9-11 Kasım günlerinde Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası öncülüğünde gerçekleştirilen “Birinci Mezopotamya Gastronomi Zirvesi” sayesinde pek çok akademisyen, araştırmacı ve aktivist Diyarbakır’da aynı sofrada buluştu. DTSO’nun kurduğu sofranın başında üç gün boyunca yapılan derin tartışmalar ayrı bir yazının konusu.

Fakat Kürtlerin sofralarındaki ekmeğin, suyun giderek azaldığı, ekonomik kriz ve kayyım uygulamasının bölgeyi çökertme noktasına götürdüğü anlaşılıyor. Buna bir de iktidarın siyasi manevraları, HÜDA PAR üzerinden yürüttüğü planları eklenince, durum pek de iç açıcı görünmüyor. Öte yandan genel seçimlerdeki aday ve ittifak politikaları çok eleştirilen HEDEP (eski adıyla Yeşil Sol Parti) açısından da neredeyse hayati önemde olan yerel seçimlerin sath-ı mailindeyiz. Bu süreçte en çok konuşulan konulardan biri de iktidarın kayyımcılığa devam edip etmeyeceği, yani Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını tekrar rafa kaldırıp kaldırmayacağı.

“Kayyım nedeniyle bölge çöküyor” diyen Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın Başkanı Mehmet Kaya’dan ürkütücü tabloyu dinliyoruz…

9-11 Kasım arasında gerçekleştirdiğiniz “Birinci Mezopotamya Gastronomi Zirvesi”nin açılış konuşmasını yapan Prof. Zafer Yenal, “gastronomi sadece zenginlere bırakılamaz; yemeği konuşmak aynı zamanda siyaseti konuşmaktır” dedi. Büyük bir organizasyon tertiplediğiniz halde bu zirvenin yeteri kadar ilgi görmemesi, gündem olmaması şaşırtıcı değil mi?

Biz hedeflediğimiz sonuca ulaştık aslında. “İlgi görmedi” diyebileceğimiz bir husus varsa, o da valiliği ve kayyımı kapsar. Diyarbakır’da ve genel olarak bölgemizde resmi kurumlarla sivil toplum arasında ortak akla ulaşma konusunda ciddi bir sorun var. 2015-16’dan itibaren, kayyım uygulamasıyla birlikte valiliklerin ve belediyelerin sivil toplumla ilişkilenme biçimi çok farklılaştı.

Nasıl?

Tamamen kendi yaklaşımlarına tabi olacak bir anlayışı dayatıyorlar. Örneğin “Eğer bir gastronomi zirvesi yapılacaksa, onu da ancak biz yaparız, başkalarının yaptığı hiçbir çabanın hükmü yoktur” yaklaşımı içindeler. Yani katkı koymalarını, destek vermelerini bıraktık, yok sayıyorlar.

KAYYIM NEDENİYLE BELEDİYEYE ULAŞAMAYAN HALKIMIZ DTSO’NUN KAPISINI ÇALIYOR

Valilik veya kayyım bu tür çalışmalarınızı engellemeye çalışıyor mu peki?

Yok saymak, katkı vermemek bir nevi engellemektir tabii. Sonuçta biz Ticaret ve Sanayi Odası’yız ve bütçemiz de, çalışma alanımız da belli. Yerel yönetim değiliz ve bir belediye gibi kaynaklarımız yok. Şehir için yaptığımız bu çalışmaların normalde belediye tarafından yapılması gerekir. Ama bugün kayyım yüzünden belediyeye ulaşamayan halkımız DTSO’nun kapısını çalıyor. Şu an mesela, Gastronomi Zirvesi’yle biz bir kentin sadece yemeklerine dair değil, kültürüne, diline, tarihine ilişkin bir etkinlik yapıyoruz. Üstelik bu zirve öncesinde aylarca çalışmalar yürüttük. Hevsel’i, peynirin yol rotasını, Boğazkere üzümünün hızla tükenişini ve bu tükenişi önlemenin yollarını çalıştık. DTSO olarak elli tane gıda ürününün coğrafi işaretini aldık. Türkiye’de bu tür çalışmalar belediyeler ve kamu desteğiyle yapılır. Ama biz bu çalışmaların hiçbirinde destek alamadığımız için istediğimiz hızı yakalayamıyoruz. Mezopotamya’da tarihin, coğrafyanın, kültürün bize bıraktığı ve yüzyıllar boyunca faydalanabileceğimiz devasa bir birikim var ama bu birikimleri değerlendiremiyoruz.

Peki Gastronomi Zirvesi gibi çalışmalarla neyi murad ediyorsunuz?

Dünyada Diyarbakır gibi kentler devletin, yerel yönetimlerin, kamu yatırımlarının desteğiyle kendi birikimlerini turizm için işlevselleştiriyor ve merkezler haline geliyor. Ama Diyarbakır tüm bu olanaklardan mahrum bırakılmış durumda. Elbette biz kamu desteği yok diye oturmak yerine, Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşlarıyla eldeki tüm olanakları seferber ediyoruz. Gastronomi Zirvesi’ne valilik, kayyım sırtını dönmüş olabilir ama Diyarbakır Barosu’ndan Tabip Odası’na, TMMOB’una kadar Kent Platformu’nda yer alan bütün kuruluşlar katılım sağladı.

HALKIN VALİLİĞE ERİŞİMİ NE KADAR ZORSA, KAYYIMA ERİŞİMİ DE O KADAR ZOR

Kent Platformu nedir?

