Prof. Dr. Mustafa Durmuş – Günlerdir medyada, “Fatih Terim Fonu” olarak adlandırılan onlarca milyon dolarlık dolandırıcılık ve bazı internet fenomenlerinin mal varlıklarıyla ilgili yazılı haberler ve TV programları yapılıyor. Hatta bazı TV programlarında araştırmacı gazeteciler, saatlerce, bir detektif gibi paranın izini nasıl sürdüklerini anlatıyorlar. Elbette böyle programların ratingi de oldukça yüksek oluyor.

Bu tür dolandırıcılık, yolsuzluk ve kara para aklama haberlerini ve programlarını yapmak, halkı bilgilendirmek anlamında, elbette önemli ama diğer yandan iş magazinleştirildiğinden, bir bakıma asıl büyük vurgunların, talanın, emek ve doğa sömürüsünün ve kara paranın kaynaklarının konuşulmasını da önlüyor. Toplumun önüne meşhur futbolcular ve internet fenomenlerinin karıştıkları bu tür olaylar konulduğunda dikkatler dağılıyor.

Açlık sınırının altında yaşamaya çalışan milyonlar

Böylece, ülkedeki modern kölelik koşullarında, açlık sınırının altında bir asgari ücretle yaşamak zorunda bırakılan on milyona yakın işçinin uğradığı emek sömürüsü ve asgari ücret dahi alamayan emeklilerin sefaleti, buna karşılık bir yılda birkaç kat artan sermayedar kârları, birden fazla maaş alan iktidar bürokratları ve talan edilen doğanın üzerinden yaratılan ve iktidara yakın çevrelerce üleşilen büyük rantlar unutturuluyor.

Alt yapı projeleri, şehir hastaneleri, uyuşturucu ticareti ve Kuzey Irak petrolü

Ayrıca gerçek maliyetlerinin çok üzerinde fiyatlarla hayata geçirilen hava limanları, şehir hastaneleri, büyük köprüler, HES’ler gibi yap işlet devret ve kamu özel işbirliği projelerinin faturasının halka ödettirilirken, iktidara yakın sermaye gruplarının nasıl bu işlerden devasa servetler edindiği de unutturuluyor.

Keza, limanlarımızda yakalanan adrese teslim on milyonlarca dolarlık uyuşturucuyu, Türkiye’nin 1,4 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmesine neden olan ve B. Albayrak’ın ortağı olduğu bir şirketin adının da karıştığı Kuzey Irak petrolünün yasal olmayan bir biçimde son 10 yıldır Türkiye’ye taşındığı (1) ve tüm bunların kara paranın asıl kaynaklarını oluşturduğu ve bu paraların bir kısmının ülke içinde değişik şekillerde sisteme sokulurken, bir kısmının da “vergi cennetleri”nde tutularak “varlık afları”yla ülkeye getirildiği, böylece aklandığı gerçeğini de konuşamıyoruz.

Merkez Bankası’nın yok olan 128 milyar dolarlık döviz rezervi

Üzerinden çok uzun yıllar geçmedi. Merkez Bankası’nın yok olan 128 milyar dolarlık döviz rezervlerini hatırlayalım. Bunun aslında yok olmadığı ve önemli bir kısmının arka kapıdan kamu bankaları aracılığıyla düşük kurdan bazı sermaye çevrelerine satıldığı ileri sürülmüştü.

Ayrıca iktidara yakın ve çoğunluğu siyasal İslamcı ve milliyetçi dernek ve vakıflara kamu bütçesinden milyarlarca liralık transfer yapıldığı da ortaya çıkmıştı. Keza devasa bir varlığı bünyesinde bulunduran, ancak Sayıştay tarafından dahi denetlenemeyen T. Varlık Fonu hala yürürlükte.

“Aile ve Gençlik Fonu”: Yeraltı kaynakları da hedefte

Son günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi zira “Aile ve Gençlik Fonu” kuruldu ve bu fona çok sayıda vergi muafiyeti ve istisnası tanındı. Keza Fon’a gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerince yapılan nakdî bağış ve yardımların tamamının gelir veya kurumlar vergisi matrahından indirilebilmesi olanağı sağlandı.

