Toplum hayatımızda zaman zaman öyle şeyler yaşıyoruz ki oturup ağlamamız gerekirken trajikomik adında bir kelime icat ettiğimiz üzere ve belki gülmeye daha çok ihtiyacımız olduğundan olanlara gülmekten kendimizi alamıyoruz.

Bayram tatilinde Konya’dan geçerken eşsiz Selçuklu dönemini ve özellikle savaşların altında bile bir yandan bütün Anadolu’yu imar eden, diğer yandan Mevlâna gibi bir hoşgörü erbabının Konya’da kök salmasını sağlayan ortamı yaratan Alaaddin Keykubat’ı bir kere daha hatırladık. Alaattin tepesindeki türbede birbirinin ecdadı olan 8 Selçuklu hükümdarının yan yana yattığını ve aralarında birbirini öldürmüş baba ve oğulların da olduğunu eskilerde kaleme almıştım. İktidar ve erk kavgasını babasını öldürmeye kadar götürmüş, fani dünyanın derdini bu denli acı boyutlara taşımış insanların sonsuz uykuda yan yana uyumaları hırslarına karşı hayatın en güzel cevabı olmuştu. Fakat biz de Cumhuriyet döneminde ecdadın kemiklerine akıllarına zarar bir rezillik yaşatmıştık ki olanlar izah edilebilir gibi değildi.

“Zir’i zemin” yani zemin altı mezar, cesedin zeminin altına gömülmesi demektir. Hemen “O zaman bütün mezarlar zir’i zemin” diye itiraz etmeyiniz sayın okurlar, bu gömülme şeklinde zeminin üstüne bir tabut konuluyor ama cesedin kendisi; çalınmaya veya zarar verilmeye karşı korunmak için standart bir mezardan farklı olarak toprağın oldukça altına gömülüyor. Atatürk’ün mezarı bir zir’i zemin mezardır mesela. Ata’mızın bedeni katafaltın çok altında toprağa gömülü halde ebedi istirahatindedir. Selçuklu Sultanları da tehlikelere karşı bir nebze önlem olabilsin diye hep zir’i zemin mezarlara gömülmüşlerdir.

Kimilerine göre 1940’lı kimilerine göre 1960’lı yıllarda 8 hükümdarın beraber uyduğu türbeyi restore etme kararı verilince mezarlar açılmış, kemikler çıkarılıp o gecelik türbenin içine konulmuş ama yarı açık inşaat halindeki yapıda kemikleri korumak için önlem almak kimsenin aklına gelmediği için içeri giren köpekler kemikleri kapmışlardı. Ertesi gün facia fark edilince Alaattin Tepesi’nin her ağacının altından bir Selçuklu Sultanının kemiği toplanmış, kafatasları bulunmaya çalışılmış ve o vakitler herhangi bir teknoloji olmadığı için tamamen göz kararı ile kemikler gruplanarak rastgele mezarlara yerleştirilmişti. Bir iskelette kaç hükümdarın kemiği vardı, Alaaddin acaba Gıyasettin’in bacağıyla mı yatıyordu veya bir hükümdarın en azından kafası kendine ait mezara mı konulmuştu bilen yoktu.

Murat Bardakçı aynı kepazeliğin 1999 yılı restorasyon çalışmasında da yaşandığını yazıyor ama Konya Valiliği bunu doğrulamıyor. Eğer doğruysa aradan onlarca yıl geçmiş ama yaptığı işe saygısı olmayan kifayetsiz yaklaşım değişmemişti; torbalara konan kemiklerin yine havalandırması açık türbenin içine korumasız şekilde konulduğu, yine köpeklerin türbeye girip kemikleri kaptığı, yine ertesi gün Alaaddin Tepesinin ve yakındaki parkın içinde sultanların kemikleri toplanıp yine karmakarışık halde mezarlara konulduğunu söylüyor Murat Bardakçı.

2017 yılında bu rezilliğe çare bulunması için gelişmiş kemik analizi teknolojisi kullanılmaya karar verilerek mezarlar yeniden açıldı. Bu defa ecdadın ruhundan özür dilercesine kemik analizleri yapıldı, kemikler testler yapılarak en azından ait oldukları iskelette birleştirildiler, DNA analizleriyle hangi sultan oldukları belirlenmeye çalışıldı. Kemik analizi tekniklerinin bunları yapmaya, iki kemikten kim kimin babasıdır anlamaya artık yetkin olduğunu biliyoruz. Bu sayede en azından köpeklerin ağzında oradan oraya taşınıp karışan sultanların kemikleri yeniden birleşti, ecdadımızın bizi affetmesi umuduyla mezarlarına yerleştirildi. Dileriz ki ecdadın kemikleri bu defa rahatsız edilmeden ebedi uykuya devam ederler.

