı.

Bu sözleri duyan Hamilton’un içini garip bir heyecan kapladı. Selam vererek odadan çıktı. Artık Akdeniz Kuvvetler Komutanı olmuştu. Yürürken, nasıl bir görev aldığını ve bu görevin ağırlığını düşünüyordu. Dünyanın en güçlü savaş gemileri emrinde idi. Aynı zamanda emrinde büyük bir kara gücü de vardı. Çanakkale’yi geçecek, savaşı kazanacak, sadece İngiltere’nin değil, tüm dünyanın kahramanı olacaktı. Son derece emindi. Çanakkale Savaşını kesin ama, kesin kazanacaktı.

Orgeneral İan Hamilton hemen yola çıktı. Hedef, Çanakkale idi. Pheaeton adlı savaş gemisiyle Akdeniz üzerinden Limni Adası'na geldi.

Hiç vakit kaybetmedi. Gemi komutanlarıyla acil bir toplantı yaptı. Alınan saldırı kararlarını ve hazırlıklarını bir de kendisi gözden geçirdi ve Filo Komutanı Amiral Robeck’e son emrini verdi.18 Mart günü saldırılacaktı. Robeck’in emrinde 14 İngiliz, 4 Fransız savaş gemisi, 4 kruvazör, 14 Muhrip gemisi, 6 uçak, 1 uçak gemisi, 7 denizaltı, 21 mayın tarama gemisi, 30’dan fazla savaş botu vardı.

Tam, 101 parçaydı.

Amiral Robeck önce ateş gücü yüksek savaş gemileri ile tabyaları susturacak, sonra mayın tarama gemileri ile Türklerin 18 hatta döşediği 403 mayının arasından yol açarak Çanakkale’yi geçecekti. Toplantı biterken kendinden emin olan Amiral Robeck şu son sözü söyledi;

“Yarın, boğazı aşacağım”

18 Mart günü hava güneşliydi.

Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa o sabah erken saatte Maydos’a geldi. Ama olacaklardan habersizdi. Mustafa Kemal’in kıyılarda aldığı önlemleri kontrol edecekti. O gün henüz Yarbay rütbesinde olan Mustafa Kemal, birlikleri kritik noktalara yerleştirmiş, 16 Mart günü de askerlere bir savunma tatbikatı yaptırmıştı.

Maydos’ta Cevat Paşa ile buluştular ve birlikte Alçıtepe’ye doğru yola çıktılar. Yolda, Mustafa Kemal Cevat Paşa’ya aldığı tedbirlerden bilgi veriyor, düşmanın mutlaka karaya asker çıkaracağını söylüyor, çıkarma noktalarının Kabatepe ve Seddülbahir noktası olacağını iddia ediyordu. Mustafa Kemal Seddülbahir’in kuzeyden güneye kadar açık olduğunu, düşmanın bu bölgeyi ateş altında alarak asker çıkardığı zaman Alçıtepe’yi rahatlıkla ele geçireceğini de söyledi. Cevat Paşa ise İngilizlerin Seddülbahir ve Kabatepe’den çıkarma yapacaklarına ihtimal vermiyordu.

Birlikte Kirte’ye gittiler.

Saat 10.00 civarıydı.

Birden üzerlerine ateş açıldı. Ne olduğunu anlamaya çalışırlarken karşıdan, Boğaza doğru çok sayıda savaş gemisinin gelmekte olduğunu gördüler. Mermi başlarının üzerinden geçmişti. Savaş gemilerinin dizilişinden büyük bir saldırı için geldikleri anlaşılıyordu.

Savaş başlamıştı.

İlk saldırı, Seddülbahir’e idi. Savaş gemileri Amiral Sir. Robbeck komutasında üç grup halinde geliyordu. Boğazın girişindeki tabyalar daha önce susturulduğundan içeriye doğru ateş ederek ilerlediler. En önde dünyanın en güçlü savaş gemisi Queen Elizabeth vardı. Triumph’da hemen yanındaydı. Diğer gemiler de onları takip ediyorlardı.

Gemiler, hep birlikte Saat 11.15’de, Kepez Burnu’na geldiler.

Kepez Burnu demek, Çanakkale’ye az bir mesafe demekti. Cevat Paşa Mustafa Kemal’den ayrılıp Çanakkale’ye geldiğinde İngiliz savaş gemileri şehrin dibindeki Anadolu Hamidiyesi ile Çimenlik kalesine bomba yağdırmaya başladılar. Savaş gemileri tabyaları döverken mayın tarama gemileri de boğazda yol açıyordu.

Saat tam 11.45’te Çanakkale'de müthiş bir patlama sesi duyuldu. Queen Elizabeth şehir merkezine bir mermi atmış, bazı mahalleler yanmaya başlamıştı. Ayrıca Çimenlik kalesinin cephaneliğine de bir mermi isabet etti, patladı.

Hamidiye ile........

© 12punto


Get it on Google Play