Keyifle içerlerken, ovalarımıza, obalarımıza, otlaklarımıza, ahırlarımıza, besili hayvanlarımıza, meralarımıza, seralarımıza övgüler yağdırdılar.

Batmakta olan güneşi seyretmeye doyamadılar; şiir okudular, modern sanattan, post modern resimden dem vurdular…

Aşçılar geldiler…

Bineklerinin eyerlerinden, sırtlarındaki kılıflarından, kemik kırma satırları, et kesmeye kalın, deri yüzmeye ince bıçaklarını masanın üzerine dizerek itinayla sıraladılar.

Hepsi birer kasap ustalığıyla masatlarını çıkardılar;

Bıçaklarını bileyerek, uyuyan kedilerimizi okşayarak; ahırlarımıza, besili hayvanlarımıza, meralarımıza, seralarımıza, bahçelerimize daldılar.

Küçükten başlayarak sonra büyük baş hayvanlarımızı boğazlayıp kestiler.

Kışa beslediğimiz, önümüzdeki yıl, önümüzdeki yıllara yetiştirip büyüttüğümüz hayvanlarımızın teker teker kestiler.

Atlarımızı vurarak telef ettiler.

Ormanlarımızı yangın yerine çevirdiler.

Hayvanlarımızı kaba elleriyle itinayla parçalayarak etlerini kemiklerinden ayırdılar.

Aşçılar geldiler…

Kekik kokulu etleri defne yapraklarıyla kaplayıp;

“Olmadı bu böyle…” diyerek içlerine bulgur, pirinç doldurarak, yanlarını sebzelerle süsleyerek pişirmeye durdular.

Bazısını suda haşlayarak, bazısını yağda kızartarak ve bazısını açık ateşte harlayarak…

Servis yapılabilir hale gelince keyiflerinden dört köşe oldular.

Aşçılar geldiler…

En hoyrat, en uyumsuz, en pis, en işbirlikçilerimize hizmetçi elbisesi giydirerek, en mükellef, en gösterişli, en müsrif sofralar kurdurdular.

Tabakları, çatalları kaşıkları, bıçakları saraylara, krallara, diktatörlere layık nizam, intizamla usulüne uygun yerli yerlerine dizdirdiler.

Aşçılar geldiler…

Uçsuz bucaksız, sonu görünmez masalara kuruldular.

Birbirleriyle şakalaşarak, kaba saba adamlardan beklenilmedik ince espriler yaparak yemeğe başladılar.

Yemek faslı uzun sürdü, epey sürdü…

Bitmek tükenmek bilmeyen iştahla,

Ahırlarımızdaki besili hayvanlarımızı, seralarımızdaki sebzelerimizi, bahçelerimizdeki meyvelerimizi yediler, yediler ve yediler…

Şişmiş göbeklerini masalarının üstüne koyarak, soda, gazoz, ayran içerek geğirdiler.

Sonra tekrar tekrar yediler…

Aynı bitmez tükenmez iştahla yediler, yediler ve yediler…

Aşçılar, ağır ve hantal bedenlerini, şişko göbeklerini zorla kaldırarak, iki yana sallanarak ağır ağır gittiler…

Aşçılar gittiler…

Giderken talan edilmiş yurt; yağmalanmış bahçeler, yerle yeksan olmuş seralar, hayvanlarımızın ruhundan sıyrılmış kemik yığınları bıraktılar.

Güneşin daha mutlu, daha umutlu doğamayacağı, suların daha hayat dolu akamayacağı; savaştan çıkmış, yıkılmış, yakılmış beldeler, bin yıllık ağıtlar bıraktılar.

Giderken dediler;

"…Ey artık ölmüş olan at! - dediler -

Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!

Sen açardın,

Otuz üç bin at türünün tek kaynağıydın sen!

Tüylerin kara parlaktı. Koşumların,

- kokulu yağlarla ovulup parlatılan -

Nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke.

Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at!

Toynaklarını liflerle ovardık

Senin karaya boyanırdı koşuşun

Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri.

Çılgın kişnemeni duyardık

Sonsuzun yanı başından

Ne güzel gözlerin vardı Kara at!...”

QOSHE - Aşçılar Geldiler… - Recep Yazgan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Aşçılar Geldiler…

3 0
11.11.2023

Keyifle içerlerken, ovalarımıza, obalarımıza, otlaklarımıza, ahırlarımıza, besili hayvanlarımıza, meralarımıza, seralarımıza övgüler yağdırdılar.

Batmakta olan güneşi seyretmeye doyamadılar; şiir okudular, modern sanattan, post modern resimden dem vurdular…

Aşçılar geldiler…

Bineklerinin eyerlerinden, sırtlarındaki kılıflarından, kemik kırma satırları, et kesmeye kalın, deri yüzmeye ince bıçaklarını masanın üzerine dizerek itinayla sıraladılar.

Hepsi birer kasap ustalığıyla masatlarını çıkardılar;

Bıçaklarını bileyerek, uyuyan kedilerimizi okşayarak; ahırlarımıza, besili hayvanlarımıza, meralarımıza, seralarımıza, bahçelerimize daldılar.

Küçükten başlayarak sonra büyük baş hayvanlarımızı boğazlayıp kestiler.

Kışa beslediğimiz, önümüzdeki yıl, önümüzdeki yıllara yetiştirip büyüttüğümüz hayvanlarımızın teker teker kestiler.

Atlarımızı vurarak telef ettiler.

Ormanlarımızı yangın yerine çevirdiler.

Hayvanlarımızı kaba elleriyle itinayla parçalayarak etlerini kemiklerinden ayırdılar.

Aşçılar geldiler…

Kekik kokulu etleri defne yapraklarıyla........

© Akasyam


Get it on Google Play