MARKSİZM; Karl Marx 1818-1883 tarihleri arasında yaşamış olan ve komünizmin kuramsal kurucusu konumunda bulunan filozof ve politik ekonomisttir.

Karl Marks Prusya ‘da orta sınıf bir Musevi ailede dünyaya gelmiştir. Marks ilk önce Bonn Üniversitesinde daha sonra Berlin Üniversitesinde eğitim görmüştür. Burada felsefeyle tanışmış ve ‘’Genç Hegelciler’’ grubu üyesi olmuştur. Bu grupta; Hegel’in teorik düşüncelerini daha da değiştirerek geliştirmek için kullanan kişiler yer almaktaydı. Paris’e taşınıp orada bağımsız çalışan bir gazeteci olarak yaşamını sürdürmüştür. Paris’te Friedrich Engels ile tanışmıştır. Engels Marks’ı ekonomi okumaya yönlendirmiştir. İkili, Karl Marks’ın hayatının geri kalanı boyunca birlikte çalışmış ve birlikte yazmıştır.

Marks Londra’ya yerleştikten sonra ‘’Uluslararası Çalışanlar Birliği’ne katılmıştır. Hayatının son yılları en önemli yazılarından bazılarını ürettiği dönem olmuştur. Das Kapital’i yazmıştır. Kitabın ilk cildi 1867’de basılmış, sonraki iki tanesiyse Marks’ın ölümünden sonra Engels tarafından basma hazırlanarak 1885 ve 1894’te yayımlanmıştır.

Marks’ın Felsefesine Bakış ve Hegel Felsefesiyle Karşılaştırılması

Hegel’e göre düşünce ve davranışlarımızı tarih şekillendirir. Felsefe kendi zamanına özgü bir şekilde yapılır. Geçmişte yaşanılanlar, gelecek hakkında tahminler sağlayacaktır.
Marx’ ise felsefenin sömürü hallerini engellemesini savunur. Hegel’in oluşturduğu bu pasif tutuma karşı çıkmasının temel nedeni, Marx’ın insanların fikir ve düşüncelerinin maddi koşullar tarafından şekillendirildiğini düşünmesidir. Marx’a göre, ekonomik, kültür, bilim, ideoloji ve siyaset halkları yoğun şekilde etkilemektedir. Dolayısıyla dünyanın değişimi insanların değişmesini de sağlayacaktır. Diyalektik anlam olarak; zıt fikirlerin mantık çerçevesinde çarpışması ile doğruyu bulma yöntemdir. Hegelci diyalektik; bir kavramın iç çelişkilerini çözen üçlü bir şema izlemesi bakımından diğerlerinden farklılık gösterir. ‘’tez-antitez-sentez’’ kavramları vardır. Hegel’in diyalektik anlayışını reddetmemekle birlikte Marx, diyalektik yöntemin manevi değil maddi dünyayla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Hegel’in diyalektiği ise fikirlerdeki çelişkilerle ilgilenir; tarihsel olaylarda uygulandığında bile kavramsal bir süreç olarak başlar. Marx ise tam tersine, maddi koşulların yarattığı ortamın insan düşüncesini şekillendirdiğine inandığından, diyalektiği tarihsel maddi değişimler üzerinden açıklamaya çalışmıştır. Hegel’in insan merkezli bir diyalektik anlayışı vardır. ‘’tez, antitez ve sentezin’’ açılımı ve bilincin mutlak fikre ilerleme sürecindeki çelişkilerin çözümüne işaret eder. Marx için ise çelişkiler, maddi bir düzeyde ortaya çıkar ve “gerçek ve maddi olarak doğrulanabilir çelişkilere” atıfta bulunur. Marx bu analizine dayanarak kapitalizmin belli soyut eğilimlerini tespit eder ve bu yolla kapitalizmin içerdiği güç ve baskı ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalışır. Tespit ettiği eğilimler kapitalizmin devamını imkânsız kılacak toplumsal olguları ortaya çıkarır. Amacı bu güç ve baskı ilişkilerini görünür yaparak söz konusu ilişkileri yaratan ortamı değiştirmektir.

