Şu beka denen şey nasıl da büyülü.

Tüm toplumu “vatan, millet” çitiyle çevirebiliyor ve “Bölünmez bütünlük” söylemiyle çitlerin üstüne dikenli teller geçirip, her ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın milyonları çitlerin arkasında tutmayı başarabiliyor.

Kendi içinde boğdurup kendi içinde gömebiliyor. Bir kurban seçip, seçtiği kurbanı nefret öznesi haline getirip, herkesin gözü önünde ensesine kurşun sıktırabiliyor.

Hem katili, hem katledileni aynı cümle içinde ağırlayıp, anabiliyor örneğin.

Sürgünde ölüme mahkûm ettiğinin mezarı başında poz verebiliyor ve kurtla beraber parçalayıp, kuzuyla birlikte ağlayabiliyor.

Şu beka denen şey ne güçlü tutkal.

Siyasi cinayetlerin sorumlularını “kurşunu atan da, yiyen de şereflidir” diyerek kanatlarının altına alabiliyor.

“Bir tuğla çekilirse tüm duvar yıkılır” diyerek, o duvarı faili meçhullerle, kayıplarla, yargısız infazlarla, yağma, talan, katliamlarla yükseltip, sonra önüne çocukları dizip “varlığım, varlığına armağan olsun” dedirtebiliyor.

Duvar yükseldikçe kafaları kaldırıp yukarı bakmak anlamsızlaşıyor ve kimse duvarın karanlık köşesine sürüklenerek götürülenlerin akıbetini artık merak etmiyor.

Acı ile gözyaşının birbirine karıştığı her an, onu yaşayanların yüreğinde mıh gibi kalıyor.

Kimse hatırlamak, görmek istemiyor.

Unutmak en büyük yapıştırıcısı oluyor ‘beka’nın.

Unutan unutmayanı lanetliyor. Unutan, unutmayanı işaret ediyor devlete. Unutan unutmayanı suçluyor. Unutan unutmayanı ihbar ediyor. Unutan unutmayanın hayatını çalmak, anılarını, sevdiklerini yok etmek için gıcırdatıyor dişlerini. Unutan unutmayanı linç ettiriyor. Unutan unutmayana pusu kurup vuruyor arkasından. Unutan, ahlaksızlığını unutmayanların ahlakında aklamak için, onların omuzlarına basıp tırmanıyor duvarın üstüne. Unutmayanların omuzlarında yükselenlerin acımasız cellatlara dönüşmeleri bundandır işte.

Ve “Beka”, unutanın en büyük suç ortağı olarak temizliyor arkasını her cinayetin, her kahpeliğinin.

“Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyet”e emanet edilen öksüz kız çocuklarının yurtlardan alınıp, polis müdürleri eliyle fuhuşa sürüklenmesi ve daha korkuncu o çocuklarla birlikte olmak için uçkur çözen o devlet gerçeği böyle yığıldı işte hepimizin üstüne.

Öksüz çocukların bedenini siyasetçiye, bürokrata, iş adamına haraç mezat satan o milli bıyıklı pezevenkleri koruyan ağın ‘beka’ya ait olduğunu biliyoruz hepimiz.

Devletin bekası yanında, yağlı, vıcık vıcık terli bedeninin ağırlığı altında ezilen kimsesiz çocukların esamisi okunmayacaktı elbette, bunu da biliyoruz.

Herkes biliyor yani gerçeği…

Öfkelerimizin mezarlığında gömüyoruz yine bir isyanımızı gerçeğe işte. İçimizin mezarcısı yorgun ve gözleri kan çanağı bakıyor her gömdüğü öfkenin çırpınışlarına.

Duydunuz mu öksüz kız çocuklarını polis müdürlerinin patron olduğu otellerde devletimizin elitlerine pazarlıyorlarmış?

Duymaya, duyurmaya korkar olduk biliyoruz.

Değiştirme gücümüzü kırdılar çünkü. Korkuyu kurdular tüm ülkeye ama daha beteri onu yönetmeyi öğrendiler.

Kendimizi kendimizden alıp, başkalaştırdılar. Vicdanlarımız böyle kıstırdı sesini içine. Gözlerimiz böyle indirdi perdesini olup bitene, dilimiz böyle lal oldu gerçeğe ve tam da bunun için en cesur olanlarımızın sesini, sözünü, cümlelerini hapsettiler hücrelere.

Geriye mızmızlanan, -mış gibi yapanların sözleri, cümleleri kaldı. Ne acı!

Yer yerinden oynamıyor. Kılı kıpırdamıyor siyasetçilerin. “En muhalifi benim” kibriyle dolaşanların sözü, cümlesi görünmüyor ortalıkta.

Ve bekanın çitlerinde özgürlük için bir delik açmaya çalışanların sesleri, cümleleri cezaevlerine sürükleniyor yine ve evet o bir avuç insanın, yüzü sözü hürmetine insan kalabilmenin haykırışı, bu yazının cümlelerinde kendine bir yol arıyor.

Bulabilecek miyiz sizce?

Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

QOSHE - Öksüz kızlar - Akın Olgun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Öksüz kızlar

37 8
22.11.2023

Şu beka denen şey nasıl da büyülü.

Tüm toplumu “vatan, millet” çitiyle çevirebiliyor ve “Bölünmez bütünlük” söylemiyle çitlerin üstüne dikenli teller geçirip, her ne olursa olsun, her ne yaşanırsa yaşansın milyonları çitlerin arkasında tutmayı başarabiliyor.

Kendi içinde boğdurup kendi içinde gömebiliyor. Bir kurban seçip, seçtiği kurbanı nefret öznesi haline getirip, herkesin gözü önünde ensesine kurşun sıktırabiliyor.

Hem katili, hem katledileni aynı cümle içinde ağırlayıp, anabiliyor örneğin.

Sürgünde ölüme mahkûm ettiğinin mezarı başında poz verebiliyor ve kurtla beraber parçalayıp, kuzuyla birlikte ağlayabiliyor.

Şu beka denen şey ne güçlü tutkal.

Siyasi cinayetlerin sorumlularını “kurşunu atan da, yiyen de şereflidir” diyerek kanatlarının altına alabiliyor.

“Bir tuğla çekilirse tüm duvar yıkılır” diyerek, o duvarı faili meçhullerle, kayıplarla, yargısız infazlarla, yağma, talan, katliamlarla yükseltip, sonra önüne çocukları dizip “varlığım, varlığına armağan olsun” dedirtebiliyor.

Duvar yükseldikçe kafaları kaldırıp yukarı bakmak anlamsızlaşıyor ve kimse duvarın karanlık köşesine sürüklenerek götürülenlerin akıbetini artık merak etmiyor.

Acı ile gözyaşının birbirine karıştığı her an, onu yaşayanların yüreğinde mıh gibi kalıyor.

Kimse hatırlamak, görmek istemiyor.

Unutmak en büyük yapıştırıcısı oluyor ‘beka’nın.

Unutan unutmayanı lanetliyor. Unutan, unutmayanı işaret........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play