Altın kadro denirdi onlara.

Yaklaşık on kişi kadardılar. II.Abdülhamit’e karşı devrim yaptılar. Devrimden önce Abdülhamit haliyle onları zindana attı. Kimini tutuklattı. Kimisini de uzak diyarlara sürdü. Sürgünde aç kalmasınlar diye maaş verdi. İş verdi.

Öylesine de düşünceliydi.

Altın kadro, 1908 yılında Osmanlıda Parlamenter devrim dediğimiz, Anayasa ve Meşrutiyet Devrimi’ni yaptı. Devrimde asılır, kesilir. Ama onlar bu du devrimi yaptıktan sonra birbirlerini asmadılar, kesmediler. Centilmen birer takım gibi karşılıklı el sıkıştılar, birlikte çalışacaklarına dair söz verdiler.

Taa ki cemaatler ve tarikatlar, yobazlar işi bozana kadar.

31 Martta isyan ettiklerinde Altın Kadro cemaatçi, tarikatçı hainleri affetmedi. Kimini astı, kimini yurt dışına sürdü. Abdülhamit’i de Selanik’e gönderdi. Çünkü Abdülhamit bir Padişah olarak söz verdiği gibi Anayasa ve Meşrutiyete sahip çıkmamış, gericilere göz yummuştu.

İşte bunu affetmediler.

İlginçtir, 1903 yılı idi. Ali Fethi öğrenci idi. Yakalandığı bir olayda “O adamın altına bomba koyarım, sarayını başına yıkarım” demişti. O adam dediği kişi Abdülhamit’ti.

Ama 6 yıl sonra Abdülhamit Selanik’e, sürgüne gönderilirken canı Ali Fethi’ye teslim edilmişti.

Kader işte.

Ali Fethi Abdülhamit’i yolda öldürebilir, kafasına kurşun sıkabilir veya trenden aşağı atabilirdi. Ama o hiçbir şey yapmadı. İsyan ettiği ve öldürmek istediği Abdülhamit’e karşı saygıda kusur etmedi.

Savunmasız, tek canı kalmış padişahına karşı el pençe divan durdu.

Böylesine de merhametli ve saygılıydılar.

Sonra zaten baba/oğul gibi oldular.

Bu Altın Kadro acayip bir kadroydu. Asi idi. Asil idi. İttihatçıydı. Çoğu kurmay subaydı. Kimi kitap yazardı, kimi resim çizerdi. Değme ressamlar ellerine su dökemezdi. Her biri en az iki yabancı dil bilirdi. Almanca ve Fransızca kesindi.

Sürekli kitap okurlardı.

İçlerinde şair olanları da vardı.

Manken gibi giyinir, jön gibi poz verirlerdi.

Kılıçları keskindi. Namluları tetikti. Attığını vururlardı. Ama masum kuşa dokunmazlardı. Sinirlenince birbirlerine silah çekerler, suikast düzenlerler, ama cephede kenetlenirlerdi. Birbirlerini düelloya davet bile ederlerdi. Paşa maşa hak getire. Padişah bile dinlemezlerdi.

Kimlerden mi bahsediyorum;

Mustafa Kemal Atatürk, Enver, Cemal, Talat, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Ali Fuat, Ali Fethi, Fahrettin Altay, Halil Kut ve daha niceleri.

Altın kadro denirdi onlara. Osmanlı yıkılırken vatanı savunan kadro. Ülkede devrim yaparak Milli bilinç uyandıran, halka Milli Mücadele aşılayan, yurttaşlık öğreten kadro. Yılgın, yıkık Osmanlıyı dirilten, can veren kadro. Çanakkale Savaşını kazanan kadro. Kurtuluş Savaşına el veren, katkı veren kadro. Mustafa Kemal Anadolu’ya geçtiğinde destek veren kadro.

Ona katılan kadro. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temelinde harcı olan kadro.

Kurtuluş Savaşı bitmiş, çoğu hayata gözlerini yummuştu.

Atatürk Cumhurbaşkanı olmuştu. Gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu köşesinde Abdülhamit aleyhine bir yazı yazdı. Namı diğer; “Deli Nizam/ettin”. Atatürk yazıyı okudu. Deli Nizam’ı yanına çağırdı. Ve iyi bir ayar verdi;

-“Yazını okudum. Hürriyet ilân edildiği zaman sen küçük bir çocuk olmalısın. Fakat kutlarım, o günleri iyi canlandırıyorsun. Ancak Abdülhamit’i hiç sevmediğin belli” dedi.

Ardından durdu, düşündü, elindeki kalemi önündeki kitaba vurarak sözlerine devam etti ve;

-“Sevme Abdülhamit’i. Yine de sevme. Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Bak çocuk. Kişisel düşüncemi kısaca söyleyeyim sana. Tecrübe göstermiştir ki, insanların çoğunun kuşkulu olduğu ve sınırlarının düşmanlarla çevrildiği bir devlette, Abdülhamit'in yönetimi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim 19.yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa...“ diyerek sözlerini bitirdi.

Atatürk, kendisini zindana atan, sürgüne gönderen Abdülhamit’i savunmuştu. Hakkında eleştirel, hakareti andıracak yazı yazan Deli Nizam’ı fırçalamıştı. Sevmediği Abdülhamit’e bir tek laf bile ettirmemişti. Anısına saygı göstermiş ve göstertmişti.