Marksist diyalektikte Marx, bireylerin toplumsal ve ekonomiksel değişimlerden etkilendiğini açıklar. Üretim tarzı ve ilişkileri o toplumun bilincini şekillendirir. Ekonomik yapı, toplumsal sınıflar arasında ortaya çıkan zıtlıkların ateşlediği bir devrim yoluyla er ya da geç değişir; diyalektik, ilkel toplumların köleci devletlere, köleci devletlerin feodal toplumlara ve feodal toplumların kapitalist devletlere dönüşümünü içerir. Bu toplumlardaki görülen çelişkiler, sınıf çatışmaları yoluyla çözülür.

Hegel için özgürlüğün önündeki engeller nesnel değil özneldir. Asıl mesele dünyayı değiştirmek değil insanların toplumdaki rolünü anlamasıdır.

Marx, ise aksi olarak özgürlüğün önündeki engellerin öznel değil nesnel olduğuna inanıyordu. Marx’a göre özgürlüğü mümkün kılmak için dünyada özellikle maddi koşullar açısından bir değişim olması gerektir. Marx’ a göre geçmiş örnekleri göz önüne alarak önkoşulları hazırladığımız takdirde sosyalizm ve komünizmin bir sonraki iki değişim olacağını savunmuştur.

Marx’ın felsefesinin Hegel’in yöntemini materyalist temellere oturtarak dünyayı ne kadar sarstığı halen dikkate değerdir. Marksizmin mevcut düzenin değiştirilmesine ilişkin yol haritası çizen bir siyasal anlayışı da içerir.

Marksizm toplumsal yapıların tarihsel olarak incelenmesini, bunların toplumsal olarak nasıl inşa edildiğini ve nasıl değiştirilebileceğini öngören ve özgürleştirici alternatifler sunan eleştirel bir teoridir. Marx, Kapital’de “Yaşamlarının toplumsal üretimi sırasında insanlar, belirli, zorunlu ve bağımsız ilişkiler, maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişme derecesinin karşılığı olan üretim ilişkileri kurarlar. Bu üretim ilişkilerinin bütünü, toplumların iktisadi yapısını, üzerinde hukuki ve siyasal bir üstyapının yükseldiği ve kendisine belirli toplum bilinci biçimleri denk düşen somut temeli oluşturur. Maddi yaşamın üretim biçimi, genel olarak toplumsal, siyasal ve düşünsel yaşam sürecini koşullandırır” der.

Marx toplumun tarihsel gelişmesine ilişkin temel unsurları belirledikten sonra bir üretim biçimi olarak kapitalizmin diğer özelliklerini inceler. Marksizmin bizzat tanımıyla ilgili olduğu kadar, kapitalizmin ne olduğuna ilişkin de birçok tartışma vardır. Diğer yandan kapitalizmin kendisi tarihsel bir toplumsal oluşum ve üretim biçimi olduğu için baş özellikleri farklı dönemlerde farklı biçimler alır. En genel tanımıyla kapitalizm “doğrudan üreticilerin yeniden üretim araçlarından ayrıldığı, üretim ve değişim süreçlerinin doğrudan siyasal güçten ayrıldığı bir toplum şekli” anlamına gelir. Kapitalist üretim süreci bir baskı ve sömürü ilişkisidir. Bu üretim biçiminin temelinde artı değer ve değer üretimi yer almaktadır. Artı değer üretimi, üretim araçları ve emek gücü tarafından belirlenir.

Artı değer; emek gücünün değişim değeriyle üretken kapasitesi arasındaki farkı ifade eder. Kapitalizmde sınıf mücadelesi üretim araçlarına sahip olanlarla kendi emeğini yaşamını sürdürebilmek için satmak zorunda olan işçiler arasında eşitsiz yapısal şartlar altında yapılır. Tarihsel materyalist anlayış açısından bu farklı sınıflar arasındaki çelişki, tarihsel değişimi açıklamak için merkezi önemdedir. Üretim araçlarından mahrum kalmış ve işgüçleri metalaşmış üreticiler doğrudan bir siyasal müdahale olmadan birbirleriyle özel ekonomik sözleşmeler yaparlar. Kapitalistlerde piyasada kârlarının maksimize etmek için rekabet etmek zorundadırlar. Siyasal güç, sivil toplumdan soyutlanmış bir egemende yani devlette birikir ve devlet ekonominin yeniden üretim şartlarının genel koşullarını sağlar. Devletin toplumsal ilişkilerden soyutlanmış bir görünümü varsa da devlet toplumsal bir ilişki biçimi olarak söz konusu toplumun yapısını yansıtır.