Ancak Fon’un en önemli gelirinin (özetle) Türk Petrol Kanunu kapsamında tahsil edilen devlet hissesinin ve Maden Kanunu kapsamında tahsil edilen devlet hakkının yüzde 20’sinden oluşması (2) ve bu fonun ne tür projelere ve kurumlara destek vereceğinin açıkça belirtilmemiş olması, iktidar blokunun artık kıyılar, ormanlar gibi yerüstü kaynaklarıyla yetinmeyerek, yeraltı kaynaklarına da göz diktiğinin ve bu Fon’u neo-liberal siyasal İslamcı rejimi toplumsallaştırmanın bir aracı olarak kullanacağının bir belirtisi olarak da görülmeli.

Çürüme 1980’lerde başladı

Muhtemelen gelinen nokta itibarıyla, ülkede hiçbir zaman “yoksuldan, emekçiden alınıp, zengine, sermayedara verme” biçimindeki bir zengin-sermayedar seviciliği bu boyutlara erişmedi. Belli ki “benim memurum işini bilir” diyen eski CB Turgut Özal’ın 1980’li yıllarda ettiği meşhur “ben insanın zenginini severim” sözü artık bütünüyle ete kemiğe bürünmüş durumda.

Özetle, özellikle de 1980’li askeri diktatörlük ve Özallı yıllardan bu yana, başlayan ve kamusal olan her şeyin giderek yok edilmesi, özelleştirilmesi ve bu yapılırken de insani, bireysel ve toplumsal etik değerlerin çürütülmesi 1990’ların ortalarında Başbakan Tansu Çillerli yıllarda devam etti ve son olarak AKP’li 21 yılda zirveye çıktı.

Bu süreçte hem fiziki ve fiziki olmayan müştereklerimiz hem de para, maliye, kur politikaları, sosyal politikalar, Merkez Bankası, kamu bankaları başta olmak üzere sosyal ve ekonomik hayatımızı etkileyen tüm politikalar ve kurumlar iktidarı ellerinde tutanların ve çevresindeki sermaye gruplarının lehine kullanıldı. Ülkede adeta bir “rant ekonomisi”, bir “rantiye devlet” ve “ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi” yaratıldı. Bir mafya liderinin ifşaatları ise, ülkedeki devlet-mafya-sermaye üçgeninin ve burada ortaya çıkan yolsuzlukların ne kadar yaygın ve derin olduğunu gösterdi.

“İlk Günah”

Son 21 yıla odaklanalım ve bazı uygulamaları hatırlayalım. 2003 yılında, yani AKP iktidarının daha ilk yılında “nereden buldun” uygulamasına son verildi. Oysa bu uygulama tıpkı 1996 yılında kaldırılan “ortalama kâr haddi ve asgari hasılat esası” ya da 2001 yılında kaldırılan “hayat standardı” uygulaması gibi vergi kaçıranları yakalamaya dönük bir vergi güvenlik ve oto kontrol düzenlemesiydi. Vergi kaçıranlara “bu serveti nasıl yaptın” sorusunun sorulmasını sağlıyordu. Bu uygulamaya son verilmesi adeta “İlk Günah” gibiydi.

Bireyler yurt dışından döviz cinsinden kredi getirdiler

İkinci olarak, Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki 32 Sayılı Kararda 2008 ve 2009 yıllarında yapılan değişikliklerle sermaye hareketlerinin önündeki tüm engeller kaldırıldı. Böylece Türkiye’de yerleşik ve yurt dışında yerleşik kişilerin bankalar vasıtasıyla döviz transfer etmeleri serbest hale getirildi. Kısaca Türkiye’de yerleşik kişilerin (döviz gelirleri olmasa da) yurt dışında yerleşik kişilerden döviz kredisi temin etmelerinin önü açıldı. Oysa yurt dışından bireysel döviz kredisi kullanmanın kara para aklamanın yollarından biri olduğu pek ala biliniyordu.

Kara para trafiğinin rotası “vergi cennetleri”

Üçüncü olarak, büyük çaptaki yolsuzluklar, kara para ve rüşvet üçgenindeki operasyon mekânlarının başında “vergi cennetleri” geliyor. Diğer taraftan dünyada bir süredir vergi cennetleri uygulamasına karşı önlemler alınırken, bizde siyasal iktidar, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 2006 yılından bu yana yürürlükte olan 30/7 maddesine rağmen, hala bu cennetlerin listesini yayınlamadığı için Türkiye ile vergi cennetleri arasındaki para trafiği sürüyor. Bu ve benzeri nedenlerle ülke hala “Gri Liste” de tutuluyor.

