İlkbaharlar ılıktı eskiden, güneş aydınlık, sular sakin ve huzurluydu. Gölgeler aslını yaşatır, yağmurlar gökkuşağını koynunda taşırdı. Ankara her zamanki Ankara’ydı ve ben her gün en baştan yâd ederdim yâda düşmüş, gül gölgesindeki kadim sevgiliyi.

Fakülte bahçesinde elimde karton bardakta demi az, rengi uyduruk bir çay, dizimde ders notları suali mi biter okumak dediğinin. Önce adam olup sonra okumaktı benimki. İliştiğim bankı gölgeleyen ağacın altı serin olsa da dalların arasından bir yolunu bulup omuzlarımı ısıtmayı bilirdi güneş. Anne gibiydi, üşüdüğümü hisseder sarar sarmalardı inceden.

Telefonum çalıyor, kalbim sanki duruyor arayanı görünce ve dünya bile bırakıyor o an dönmeyi. O en sevdiğimin ismi, murada erememişliğin derin hüznü, cismiyse daimi kayıp. Açıyorum ürkek bir sesle ve elbet diyor gönlümün efendisi.

“Elbet bir gün buluşacağız Bu böyle yarım kalmayacak!”

Şarkı duygusal olsa da iddialı ve kesin hükümlü. Yüzümün bu kadar güldüğü olmuş muydu o şarkıyı o sesten dinleyene kadar…

Ankara’da ayrılığın mesafesi Seymenlerden Tunus’a oradan Olgunlar’ın bitimine kadar ve Ankara’da kavuşmak Elbet Birgün dediği o ağacın dalları kadar. Ayrılığa dökülecek gizli gözyaşı en çok Kalenin burcuna yakışır, tuğla minarede ezan saatine derin bir ah! Kondurulur sessizce. Kallavi bir vurgundur aşk, kentin ayrılık sinmiş kum rengi duvarlarında. O ilk vurgunda aldığın yara sakat bırakır kalbini, ne oldurabilirsin kendini artık; ne de ölebilirsin tek nefeste…

Ankara hevestir kimisine; bu böyle yarım kalmayacak dese de. Yıllar sonra Ayrancı yokuşunun en işlek yerinde karşılaşınca öyle durup bakışılır işte. Ne kalabilirsin o kalpte ne büsbütün gidebilirsin …

Eski Ankara’dan kalma bir evin girişinde kırmızılı yeşilli bir ısparta halısı geliyor gözümün önüne. Kenarları çiçek bordürlü ortası büyük madalyon desenli. O eve misafirliğe gideli bin yıl olmuş sanki. Çocukmuşuz ve hiç büyümeyecekmişiz gibi sıkıca tutunmuşuz annemizin sözlerine. Bakkaldaki beyaz gofrette, Ulus’taki simitçi tezgahında kalmış aklımız çünkü çocuk kısmının her zaman her istediği yapılmaz her canının istediği alınmazmış, fazla yüz verilirse şımarırmış sanki!..

İşte o gün o evde eski pikapta Elbet Bir Gün Buluşacağız diyordu Zeki Müren en nadide sesiyle. Bazısı hiç buluşamadı ne gemi güvertesinde ne deniz kenarında. El ele mâziyi konuşamadı, çünkü mâzi önce yaşanan sonra geriye kalandı.

İki fincanda bir sade bir orta kahve ve o hikaye o masanın orta yerinde öylece yarım kaldı, tutmadı şarkı sözünü. Elbetler imkân bulamadı o ikisinin hayatında.

Tamlık iyi midir bilinmez ama yarımlık kötü. Eksik, ezik ve üzücü. O yarıda kalmışlık ve yarı yolda bırakılmışlık hissi göğüs kafesinde saklanmış hiç büyümeyen o çocuğu, ölene dek ince sızı olur ağlatır.

“Seni çok üzmüşler, kalbini acıtmışlar. Elin kolun acısaydı öperdim geçerdi ama kalp acısına ne yapılır onu bilmiyorum?”