Marksizm ve Liberalizm Karşılaştırılması

Liberalizm, evrenin doğal yasaları olduğu gibi ekonominin de doğal yasaları olduğunu ileri sürerken; Marksizm, toplumların feodalizmden liberalizme, liberalizmden kapitalizme kendiliğinden geçtiğini ve kapitalizmden sosyalizme, sosyalizmden de komünizme kendiliğinden geçeceğini savunur.

Liberal ekonominin temel felsefesi olan “Bırakınız yapsınlar, Bırakınız geçsinler’’ inancı, tam rekabet piyasasına duyulan güvene dayanır. Tam rekabet piyasası da dört esas üzerine kuruludur:

1- Piyasaya giriş ve çıkış serbesttir.

2- Ürünler homojendir.

3- Ürünler bölünebilir, yani bir tüketicinin az veya çok satın alması ya da bir üreticinin az veya çok üretmesi, piyasa denge fiyatını değiştirmez.

4- Üretici ve tüketiciler piyasa hakkında tam bilgiye sahiptirler.

Bu dört şartın gerçekte var olanı değil, olması arzulanan ideal piyasayı resmettiği açıktır. Oysa gerçek dünyada bütün bunlar gerçekleşmez.

İlk olarak; Gerçek dünyada aynı malı üretenler, birbirlerinin kararları hakkında yeterli bilgiye sahip olamazlar. Her üretici ürettiği malın maliyeti ve o mala yönelik talebe göre fiyat belirler. Diğer taraftan aynı malı üreten üreticilerin ürettikleri mallar kesinlikle bir diğerinin aynısı olamaz. En azından tüketicinin kanaatinde öyle değildir. Üreticiler birbirleri ile anlaşarak veya haksız rekabet yoluyla fiyatları subjektif bir kararla belirledikleri için piyasadaki fiyatlar arzı talebe eşitleyen fiyat olmaktan çıkar. Sonuçta, tam rekabet piyasası çalışmamış olur. Liberal ekonomide, talep fazlası önce fiyatları, sonra üretimi artıracağı için tehlikeli olmayabilir. Ancak, arz fazlası olduğunda üreticiler arası rekabet artar ve birçok üretici iflas etmek zorunda kalır. Teknolojik üstünlüğe sahip olanların rekabet üstünlüğüne sahip olacağı kesindir. Teknolojik üstünlüğe sahip olmak için de teknolojinin bedeli olan sermayeye sahip olmak gerekir. Böylece, rekabet üstünlüğü sermaye üstünlüğüne dönüşür. Sermayesi kıt olan üreticiler iflas edip kapitalistlerin işçisi olmaktan kurtulamazlar. Sonuçta, ekonomide tam rekabet şartlan değil, eksik rekabet şartları geçerli olur.

İkinci olarak; nüfus artışı, iş gücü yerine makineler ikamesi ve kapitalist üreticiler karşısında iflas eden emekçi üreticilerin katılımı ile emek arzı emek talebinden büyük olur. Böylece, işverenin emekçiye daha az ücret ödeyeceği yol açılır. Marksizm’e göre, emeğin üretimden doğal ücret seviyesinde pay alması adil değildir. Çünkü, bir mala değer kazandıran o malın üretiminde kullanılan emektir. Buna rağmen, liberalizm ve kapitalizm emeğin hakkını vermezler. Oysa, sosyalizmin ileri aşaması olan “komünist toplumda”, insanlarla beraber üretim güçleri de artıp, kollektif servet kaynakları bolluktan taşınca, bölüşüm ilkesi artık emek değil, ihtiyaç olacaktır. Bu sonsuz bolluk toplumunda, sadece üretim araçlarında değil, tüketim mallarında da mülkiyet ortadan kalkacaktır, Marks’a göre bu halde çalışma ve bölüşüm ilkesi, herkesten yeteneklerine herkese ihtiyaçlarına göre formülüyle belirlenecektir

Üçüncü olarak; Üretim süreci sonunda oluşan hasıladan hak ettikleri payı alamayan emekçiler, hak ettikleri tüketimi de yapamazlar. Diğer taraftan, kapitalistlerin satın alma gücü daha yüksek olduğu için lüks mallara talep her zaman vardır. Böyle olunca üretim, düşük gelirli kalabalıkların ihtiyacından çok, talep gücü yüksek sınırlı sayıdaki kapitalistin isteklerini karşılamaya yönelir. Üstelik ekonomi durgunluğa girdiği zaman, emekçiler daha çok sefil olurken, kapitalistler önceki birikimlerini harcarlar. İşte, Marksizm’i üretim araçlarını kamulaştırmaya sevk eden sebeplerden biri de emekçilerle kapitalistler arasında var olan tüketim eşitsizliğidir.