Vergi cennetlerinde Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) vatandaşı süper zenginlerin tuttukları paranın miktarı ise dudak uçurtuyor. Yurt dışı kaynaklı bilimsel bir araştırmaya göre, T.C. vatandaşı bireylerin ve Türkiye’de yerleşik şirketlerin yurt dışında tuttukları servetlerin tutarı (o yıl itibarıyla) ülke milli gelirinin beşte biri büyüklüğüne erişmiş durumda (150-170 milyar dolar). (3)

Arka plandaki neo-liberalizm

Bu, toplamda 40 yılı aşan sürecin asıl belirleyicisi kuşkusuz, devlet, siyaset, ekonomi, toplum ve birey üzerindeki etkileriyle neo-liberalizmdir. Çünkü neo- liberalizm sadece toplumun çoğunluğunun güvencesizliğini değil, aynı zamanda sosyal devletin işlevlerinin özelleştirilmesi ve metalaştırılması gibi neo liberalizmin temel araçları, “yolsuzluk” ve “suç” gibi ikiz sorunların ortaya çıkması için gerekli toplumsal koşulları da yarattı. Özel teşebbüsün de-regülasyonu (bütünüyle serbestleştirilmesi) ve devlet işlevlerinin özelleştirilmesi siyasal iktidar ile kapitalist sınıf arasındaki mevcut bağı daha da güçlendirdi.

Örneğin, devlet ihalelerinin özel teşebbüse verilmesi ve devlet düzenlemelerinin azaltılması, rüşvet, komisyon ve diğer transfer ödemelerinin yaygınlaşması için muazzam yollar açtı. Eş zamanlı olarak, artan yaşam güvencesizliği ve sosyal refahın içinin boşaltılması, uyuşturucu ticareti de dâhil olmak üzere birçok suçun hacmini artırdı. (4)

Resmin büyüğünde ne var?

Bu yazımızda kara para aklanması başta olmak üzere “mali suçlar” olarak da tanımlanan, bireysel ve toplumsal etik değerlerin çürümesinin yanı sıra, çok büyük toplumsal zarara yol açan faaliyetlerin, hangi kanallardan gerçekleştiğini ya da hangi iktisadi göstergelerle bu tür olayların izlenebileceğini göstermeye çalışacağız.

Bunun için de asıl olarak şu göstergelere bakacağız: Finansal Gizlilik Endeksi, Net Hata ve Noksan Kalemi, Ülkeden yurt dışına illegal fon çıkışları ve ülkeye illegal fon girişleri, Varlık afları ve Uluslararası Yolsuzluk Endeksi.

Vergi Adalet Ağı tarafından hazırlanan Finansal Gizlilik Endeksi (5), “zengin bireylerin mali durumlarını gizlemelerine yardımcı olan, böylece de hukukun üstünlüğü kuralına aykırı davranarak suç işleyen otoritelerin sıralamasını yapan bir endeks” olarak tanımlanıyor.

Yani bu endeks, ülkesine ait finansal bilgileri kamuoyu ile paylaşmayan (gizli tutan) dünyanın en büyük finansal gizlilik sunucusu ülkelerini ya da otoritelerini teşhir eden bir endeks. Bu teşhir önemli zira finansal ya da mali durum gizliliği vergi kaçırmayı kolaylaştırıyor, kara para aklamayı mümkün kılıyor ve insan haklarına da zarar veriyor.

