Her köye gidişimizde, evin önünde beklerlerdi bizi hasretle, sevgiyle… Her seferinde annem derdi ki:
“Keşke hepiniz eskisi gibi küçük olsaydınız. Sizi bir sofranın etrafında toplasaydım. Şimdi farklı illerdesiniz, toparlayamıyorum” artık.
Dertleşirdik, anlatırdı bütün köyü, hasreti sevgisini. Her defasında “Ben ölürsem kardeşlerine sahip çık” derdi bana. Bütün derdi, tasası çocuklarıydı. Yüreğine sığdırırdı hepimizi.
Sonra çay bahçelerini gezerdik. Nasır tutan elleriyle dikenleri koparırdı “Ben ölünce bakmaz kimse buralara, dikenlik, orman olur” derdi. Aynen de öyle oldu.
Evin önündeki Karayemiş ağacın altına otururduk. Birden işi, ölüme getirmişti. Şaşırıp kalmıştım. Ölümü kendisine hiç yakıştıramamıştım.
“Ben ölünce bu karayemişin altına gömün..! Tepelere göndermeyin. Ben sizi bilirim, gelmesiniz yanıma. Burada yatarsam, görmesem de hissederim evlatlarımı” demişti. Ayrılık vakti gelince başlardı ağlamaya.
Ne vardı, 67 yaşında gideceğine. Bizi niye terk ettin anlamış değilim anne. Bak, köye gelmemiz için hiçbir sebep kalmadı. Sen olmayınca, babam olmayınca ayaklarım çekmiyor, içimden gelmiyor köye gelmeyi. Ankara’yı da sevmiyorum artık.
Çok sevdiğin karayemiş ağacın altında yatıyorsun. Bizi görmesen de hissettiğini biliyorum.
Gidenler geri gelmiyor. Babamı 1997’de, annemi 2003 yılında kaybettim. Anneler veya babalar gününde. Boğazım düğümlenir… Yutkunamam, içime oturur. Anlayacağınız hem yetim, hem de öksüzüm. Allah mekânlarını cennet eylesin.
***
Sevgili okurlarım, birçoğunun “göstermelik” olarak kutladığı özel günlere ilgi duymuyorum. Hatta kutlamıyorum. Kutlayanlara karşı değilim. Beni eleştirebilirsiniz…
“Anneler günü”, “Sevgililer günü”, “Babalar Günü”, “Kadınlar Günü”, “Evlilik Yıldönümü”, “Doğum günü” ve günleri çoğaltabiliriz.
1980’den sonra kapitalist sistem tarafından tüketim ve gösteriş toplumuna yönelik öyle kampanyalar yapılıyor ki, bunlardan kendimizi korumak imkânsız gibi bir şey. Televizyonlar, gazeteler, bugünlerle yatıp kalkıyorlar. Sanki yeni bir şeyi icat ediyorlar.
Bunları gönülden kutlayanlara elbette ki karşı değilim. Karşı olduğum şu: Annesini, babasını hiç ziyaret etmez, ilgilenmez, ihtiyaçları olup olmadığına bakmaz, hatta “Eşim istemiyor, bize ayak uydurtamıyorlar”. Gerekçesi ile evlerine almazlar, huzurevlerinde kalıyorlarsa ziyaret etmezler.
Sonra da, yılda bir gün göstermelik, medyatik olarak “Canım annem, canım babam” edebiyatını yapıyorlar. Ben bunlara karşıyım.
Bir anne ve babanın en büyük mutluluğu, çocuklarının mutluluğudur, başarısıdır. Onlar için önemli olan yılda bir kez verilen hediye, ya da yine bir kez söylenen güzel söz değildir.
Anne-baba, çocuklarını 365 günü görmek ister, sesini duymak ister, kucaklayıp koklamak ister. Bunu da candan içten ister. Hep beraber olsunlar ister.
Ben hayırlı evlatlardan olduğumu düşünüyorum. Anne babamın sağlığında üzerlerine titredim. Hatalarım, eksiklerim olmadı mı? Elbette olmuştur. Keşke yapmasaydım? Dediklerim de vardır. Şimdiki aklım olsaydı onlara daha çok zaman ayırırdım.
Annesi ve babası sağ olanları kıskanıyorum. “Annem veya babam arıyor” diyenlere gıpta ile bakıyorum. Bunlar dünyanın en şanslı insanlarıdırlar. Kıymetini bilenler için tabi…

QOSHE - Gerçek sevgilere… - Osman Yazıcı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gerçek sevgilere…

7 0
01.02.2024

Her köye gidişimizde, evin önünde beklerlerdi bizi hasretle, sevgiyle… Her seferinde annem derdi ki:
“Keşke hepiniz eskisi gibi küçük olsaydınız. Sizi bir sofranın etrafında toplasaydım. Şimdi farklı illerdesiniz, toparlayamıyorum” artık.
Dertleşirdik, anlatırdı bütün köyü, hasreti sevgisini. Her defasında “Ben ölürsem kardeşlerine sahip çık” derdi bana. Bütün derdi, tasası çocuklarıydı. Yüreğine sığdırırdı hepimizi.
Sonra çay bahçelerini gezerdik. Nasır tutan elleriyle dikenleri koparırdı “Ben ölünce bakmaz kimse buralara, dikenlik, orman olur” derdi. Aynen de öyle oldu.
Evin önündeki Karayemiş ağacın altına otururduk. Birden işi, ölüme getirmişti. Şaşırıp kalmıştım. Ölümü kendisine hiç yakıştıramamıştım.
“Ben ölünce bu karayemişin altına gömün..! Tepelere göndermeyin. Ben sizi bilirim, gelmesiniz yanıma. Burada yatarsam, görmesem de hissederim evlatlarımı” demişti. Ayrılık vakti gelince başlardı ağlamaya.
Ne vardı, 67 yaşında gideceğine. Bizi niye terk ettin anlamış değilim anne. Bak, köye gelmemiz için hiçbir sebep kalmadı. Sen........

© Anayurt


Get it on Google Play