“Kontrabas”, Ankara Devlet Tiyatrosu'nun kültleşmiş oyunlarından birisi. Aynı zamanda “Koku” romanının da yazarı olan Patrick Süskind’in kaleminden çıkan bu tek kişilik eser, Metin Belgin’in yönetmenliğinde; Olcay Klavuzlu tarafından otuz yıldan fazladır Ankara Dt’de oynuyor. Hani Ankara’da yaşayıp da “Kontrabas”a gitmemiş olanı dövüyorlar tabiri caizse.

İkinci izleyişim olmasına rağmen, Olcay Klavuzlu’nun artık içine işlemiş olan bu rolü yine aynı keyifle, bu kez oyunun kendi sahnesi olan Oda Tiyatrosu’nda izledim. Cermodern’de de sırıtmış sayılmazdı. Oyun, izleyiciyi öylesi içinde tutuyor ki, insan bir an olsun gözünü sevgili Klavuzlu’dan alamadığından oldukça sade bırakılmış dekorla çok da ilgilenemiyor dürüst olmak gerekirse. Çok yaşında “Kontrabas” yine aynı “Kontrabas” anlayacağınız. Tadından bir şey kaybetmemiş.

Klavuzlu, bir kontrabasçıyı canlandırıyor. Oyuna, heyecanla kontrabasa övgüler düzerek başlayan oyuncu, “Bir orkestra şefsiz olabilir ama kontrabassız asla”ya dek işi götürmüşken aniden yıllar yılı içinde birikmiş nefreti kusmaya başlıyor. Kontrabasın çalgı olmaktan çok bir engel olmasından, hantallığından ve süreklilik arz eden “ortalıkta oluşu”ndan yakınan karakterimiz, geçmişte onu banyoya kapattığını ancak işe yaramadığını dahi söylüyor, “ruhu dolaşıp durdu.”

“Ömür boyu devlet operasında memurluğa mahkum bir kontrbasçı” diyor kendini aşağılamak istercesine. Tüm hayatını olduğu gibi kaplayan bu “dişi enstrüman” ona göre kadınlarla süregelen kötü ilişkinin de başlıca sebebi. Sürekli “ben buradayım” diyerek onu geri planda bırakıyor. Oysa orkestranın taze solisti Sara ile bir kez göz göze gelebilmek için neler vermez, neleri göze almazdı…

Oda Tiyatrosu’nda izleyip de başarılı bulmadığım neredeyse hiç tek kişilik oyun yok. Gerçi bu oyuna tek kişilik diyebilir miyiz bilmiyorum. Zira Klavuzlu’nun bir partneri var. Kimi zaman rakibi, kimi zamansa sevgilisi olan kontrabas. Öyle ki selam verirken kontrabası da öne çıkarıyor, ikisini birlikte alkışlıyoruz. Gerçekten de kontrabas hep “ben de buradayım” diyor.

Oyunu seyirciyle etkileşim içinde götüren Klavuzlu, bir soru doğrultuyor bizlere, “Bildiğiniz kadın müzisyen /besteci var mı?” cevabı “yok” olan bu soruyla kadınların müzikten anlamadığı yönündeki varsayımını haklı çıkarıyor karakterimiz. Eş zamanlı olarak zihnimde Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sı dönüyor. Dönemin kadınlara olan bakış açısı üzerinden ataerkilliği anlatan Woolf, şöyle söylüyor kadın için, “Hayallerde müthiş önemli, hayatta ise tamamen değersiz.” Birileri tarafından yönetilebilir olan kadın figürü, çağlar boyu ezilip hor görülürken bir “Shakespeare” çıkamamış aramızdan izninizle. İnsanın üretmesi özgürlüğünden gelir çünkü.

Oyunda Kılavuzlu’nun yalınayak, beyaz ve sade giyimi bana kalırsa oyunu samimi kılıyor. Zira provaya yetişmek üzere sırtına frakını geçirirken gözlerimiz önünde çoraplarını da giyiyor. Adeta dışarıya izole evine konuk oluyor, onunla birlikte “sıvı kaybımızı önlemek adına bir şeyler içerek” bestecilerin dedikodusunu yapıyor, var oluşumuzun hassas noktalarını sorguluyoruz. Bazen müzik konuşuyor, karakaterimizin “Doğaçlama denilen anarşiden ürküntü duyduğundan” caz ve rap sevmediğini öğreniyor; bazen orkestra şefini takmamasına varan “en mahreminden hazları”nı dinliyor, yükselip alçalan yakınmalarına katılıyoruz “Delirmek işten değil.”

“Konstrabas”ı ilk izleyişim, pandemiden hemen öncesine dayanıyor. O zamana göre, belki de stüdyo sahnenin de etkisiyle oyunun çok daha samimi ve sohbet havasında gerçekleşip çok daha interaktif olduğunu söyleyebilirim. Sanki yıllar yılı kontrabascı Olcay Klavuzlu’nun üzerine daha da siniyor. Her izleyişimizde bir öncekinden daha fazla keyif veriyor böylece.

Ankara seyircisi olup da hala Kontrabas izlemeyen kaldıysa çok ayıp. Hemen iş çıkışına bir bilet kapıp bu benimsenmiş isyana ortak olun.”

QOSHE - Kontrabas - Nur Yıldız
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kontrabas

11 0
05.04.2024

“Kontrabas”, Ankara Devlet Tiyatrosu'nun kültleşmiş oyunlarından birisi. Aynı zamanda “Koku” romanının da yazarı olan Patrick Süskind’in kaleminden çıkan bu tek kişilik eser, Metin Belgin’in yönetmenliğinde; Olcay Klavuzlu tarafından otuz yıldan fazladır Ankara Dt’de oynuyor. Hani Ankara’da yaşayıp da “Kontrabas”a gitmemiş olanı dövüyorlar tabiri caizse.

İkinci izleyişim olmasına rağmen, Olcay Klavuzlu’nun artık içine işlemiş olan bu rolü yine aynı keyifle, bu kez oyunun kendi sahnesi olan Oda Tiyatrosu’nda izledim. Cermodern’de de sırıtmış sayılmazdı. Oyun, izleyiciyi öylesi içinde tutuyor ki, insan bir an olsun gözünü sevgili Klavuzlu’dan alamadığından oldukça sade bırakılmış dekorla çok da ilgilenemiyor dürüst olmak gerekirse. Çok yaşında “Kontrabas” yine aynı “Kontrabas” anlayacağınız. Tadından bir şey kaybetmemiş.

Klavuzlu, bir kontrabasçıyı canlandırıyor. Oyuna, heyecanla kontrabasa övgüler düzerek başlayan oyuncu, “Bir orkestra şefsiz olabilir ama kontrabassız asla”ya dek işi götürmüşken aniden yıllar yılı içinde birikmiş nefreti kusmaya başlıyor. Kontrabasın çalgı olmaktan çok bir engel olmasından, hantallığından ve süreklilik arz eden “ortalıkta oluşu”ndan yakınan karakterimiz, geçmişte onu banyoya kapattığını ancak işe yaramadığını dahi söylüyor,........

© Anayurt


Get it on Google Play