Endekste en yüksek sıralarda yer alan ülkeler, ev sahipliği yaptıkları operasyonlarda daha ketum, diğer ulusal makamlarla bilgi paylaşımında daha az ilgili ve uluslararası kara para aklama yasalarına daha az uyumlular. Açıklık eksikliği ve etkin bilgi alışverişinde bulunma konusundaki isteksizliği nedeniyle böyle bir “gizlilik” ülkesi, yasadışı para akışlarını yönlendirmek ve suç ve yolsuzluk faaliyetlerini gizlemek için çok daha cazip bir ülke olarak değerlendiriliyor. (6)

Türkiye (2022 yılında) sıralanan toplam 141 ülke arasında 59’uncu sırada bulunuyor. Gizlilik puanı 100 üzerinden 61 (FSI değeri 200). Ancak endekste “Diğer Servet Sahipliği” başlıklı bir gösterge var ki bu alanda Türkiye’de tam bir gizlilik söz konusu (100/100). Bu, gayrimenkul varlıkların, serbest limanlar veya antrepolar gibi benzer sitelerin yasal sahiplik bilgilerinin ve/veya intifa hakkına ait bilgilerin çevrimiçi olarak yayınlanmaması ile ilgili bir durum. Yani bu tür bir bilgiye erişebilmek imkânsız.

İkinci gösterge dış ticaret yoluyla ülkeden yurt dışına illegal fon çıkışları (ve girişleri) ile ilgili bir gösterge.

IMF, Dünya Bankası ve BM gibi kuruluşlarca da tanınan, dünya çapında kabul görmüş Global Financial Integrity (GFI) adlı bir kuruluş yıllardır 134 azgelişmiş ekonominin 36 gelişkin ekonomi ve tüm dünya ile yaptığı ticaret sırasındaki fatura usulsüzlükleriyle ya da sahtekârlıklarıyla nasıl bir illegal fon akışının oluştuğunu raporluyor. Başka bir deyişle kuruluş dış ticaret sırasındaki faturaların değerleri arasındaki farklılıklardan hareketle ne kadar illegal para ya da servetin kaçırıldığını ortaya koymaya çalışıyor.

GFI’nın 2021 yılında yayımladığı son rapor (7) Türkiye’den kaynaklanan illegal sermaye çıkışlarının (ve girişlerinin) ne denli büyük olduğunu verilerle ortaya koyuyor. Böylece rapor bir yandan dolaylı bir biçimde ülkedeki yolsuzlukların yaygınlığına dikkat çekerken, oluşan bu fonların sistemin varlığını sürdürebilmesi için nasıl işlevsel olarak kullanıldığını da bize anlatıyor.

Türkiye yurt dışına en fazla illegal fon çıkartan 9’uncu ülke

Rapora göre, azgelişmiş ekonomilerin 36 gelişkin ekonomi ile yaptıkları dış ticarette ortaya çıkan değer farklılıkları açısından en yüksek değer farkına, dolayısıyla da en yüksek illegal fon akımlarına sahip ülkeler sıralamasında Türkiye (2018 yılında) 6’ıncı sırada (29,9 milyar dolar) ve 10 yıllık dönemde (2009-2018) 8’nci sırada (ortalama 25,4 milyar dolar) yer alıyor. Bu ticaret tüm dünyayı kapsadığında ise 2018 yılında değer farkı 50,7 milyar dolar ve 10 yıllık dönemde 44,2 milyar dolar oluyor. Böylece Türkiye 10 yılın ortalaması olarak 9’uncu sırada yer alıyor.

Kısaca ülkeden yılda ortalama en az 25 milyar dolarlık bir illegal fon ya da servet çıkışı gerçekleşiyor. 10 yıllık ortalama olarak, illegal fonların ülkenin 36 gelişkin ekonomi ile olan ticaretindeki payı yüzde 17,8 ve dünya ile olan ticaret içindeki payı ise yüzde 18,6. (8)

Genel olarak kayıt dışı para ve kara para hareketlerini dolaylı bir biçimde izleyebilmenin yollarından biri de Ödemeler Dengesi Hesabındaki Net Hata ve Noksan kalemindeki değişikliklere bakmaktır.

Net Hata ve Noksan (NHN) kalemi bir ülkeye nereden geldiği ve nereye gittiği bilinmeyen paraların yazıldığı bir kalem. Bu kalem geçen yılsonu itibarıyla 26 milyar dolardan fazla verdi (cari açığın yarısından fazla). Bu nedenle de bu denli yüksek bir rakamı iyi niyetli hata ya da noksan işlemle açıklayabilmek mümkün değil.