Onu kimse bilemez. Kimin vebalini son nefese dek kim taşır, aşkın ince nazını hangisi çeker, giden mi yanar kalan mı kanar bunlar da muallak. Ankara kimi nasıl avutur, her sokağın köşesine her caddenin başına yazılmış onca anıyı nereye saklar, nasıl sarar onca yarayı ve nasıl teselli eder onca yalnızı?

Yani zordur Başkentin işi…

Martın sonunda çiçek açmış bahar dallarına kar yağdı Ankara’da. Tomurcuklar dolu doluydu oysa. Açıp meyve vereceğine, arıyı kuşu ağırlayacağına ne kadar emindi. Anneannem heveslenip umut ettiğimiz şeyler olmayınca; “dolu vurdu yine bahar dallarına!” Derdi. Çiçeklere ve tomurcuklara ağır geldi kar. Eriyip aktı kolayca lâkin tomurcuğu da çürüttü. Başka bir şarkıda olduğu gibi :

“Bir fırtına tuttu bizi deryaya saldı,

bu bizim kavuşmalarımız mahşere kaldı!”

Hayat bazen baharda yağan karla bazen yağmursuz havada vuran fırtınaya benzer, gözünün yaşına Ankara’nın taşına bakmaz herkesin payına düşeni eşitlik gözetmeksizin dağıtırmış.

Gel gelelim Ankara’ya!

Bu kente en çok sevda yakışırmış, Ankara’ya neşeli sevmeler, bir de el ele diz dize raflara çiçekli örtü sermeler. Velakin Ankara caddelerine aşktan mütevellit mâziler, ağaçlı yollarında şarkılar söylemeler, sonunda elbet bir gün buluşmalar ve mutlak kavuşmalar yakışırmış…

Güzel Ankara’m! Elbet Bir Gün Buluşacağız…

QOSHE - Bir Ankara Edebiyatı… Elbet Bir Gün Ankara - Ayşe Gülçin İlhan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir Ankara Edebiyatı… Elbet Bir Gün Ankara

13 0
30.03.2024

İlkbaharlar ılıktı eskiden, güneş aydınlık, sular sakin ve huzurluydu. Gölgeler aslını yaşatır, yağmurlar gökkuşağını koynunda taşırdı. Ankara her zamanki Ankara’ydı ve ben her gün en baştan yâd ederdim yâda düşmüş, gül gölgesindeki kadim sevgiliyi.

Fakülte bahçesinde elimde karton bardakta demi az, rengi uyduruk bir çay, dizimde ders notları suali mi biter okumak dediğinin. Önce adam olup sonra okumaktı benimki. İliştiğim bankı gölgeleyen ağacın altı serin olsa da dalların arasından bir yolunu bulup omuzlarımı ısıtmayı bilirdi güneş. Anne gibiydi, üşüdüğümü hisseder sarar sarmalardı inceden.

Telefonum çalıyor, kalbim sanki duruyor arayanı görünce ve dünya bile bırakıyor o an dönmeyi. O en sevdiğimin ismi, murada erememişliğin derin hüznü, cismiyse daimi kayıp. Açıyorum ürkek bir sesle ve elbet diyor gönlümün efendisi.

“Elbet bir gün buluşacağız Bu böyle yarım kalmayacak!”

Şarkı duygusal olsa da iddialı ve kesin hükümlü. Yüzümün bu kadar güldüğü olmuş muydu o şarkıyı o sesten dinleyene kadar…

Ankara’da ayrılığın mesafesi Seymenlerden Tunus’a oradan Olgunlar’ın bitimine kadar ve Ankara’da kavuşmak Elbet Birgün dediği o ağacın dalları kadar. Ayrılığa dökülecek gizli gözyaşı en çok Kalenin burcuna yakışır, tuğla minarede ezan saatine derin bir ah! Kondurulur sessizce. Kallavi bir vurgundur aşk, kentin ayrılık sinmiş kum rengi duvarlarında. O ilk vurgunda aldığın yara sakat bırakır........

© Anayurt


Get it on Google Play