Bu çalışma sırasında başka şeyler de ortaya çıktı. Alaaddin Keykubat’ın kafatasında renk değişiklikleri vardı, ağır metal zehirlenmesi belirtisi olan bu durum gerçekten de o eşsiz Sultanın zehirlenerek öldüğünü doğruluyordu. 2. Alaaddin Keyhüsrev’in yüzüne aldığı kılıç darbeleriyle öldüğü anlaşılıyordu. 1. Mesut ve 2.Kılıçarslan’ın kemiklerinde Konya etrafında çok yaygın olan omurga romatizması görüldü, bu tip romatizmadan ecdadımız da çok çekmiş meğer.

Yapılan kemik analizlerinin sonuçlarıyla sultanların yüzleri de yaratıldı ve saçlı sakallı heykelleri yapılıp müzede sergilenmeye başladı. Bu ikinci çalışmanın gerçekle ilgisi o kadar doğru olmayabilir; bir sultanın saçını sakalını kaç örgü yaptığını veya ömrünün sonunda sakalının beyaz mı yoksa kır mı olduğunu kemik analizinden bilemeyiz. Üstelik bu heykeller fena halde birbirlerine benziyorlardı ve gazetelerden birisi “Hiç mi anasına veya dayısına benzeyen sultan yoktu?” diyerek hepimizi kopartmıştı.

Ölüp gittiğimizde geride kalan bedenimizin toprağa karışması en doğrusudur. Fakat ne olursa olsun ecdadın kemiğini bu denli değersiz görüp köpeklerin ağzından toplamak benzersiz Selçuklu tarihinin hak ettiği bir şey değildir. Hiç kimsenin cesedine saygısızlık yapılmamalı.

QOSHE - Ecdadın kemikleri - Ahsen Aral Uyar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ecdadın kemikleri

6 0
22.04.2024

Toplum hayatımızda zaman zaman öyle şeyler yaşıyoruz ki oturup ağlamamız gerekirken trajikomik adında bir kelime icat ettiğimiz üzere ve belki gülmeye daha çok ihtiyacımız olduğundan olanlara gülmekten kendimizi alamıyoruz.

Bayram tatilinde Konya’dan geçerken eşsiz Selçuklu dönemini ve özellikle savaşların altında bile bir yandan bütün Anadolu’yu imar eden, diğer yandan Mevlâna gibi bir hoşgörü erbabının Konya’da kök salmasını sağlayan ortamı yaratan Alaaddin Keykubat’ı bir kere daha hatırladık. Alaattin tepesindeki türbede birbirinin ecdadı olan 8 Selçuklu hükümdarının yan yana yattığını ve aralarında birbirini öldürmüş baba ve oğulların da olduğunu eskilerde kaleme almıştım. İktidar ve erk kavgasını babasını öldürmeye kadar götürmüş, fani dünyanın derdini bu denli acı boyutlara taşımış insanların sonsuz uykuda yan yana uyumaları hırslarına karşı hayatın en güzel cevabı olmuştu. Fakat biz de Cumhuriyet döneminde ecdadın kemiklerine akıllarına zarar bir rezillik yaşatmıştık ki olanlar izah edilebilir gibi değildi.

“Zir’i zemin” yani zemin altı mezar, cesedin zeminin altına gömülmesi demektir. Hemen “O zaman bütün mezarlar zir’i zemin” diye itiraz etmeyiniz sayın okurlar, bu gömülme şeklinde zeminin üstüne bir tabut konuluyor ama cesedin kendisi; çalınmaya veya zarar verilmeye karşı korunmak için standart bir mezardan farklı olarak toprağın oldukça altına gömülüyor. Atatürk’ün mezarı bir zir’i zemin mezardır mesela. Ata’mızın bedeni katafaltın çok altında toprağa gömülü halde ebedi istirahatindedir. Selçuklu Sultanları da tehlikelere karşı bir nebze önlem olabilsin diye hep zir’i zemin mezarlara........

© Anayurt


Get it on Google Play