Nitekim bu yönde tespitler IMF’nin son Türkiye raporunda da yer alıyor. Rapora göre (9), NHN kalemi geçen yıl tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı. Girişler Eylül 2022’ye kadar yaklaşık 25 milyar dolara veya GSYH’nin yüzde 2,9’una ulaştı. 2008’den bu yana kümülatif olarak 60 milyar dolara erişti. Bu girişler aynı dönemde dış finansman kısıtlamalarının gevşemesini sağladı ve cari açığın yüzde 65’inden fazlasının finanse edilmesine yardımcı olarak, döviz rezervleri ve lira üzerindeki baskıları hafifletti.

IMF’ye göre, çeşitli faktörler 2022’deki özellikle büyük NHN girişlerini açıklayabilir. Bunlar: “BIS verilerinin kapsamadığı yabancı bankalardan mevduat çekildi. Banka dışı yerleşiklerin ülkelerine geri dönmesinin yanı sıra varlık/vergi afları da dâhil olmak üzere Türk şirketleri ve hane halkları tarafından kayıt dışı yabancı varlıkların daha geniş çapta ülkelerine geri gönderildi. Rus veya komşu ülke vatandaşlarının gayrimenkul alımlarını nakit olarak yapmalarından kaynaklandığı bildirilen, normalden daha yüksek bir fiziki nakit girişi yaşandı. Türk şirketleri ve hane halkları Aralık 2021’deki keskin lira değer kaybı sırasında bankalardan büyük miktarda döviz nakit çekti ve bu da o ay 10 milyar dolar tutarında rekor bir NHN çıkışına neden oldu”. (10)

GFI ve IMF’nin tespitlerini doğrular biçimde ülkede son 13 yılda yedinci kez Varlık Affı çıkarıldı ve 2021 yılında olduğu gibi affın süresi 4196 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile altı ay daha uzatıldı.

Böylece ülke vatandaşlarına ve kurumlarına ait, yurt içinde ya da yurt dışında tutulan ancak Türkiye’de finansal sisteme sokulmamış bulunan (kayıt dışı) para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının yılsonuna kadar Türkiye’deki banka veya aracı kuruma bildirilmesi halinde; bu gerçek ve tüzel kişilere, bu serveti “nereden buldun” sorusu sorulmayacağı, bu servetler üzerinden her hangi bir vergi alınmayacağı ve her hangi adli bir soruşturma ya da geriye dönük vergi incelemesi de yapılmayacağı garanti edildi.

Bu afların bir kısım kara paranın aklanmasıyla sonuçlandığı tahmin edebilmek zor değil. Böylece içeride ya da dışarıda tutulan rüşvet, kaçak petrol, uyuşturucu satışı ve silah ticareti gibi faaliyetlerden ve her türlü vergiden kaçırılan büyük kârlardan elde edilen servetler de dâhil olmak üzere, normalde ceza kanunu gereği suç teşkil eden faaliyetlerden elde edilen servetler aklanmış oldu.

Son bir rapor Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (TI), dünya çapında 180 ülke ve bölgede kamu sektöründe algılanan yolsuzluk düzeylerini ölçen Yolsuzluk Algılama Endeksi. Bunun en sonuncusu 2022 yılının Ocak ayında yayımlandı. (11). Endeks ülkeleri; 0 (çok kirli) ila 100 (çok temiz) arasında puanlandırıyor. Dünya ortalaması 100 puan üzerinden 43 puan. Yani kapitalizmin yolsuzluklar konusundaki karnesi genel olarak kötü.

Türkiye ise 36 gibi oldukça düşük bir puan ile 180 ülke arasında 101’nci sırada yer alıyor. Bu puan Sahra Altı Afrika Bölgesindeki ülkelerin ortalama puanı olan 32 puandan sadece 4 puan yukarıda. Dahası Türkiye, küresel yolsuzluk algısı endeksinde son 10 yıldır ciddi bir düşüş yaşıyor. Öyle ki 10 yılda puanı 14 puan (50’den 36’ya) ve endeksteki yeri Partili Cumhurbaşkanlığı Sisteminin önünü açan 2017’deki anayasa değişikliğinden bu yana 20 puan (81’den 101’nci sıraya) geriledi. Rapor Türkiye’deki bu gerilemeyi yolsuzluk algısının artması ve bunun nedenini de demokrasiden uzaklaşma ve savaşçı politikalara yönelme olarak açıklıyor. Nitekim Türkiye’nin, bir başka endeks olan Dünya Barış Endeksi’nde 167 ülke arasında 145’nci sırada yer alıyor olması bu görüşü destekliyor.