Dördüncü olarak; Marks’a göre bir malı değerlendiren tek faktör vardır, o da o malı üreten emektir. Buna rağmen, mal bedelinin tamamı emeğe ödenmez. Emeğe ödenen sadece onun kendini yeniden üretmesine yetecek kadar olanıdır. Marks bir malın değerinin tamamen onu üreten emek faktörünce oluşturulduğunu kabul ettiği için ücretlerin az veya çok yükselmesini yeterli bulmaz. Ona göre emeğin üretimden alması gereken pay mal bedelinin tamamı olmalıdır. Oysa, kapitalist sömürü bunu engeller. Emeğe hak ettiği ücreti ödemeyen kapitalistler, malların satış fiyatı ile emeğe ödenen ücret arasındaki farkı kendileri alır. Bu fark, artık değerdir ve sömürü böyle gerçekleşir. Bütün bu sorunların kaynağı, liberalizm ve kapitalizm olduğu için, çözümü bu iki sistemin dışında aramak gerekir ki, bu sorunu Marksizm çözer.

Son olarak Marx tarihsel gelişmeyi, toplumların geçtiği dört aşamada açıklar: 1. İlkel komünal dönem 2. Kölelik dönemi 3. Feodal toplum dönemi 4. Kapitalizm dönemi 5. Komünizm dönemi

İlkel Komünal Dönem: Avcı ve toplayıcı dönemde, paylaşımcı bir mülkiyet ve demokrasinin ilk aşamaları oluşmaktadır.

Kölelik Dönemi: Toplumun kabileden şehir devleti şekline geçip, köleliğin, özel mülkiyetin ve aristokrasinin oluştuğu tarımsal üretimin yaygınlaştığı dönemdir.

Feodal Toplum Dönemi: Kralın en üst seviyede ve aristokrasinin yönetici sınıf haline geldiği özellikle dinin toplum yönetiminde etkili olduğu dönemdir.

Kapitalizm Dönemi: Burjuva sınıfının yönetici, proletarya (işçi sınıfı) nın da ezilen sınıf olduğu, piyasa ekonomisinin süreğen olduğu ve üretim araçlarına ve özel mülkiyete belirli bir üst sınıfın sahip olduğu dönemdir.

Komünizm Dönemi: İşçilerin devrim yaparak kapitalizmi bitirdiği, mülkiyetin, sınıfın ve devletin artık olmadığı bir toplumun oluştuğu dönemdir. Artık kapitalist düzen yok olmuş ve sınıfsız toplum kurulmuştur. Marx’a göre ‘’bütün insanlık tarihi, sınıf çatışmalarının tarihidir’’.

QOSHE - Siyasi İdeolojiler İncelemesi-2 - H.anıl Aslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Siyasi İdeolojiler İncelemesi-2

48 0
20.04.2024

MARKSİZM; Karl Marx 1818-1883 tarihleri arasında yaşamış olan ve komünizmin kuramsal kurucusu konumunda bulunan filozof ve politik ekonomisttir.

Karl Marks Prusya ‘da orta sınıf bir Musevi ailede dünyaya gelmiştir. Marks ilk önce Bonn Üniversitesinde daha sonra Berlin Üniversitesinde eğitim görmüştür. Burada felsefeyle tanışmış ve ‘’Genç Hegelciler’’ grubu üyesi olmuştur. Bu grupta; Hegel’in teorik düşüncelerini daha da değiştirerek geliştirmek için kullanan kişiler yer almaktaydı. Paris’e taşınıp orada bağımsız çalışan bir gazeteci olarak yaşamını sürdürmüştür. Paris’te Friedrich Engels ile tanışmıştır. Engels Marks’ı ekonomi okumaya yönlendirmiştir. İkili, Karl Marks’ın hayatının geri kalanı boyunca birlikte çalışmış ve birlikte yazmıştır.