İşte Altın kadro buydu.

Asildi. Asaletliydi.

Abdülhamit de, kimini içeri atsa, kimini sürgüne gönderse bile bu Altın Kadroya karşı saygılı davranmıştı. “Geç tanışmış olmalarının büyük talihsizlik” olduğunu Ali Fethi’ye bir konuşmasında söylemişti.

Her neyse,

Şimdi Abdülhamit’in torunu Berna Sultan Osmanoğlu’nun düğününde Şevki Yılmaz çıkmış, “Osmanlı’yı süren soysuzları lanetliyorum” diyor. Güya Atatürk’e hakaret ediyor. Bu cümle o kadar yanlış ve sakıt ki; bir kere Abdülhamit’i süren Atatürk değil. Enver. Hatta Enver de değil, Sultan Reşat. Onun fermanıyla sürüldü. İkincisi de kendisini sürdükleri için Abdülhamit kimseye hakaret etmedi. Onlara kötü bir laf bile etmedi.

Sana ne oluyorki?

Sonra o Enver Paşa ki zaten Selanik işgal edildiğinde Abdülhamit’i oradan kaçırdı getirtti. Canını kurtardı. “Siz bana destek vermediniz, oy vermediniz, benden de size destek yok, ne halin varsa gör” demedi.

Böyleydi bu kadro. Böylesi Asaletliydi.

Ayrıca Abdülhamit’in torunları da Şevki Yılmaz’a güzel cevap verdi; “Atatürk’ün kurduğu Modern Türkiye'nin vatandaşı olmaktan gurur duyuyoruz” dedi.

Onlara da, dedeleri Abdülhamit’e de yakışan buydu.

Atatürk’e, Enver’e Cemal’e Talat’a, İsmet İnönü’ye dil uzatanlara sesleniyorum;

Onlar Altın kadroydu, siz hangi kadrodansınız? Tarikat mı, cemaat mi, talan mı yolsuzluk kadrosu mu? Veya hırsızlık mı? Ya da 15 Temmuz da devlete baş kaldıran İhanet kadrosundan mısınız?

Kimdensiniz?

Kimden olursanız olun ama hiç boşuna uğraşmayın.

Kalibreniz yetmez.

En az üç dil bilen Enver’le, en az beş dil bilen Atatürk’ün tırnağı olamazsınız.

Kaliteniz yetmez.

Siz o Altın Kadronun çöplüğünde bir teneke bile olamazsınız.

QOSHE - Onlar Altın kadroydu... - Aydın Keleşoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Onlar Altın kadroydu...

5 0
25.02.2024

Altın kadro denirdi onlara.

Yaklaşık on kişi kadardılar. II.Abdülhamit’e karşı devrim yaptılar. Devrimden önce Abdülhamit haliyle onları zindana attı. Kimini tutuklattı. Kimisini de uzak diyarlara sürdü. Sürgünde aç kalmasınlar diye maaş verdi. İş verdi.

Öylesine de düşünceliydi.

Altın kadro, 1908 yılında Osmanlıda Parlamenter devrim dediğimiz, Anayasa ve Meşrutiyet Devrimi’ni yaptı. Devrimde asılır, kesilir. Ama onlar bu du devrimi yaptıktan sonra birbirlerini asmadılar, kesmediler. Centilmen birer takım gibi karşılıklı el sıkıştılar, birlikte çalışacaklarına dair söz verdiler.

Taa ki cemaatler ve tarikatlar, yobazlar işi bozana kadar.

31 Martta isyan ettiklerinde Altın Kadro cemaatçi, tarikatçı hainleri affetmedi. Kimini astı, kimini yurt dışına sürdü. Abdülhamit’i de Selanik’e gönderdi. Çünkü Abdülhamit bir Padişah olarak söz verdiği gibi Anayasa ve Meşrutiyete sahip çıkmamış, gericilere göz yummuştu.

İşte bunu affetmediler.

İlginçtir, 1903 yılı idi. Ali Fethi öğrenci idi. Yakalandığı bir olayda “O adamın altına bomba koyarım, sarayını başına yıkarım” demişti. O adam dediği kişi Abdülhamit’ti.

Ama 6 yıl sonra Abdülhamit Selanik’e, sürgüne gönderilirken canı Ali Fethi’ye teslim edilmişti.

Kader işte.

Ali Fethi Abdülhamit’i yolda öldürebilir, kafasına kurşun sıkabilir veya trenden aşağı atabilirdi. Ama o hiçbir şey yapmadı. İsyan ettiği ve öldürmek istediği Abdülhamit’e karşı saygıda kusur etmedi.

Savunmasız, tek canı kalmış padişahına karşı el pençe divan durdu.

Böylesine de merhametli ve saygılıydılar.

Sonra zaten baba/oğul gibi oldular.

Bu Altın Kadro acayip bir kadroydu. Asi idi. Asil idi. İttihatçıydı. Çoğu kurmay subaydı. Kimi kitap yazardı, kimi resim çizerdi. Değme ressamlar ellerine su dökemezdi. Her biri en az iki yabancı dil bilirdi. Almanca ve Fransızca kesindi.

Sürekli kitap okurlardı.

İçlerinde şair olanları da........

© 12punto


Get it on Google Play