Sonuç olarak

Eğer sivrisineklerle uğraşmaktan vaz geçip bataklığı kurutmak gerekiyorsa, mücadeleyi yolsuzluk, hırsızlık, dolandırıcılık, emek ve doğa sömürüsü ve kara para aklama faaliyetleri için son derece verimli bir zemin olan kapitalizme ve onun koruyucusu despotik rejimlere karşı yürütmek gerekiyor.

Kara paranın, etik değerlerin yok edilmesi ve denetimsizlik kadar, haksız yere kolayca büyük servetler edinmekten, siyasal iktidarların bu tür faaliyetlere verdikleri desteklerden, toplumdaki gelir ve servet eşitsizlikleri uçurumundan, hesap sormayı önleyen otoriterleşmeden ve savaşlardan kaynaklandığı gerçeği unutulmamalı.

________________________

Dip notlar:

QOSHE - Kara paranın izini sürmek - Acikgazete
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kara paranın izini sürmek

3 0
06.12.2023

Prof. Dr. Mustafa Durmuş – Günlerdir medyada, “Fatih Terim Fonu” olarak adlandırılan onlarca milyon dolarlık dolandırıcılık ve bazı internet fenomenlerinin mal varlıklarıyla ilgili yazılı haberler ve TV programları yapılıyor. Hatta bazı TV programlarında araştırmacı gazeteciler, saatlerce, bir detektif gibi paranın izini nasıl sürdüklerini anlatıyorlar. Elbette böyle programların ratingi de oldukça yüksek oluyor.

Bu tür dolandırıcılık, yolsuzluk ve kara para aklama haberlerini ve programlarını yapmak, halkı bilgilendirmek anlamında, elbette önemli ama diğer yandan iş magazinleştirildiğinden, bir bakıma asıl büyük vurgunların, talanın, emek ve doğa sömürüsünün ve kara paranın kaynaklarının konuşulmasını da önlüyor. Toplumun önüne meşhur futbolcular ve internet fenomenlerinin karıştıkları bu tür olaylar konulduğunda dikkatler dağılıyor.

Açlık sınırının altında yaşamaya çalışan milyonlar

Böylece, ülkedeki modern kölelik koşullarında, açlık sınırının altında bir asgari ücretle yaşamak zorunda bırakılan on milyona yakın işçinin uğradığı emek sömürüsü ve asgari ücret dahi alamayan emeklilerin sefaleti, buna karşılık bir yılda birkaç kat artan sermayedar kârları, birden fazla maaş alan iktidar bürokratları ve talan edilen doğanın üzerinden yaratılan ve iktidara yakın çevrelerce üleşilen büyük rantlar unutturuluyor.

Alt yapı projeleri, şehir hastaneleri, uyuşturucu ticareti ve Kuzey Irak petrolü

Ayrıca gerçek maliyetlerinin çok üzerinde fiyatlarla hayata geçirilen hava limanları, şehir hastaneleri, büyük köprüler, HES’ler gibi yap işlet devret ve kamu özel işbirliği projelerinin faturasının halka ödettirilirken, iktidara yakın sermaye gruplarının nasıl bu işlerden devasa servetler edindiği de unutturuluyor.

Keza, limanlarımızda yakalanan adrese teslim on milyonlarca dolarlık uyuşturucuyu, Türkiye’nin 1,4 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm edilmesine neden olan ve B. Albayrak’ın ortağı olduğu bir şirketin adının da karıştığı Kuzey Irak petrolünün yasal olmayan bir biçimde son 10 yıldır Türkiye’ye taşındığı (1) ve tüm bunların kara paranın asıl kaynaklarını oluşturduğu ve bu paraların bir kısmının ülke içinde değişik şekillerde sisteme sokulurken, bir kısmının da “vergi cennetleri”nde tutularak “varlık afları”yla ülkeye getirildiği, böylece aklandığı gerçeğini de konuşamıyoruz.