Marks Londra’ya yerleştikten sonra ‘’Uluslararası Çalışanlar Birliği’ne katılmıştır. Hayatının son yılları en önemli yazılarından bazılarını ürettiği dönem olmuştur. Das Kapital’i yazmıştır. Kitabın ilk cildi 1867’de basılmış, sonraki iki tanesiyse Marks’ın ölümünden sonra Engels tarafından basma hazırlanarak 1885 ve 1894’te yayımlanmıştır.

Marks’ın Felsefesine Bakış ve Hegel Felsefesiyle Karşılaştırılması

Hegel’e göre düşünce ve davranışlarımızı tarih şekillendirir. Felsefe kendi zamanına özgü bir şekilde yapılır. Geçmişte yaşanılanlar, gelecek hakkında tahminler sağlayacaktır.
Marx’ ise felsefenin sömürü hallerini engellemesini savunur. Hegel’in oluşturduğu bu pasif tutuma karşı çıkmasının temel nedeni, Marx’ın insanların fikir ve düşüncelerinin maddi koşullar tarafından şekillendirildiğini düşünmesidir. Marx’a göre, ekonomik, kültür, bilim, ideoloji ve siyaset halkları yoğun şekilde etkilemektedir. Dolayısıyla dünyanın değişimi insanların değişmesini de sağlayacaktır. Diyalektik anlam olarak; zıt fikirlerin mantık çerçevesinde çarpışması ile doğruyu bulma yöntemdir. Hegelci diyalektik; bir kavramın iç çelişkilerini çözen üçlü bir şema izlemesi bakımından diğerlerinden farklılık gösterir. ‘’tez-antitez-sentez’’ kavramları vardır. Hegel’in diyalektik anlayışını reddetmemekle birlikte Marx, diyalektik yöntemin manevi değil maddi dünyayla ilgilenmesi gerektiğini düşünüyordu. Hegel’in diyalektiği ise fikirlerdeki çelişkilerle ilgilenir; tarihsel olaylarda uygulandığında bile kavramsal bir süreç olarak başlar. Marx ise tam tersine, maddi koşulların yarattığı ortamın insan düşüncesini şekillendirdiğine inandığından, diyalektiği tarihsel maddi değişimler üzerinden açıklamaya çalışmıştır. Hegel’in insan merkezli bir diyalektik anlayışı vardır. ‘’tez, antitez ve sentezin’’ açılımı ve bilincin mutlak fikre ilerleme sürecindeki çelişkilerin çözümüne işaret eder. Marx için ise çelişkiler, maddi bir düzeyde ortaya çıkar ve “gerçek ve maddi olarak doğrulanabilir çelişkilere” atıfta bulunur. Marx bu analizine dayanarak kapitalizmin belli soyut eğilimlerini tespit eder ve bu yolla kapitalizmin içerdiği güç ve baskı ilişkilerini ortaya çıkarmaya çalışır. Tespit ettiği eğilimler kapitalizmin devamını imkânsız kılacak toplumsal olguları ortaya çıkarır. Amacı bu güç ve baskı ilişkilerini görünür yaparak söz konusu ilişkileri yaratan ortamı değiştirmektir.

Marksist diyalektikte Marx, bireylerin toplumsal ve ekonomiksel değişimlerden etkilendiğini açıklar. Üretim tarzı ve ilişkileri o toplumun bilincini şekillendirir. Ekonomik yapı, toplumsal sınıflar arasında ortaya çıkan zıtlıkların ateşlediği bir devrim yoluyla er ya da geç değişir; diyalektik, ilkel toplumların köleci devletlere, köleci devletlerin feodal toplumlara ve feodal toplumların kapitalist devletlere dönüşümünü içerir. Bu toplumlardaki görülen çelişkiler, sınıf çatışmaları yoluyla çözülür.

Hegel için özgürlüğün önündeki engeller nesnel değil özneldir. Asıl mesele dünyayı değiştirmek değil insanların toplumdaki rolünü anlamasıdır.

Marx, ise aksi olarak özgürlüğün önündeki engellerin öznel değil nesnel olduğuna inanıyordu. Marx’a göre özgürlüğü mümkün kılmak için dünyada özellikle maddi koşullar açısından bir değişim olması gerektir. Marx’ a göre geçmiş örnekleri göz önüne alarak önkoşulları hazırladığımız takdirde sosyalizm........

© Adil Medya


Get it on Google Play