Onur kazanacak biliyoruz. Bunca yaşanmışlığın bizlere bıraktığı büyük bir deneyimin adıdır onur.

Zulmeden için erişilmez, zulme uğrayan için övünç kılan bu hal bir duygudan ibaret değildir elbette.

O, yüceltilip, tüm hataların, eksikliklerin üstüne örtülen ne bir perde ne de bir kahramanlık avuntusudur direnenler için.

O bir erdem, bir duruş ve mücadele biçimidir.

Gücü elinde bulunduran ve tüm silahlarıyla karşınıza dikilip “teslim ol” çağrısı yapanlara karşı, hayatın, sevdanın, aşkların, emeğin, adaletin, özgürlüğün onurunu savunmak, onun tarihsel anlamıyla davranmak, o çağrıyı yapanlara üstten bir tebessüm etmeyi gerektirir. Zulme ukalalık, mücadelenin kazanılmış bir zaferidir çünkü.

Bazen tek bir söz sadece tarihin o anını belirlemez, yarını da netleştirir. Bu nedenle bilirsiniz, herkesin harcı değildir o anı savunmak, o anı büyütmek.

Ezen ile ezilen arasındaki irade savaşı bazen bir insanın duruşunda şekillenir.

Kobane ve Gezi davası onlardan biridir işte.

Tek bir geri adımın Kobane’yi Kobane olmaktan, Gezi’yi Gezi olmaktan çıkarabileceğini, tek bir geri adımın Gezi’de ve Kobane’de hayatını özgürlük ve adalet için ortaya koyanları hiçleştireceğini, milyonlarca insanın hanesine yazılan bir direnişi ele ayağa düşüreceğini bilirsiniz.

Bilmenin yükünü baş göz üstüne almak zordur. Bilip de bilmezlikten gelenlerin o vurdum duymaz hallerinin zulmedenin arkasına dizildiklerini görmek ise daha ağırdır.

Dün kol kola yürüdüklerinizin hiçbir şey yokmuş, olma-mış gibi yaparak, güç pezevenkliğine soyunması, soyundukları yerden ahkamlar kesmesi hiç şüphesiz yıkıcıdır.

Onlar için de hayatı savunmak zorunda olmanın ağırlığını alan tek şey, çocuklarına miras kalacak vicdanının birilerinde yaşayacak olduğunu bilmektir.

Selahattin Demirtaş bu duyguyu, vicdanı yaşatıyor şu an.

İyi ile kötünün, vicdansız olanla vicdanlı olanın kavgasında el yükseltiyor duruşuyla. Yenmek, zafer naraları atmak için değil, insanlığın onurunu korumak için sadece.

İnsanlık onuru zaferlere ihtiyaç duymaz çünkü.

Ne işkenceciye karşı direnirken, ne hak ve özgürlükler için mücadele ederken, ne de insanlığa karşı işlenmiş suçlar karşısında tereddütsüz dururken asla kazanmak üzerinden davranmaz, yaşamaz.

Göstermelik olanla hakikati ayıran şeydir bu.

İşte tam da bu yüzden onur, onun karşısında duranların baş edemediği bir şey haline gelir ve hatta onların bile saygı duymak zorunda kaldıkları anları bağrında taşır bu hakikat.

Demirtaş’tan en çok nefret edenin bile içinin bir yerlerinde onun duruşuna karşı bir öz saygı tohumlanıyorsa bundandır.

Tarih karşısında haklı olmak, gerçeği kazanmak ve meşruluğunu halktan almak gerçek anlamda budur.

Herkesin küçümseyerek baktığı, ahmaklık olarak gördüğü, “ucuz kahramanlık” diyerek kendi gerçeğinden kaçmaya çalıştığı yerde, oyun bozucudur onura sahip çıkarak meydan okumak.

Sadece onlar için değil, aynı zamanda koltuklara yapışan, koltuk kapmak için eğilip bükülen, sistem siyasetinin uyanıklığıyla rol çalmak için ortalığa dökülen herkes için de sarsıcıdır.

Aynadır çünkü içerideki.

“Kızıl” sakallarını okşayıp, oturduğu koltuklara yayılarak ahkam kesenlerin, onca yaşanan çatışmaların içinde hiçbir bedel ödemeden kalabilme başarısı gösterenlerin de ne kadar “küçük adam” lar olduklarını yansıtır o ayna.

Bu nedenle yüze değil, ayaklara bakar onlar.

Yüze bakmak cesaret ister çünkü.

İşte tam da bu yüzden herkes birbirinin yüzüne bakabilsin diye onurun hakikatini korumak, gözyaşlarınız alçakların içindeki ateşi soğutmasın diye zulmedene inat, baba, kardeş, eş, sevgili toprağa verilirken o son vedadan feragat etmek, baş edilebilecek bir irade değildir.

Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü

QOSHE - Hakikatin onuruna sahip olmak - Akın Olgun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hakikatin onuruna sahip olmak

38 0
03.01.2024

Onur kazanacak biliyoruz. Bunca yaşanmışlığın bizlere bıraktığı büyük bir deneyimin adıdır onur.

Zulmeden için erişilmez, zulme uğrayan için övünç kılan bu hal bir duygudan ibaret değildir elbette.

O, yüceltilip, tüm hataların, eksikliklerin üstüne örtülen ne bir perde ne de bir kahramanlık avuntusudur direnenler için.

O bir erdem, bir duruş ve mücadele biçimidir.

Gücü elinde bulunduran ve tüm silahlarıyla karşınıza dikilip “teslim ol” çağrısı yapanlara karşı, hayatın, sevdanın, aşkların, emeğin, adaletin, özgürlüğün onurunu savunmak, onun tarihsel anlamıyla davranmak, o çağrıyı yapanlara üstten bir tebessüm etmeyi gerektirir. Zulme ukalalık, mücadelenin kazanılmış bir zaferidir çünkü.

Bazen tek bir söz sadece tarihin o anını belirlemez, yarını da netleştirir. Bu nedenle bilirsiniz, herkesin harcı değildir o anı savunmak, o anı büyütmek.

Ezen ile ezilen arasındaki irade savaşı bazen bir insanın duruşunda şekillenir.

Kobane ve Gezi davası onlardan biridir işte.

Tek bir geri adımın Kobane’yi Kobane olmaktan, Gezi’yi Gezi olmaktan çıkarabileceğini, tek bir geri adımın Gezi’de ve Kobane’de hayatını özgürlük ve adalet için ortaya koyanları hiçleştireceğini, milyonlarca insanın hanesine yazılan bir direnişi ele ayağa düşüreceğini bilirsiniz.

Bilmenin yükünü baş göz üstüne almak zordur. Bilip de bilmezlikten gelenlerin o vurdum duymaz hallerinin zulmedenin arkasına dizildiklerini görmek ise daha........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play