Merkez Bankası’nın yok olan 128 milyar dolarlık döviz rezervi

Üzerinden çok uzun yıllar geçmedi. Merkez Bankası’nın yok olan 128 milyar dolarlık döviz rezervlerini hatırlayalım. Bunun aslında yok olmadığı ve önemli bir kısmının arka kapıdan kamu bankaları aracılığıyla düşük kurdan bazı sermaye çevrelerine satıldığı ileri sürülmüştü.

Ayrıca iktidara yakın ve çoğunluğu siyasal İslamcı ve milliyetçi dernek ve vakıflara kamu bütçesinden milyarlarca liralık transfer yapıldığı da ortaya çıkmıştı. Keza devasa bir varlığı bünyesinde bulunduran, ancak Sayıştay tarafından dahi denetlenemeyen T. Varlık Fonu hala yürürlükte.

“Aile ve Gençlik Fonu”: Yeraltı kaynakları da hedefte

Son günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi zira “Aile ve Gençlik Fonu” kuruldu ve bu fona çok sayıda vergi muafiyeti ve istisnası tanındı. Keza Fon’a gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerince yapılan nakdî bağış ve yardımların tamamının gelir veya kurumlar vergisi matrahından indirilebilmesi olanağı sağlandı.

Ancak Fon’un en önemli gelirinin (özetle) Türk Petrol Kanunu kapsamında tahsil edilen devlet hissesinin ve Maden Kanunu kapsamında tahsil edilen devlet hakkının yüzde 20’sinden oluşması (2) ve bu fonun ne tür projelere ve kurumlara destek vereceğinin açıkça belirtilmemiş olması, iktidar blokunun artık kıyılar, ormanlar gibi yerüstü kaynaklarıyla yetinmeyerek, yeraltı kaynaklarına da göz diktiğinin ve bu Fon’u neo-liberal siyasal İslamcı rejimi toplumsallaştırmanın bir aracı olarak kullanacağının bir belirtisi olarak da görülmeli.

Çürüme 1980’lerde başladı

Muhtemelen gelinen nokta itibarıyla, ülkede hiçbir zaman “yoksuldan, emekçiden alınıp, zengine, sermayedara verme” biçimindeki bir zengin-sermayedar seviciliği bu boyutlara erişmedi. Belli ki “benim memurum işini bilir” diyen eski CB Turgut Özal’ın 1980’li yıllarda ettiği meşhur “ben insanın zenginini severim” sözü artık bütünüyle ete kemiğe bürünmüş durumda.

Özetle, özellikle de 1980’li askeri diktatörlük ve Özallı yıllardan bu yana, başlayan ve kamusal olan her şeyin giderek yok edilmesi, özelleştirilmesi ve bu yapılırken de insani, bireysel ve toplumsal etik değerlerin çürütülmesi 1990’ların ortalarında Başbakan Tansu Çillerli yıllarda devam etti ve son olarak AKP’li 21 yılda zirveye çıktı.

Bu süreçte hem fiziki ve fiziki olmayan müştereklerimiz hem de para, maliye, kur politikaları, sosyal politikalar, Merkez Bankası, kamu bankaları başta olmak üzere sosyal ve ekonomik hayatımızı etkileyen tüm politikalar ve kurumlar iktidarı ellerinde tutanların ve çevresindeki sermaye gruplarının lehine kullanıldı. Ülkede adeta bir “rant ekonomisi”, bir “rantiye devlet” ve “ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi” yaratıldı. Bir mafya liderinin ifşaatları ise, ülkedeki devlet-mafya-sermaye üçgeninin ve burada ortaya çıkan yolsuzlukların ne kadar yaygın ve derin olduğunu gösterdi.

“İlk Günah”

Son 21 yıla odaklanalım ve bazı uygulamaları hatırlayalım. 2003 yılında, yani AKP iktidarının daha ilk yılında “nereden buldun” uygulamasına son verildi. Oysa bu uygulama tıpkı 1996 yılında kaldırılan “ortalama kâr haddi ve asgari hasılat esası” ya da 2001 yılında kaldırılan “hayat standardı” uygulaması gibi vergi kaçıranları yakalamaya dönük bir vergi güvenlik ve oto kontrol düzenlemesiydi. Vergi kaçıranlara “bu serveti nasıl yaptın” sorusunun sorulmasını sağlıyordu. Bu uygulamaya son verilmesi adeta “İlk Günah”........

© Açık Gazete


Get it on Google Play