Geçtiğimiz yıl 81 kurumun bir araya gelerek oluşturduğu, bünyesinde 106 sivil toplum kuruluşu bulunan Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’ndan söz ediyorum. Diyarbakır’daki gönüllü dayanışmayı harekete geçirmek, farklı aktörlerden oluşan paydaşlarla sorunları tespit edip çözüm yollarını aramak, kamu kurumlarıyla sivil toplum arasında diyalog kanalları yaratmak bu platformun temel hedeflerinden biri. Çünkü kayyım buradaki sivil toplum da, halkın da görüşünü sormuyor. Oysa dünyadaki başarılı kent deneyimlerinde ana aktör hep sivil toplum olmuştur. Tabii kamu ve yerel yönetimlerin desteğiyle!

Ve kayyımlarla yönetilen yerlerde böyle bir destek yok, öyle mi?

Yok tabii.

İKİ MİLYONLUK BİR ŞEHRİ TEK BİR KİŞİNİN AKLIYLA YÖNETMEK SÜR-DÜ-RÜ-LE-MEZ!

Kayyım ve valilik sizi rakip olarak mı görüyor?

Yasa, anayasa yerel yönetimleri halktan oy alarak seçilmiş yapılar olarak tarif ediyor. Fakat siz seçilmiş belediye başkanını alıp yerine seçilmemiş valiyi atarsanız, belediyeyi de valilik gibi yönetirsiniz. Halkın valiliğe erişimi ne kadar zorsa, kayyıma erişimi de o kadar zor. Dolayısıyla da halk kendisiyle en yakın, samimi bağı olan veya halkın içinden çıkmış kurumlara geliyor.

Peki DTSO ve Kent Platformu halkın taleplerini karşılayabiliyor mu?

Mümkün mü? Biz kendi üyelerimize hizmet sunarken, belediye tarafından yapılması gereken işlerde de aracı olmaya çalışıyoruz. Gücümüz buna yetiyor ancak. Fakat sadece büyükşehirin değil, ilçelerin kayyımları da bir duvar gibi duruyor karşımızda. Valiyi kayyım yaptığınız anda, organize sanayi bölgesinin, kalkınma ajansının yönetimlerini, kente dair her şeyi tek kişiye bağlamış oluyorsunuz. İki milyonluk bir şehri tek bir kişinin aklıyla yönetmek ne demek! Bu sür-dü-rü-le-mez!

KAYYIM NEDENİYLE BÖLGE ÇÖKÜYOR, GENÇLER GÖÇÜYOR

Ama HDP’nin kazandığı bütün belediyeler bir buçuk dönemdir kayyımlar tarafından yönetiliyor…

Valla kayyım nedeniyle bölge çöküyor, gençler göçüyor. Bir dönem daha kayyımların yükünü kaldıramayız. Diyarbakır için söylüyorum, bir dönem daha kayyım politikası devam ederse, dönüşümü imkânsız bir çöküşe geçer. Halkın tamamen yönetim dışında tutulduğu bu rejim bölgedeki kalkınmanın önündeki en büyük engel. Sırf Diyarbakır’da kayyım nedeniyle akamete uğrayan çok hayati projeler var.

Hangi projeler mesela?

Ya bakın, biz DTSO olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na da bununla ilgili bir rapor sunduk. 2016 yılından beri yatırım programında olan Kentiçi Hafif Raylı Sistem Projesi için son altı yıldır belediyeye ödenek geliyor. Buna rağmen hiçbir şey yapılmıyor, proje geliştirilmiyor ve para iade ediliyor! Mesela tamamen kent dinamikleri tarafından yapılması gereken lojistik, kayyımın bir anda devreye girip ihale etmesiyle sürüncemede kaldı. Normalde Lojistik Köyü Projesi kırk ayda bitirilecekken, aradan iki yıl geçti, daha başlangıç aşamasında. Oysa bu projeyi ilk biz çalıştık ve ilgili bakanlığa sunduk. Bakanlık da bunu belediyeyle birlikte yapmamızın daha iyi olduğunu söyledi. Fakat dediğim gibi, kayyım bir anda bu projeyi ihale yaparak özel şirkete dönüştürdü.

DİYARBAKIR’DA BEŞ YILDA ÜÇ TANE VALİ, DÖRT TANE KAYYIM GELDİ-GEÇTİ

Lojistik Köyü Projesi ne demek?

Kent içindeki bütün nakliyecilerin, depoların konumlanmasını sağlayacak, şehrin içine büyük TIR’ların girmesini engelleyecek bir projeden söz ediyorum. Bu alanda depolar, konteyner parkı, TIR parkı, otel, gümrük olacak. Bu proje için Ankara’da, Samsun’da, benzer alanların olduğu yerlerde incelemeler yaptık ve buna göre bir model hazırladık. Ama dediğim gibi yeni gelen kayyım bir anda ihale yaparak bütün emeğimizi çöpe attı ve projeyi bir şirkete verdi. Seneye bitmesi gerekirken, iki yıl geçtiği halde daha yüzde 5’i bile tamamlanamadı. Biz beş yıl önce DTSO yönetimine geldik; bu kısa sürede üç tane vali ve dört tane kayyım geldi geçti!

Normalde bir belediye başkanının kenti tamamen tanıyabilmesi ve orada hem ekonomik hem de sosyal açıdan verimli çalışabilmesi için en az iki dönem bulunması gerekirken, bizdeki hale bakın! Zaten bir-iki yıl belediyeyi yöneteceğini bilen kayyım, uzun vadeli projeler yerine asfalt dökmek, yenilemeler yapmak dışında bir şeye el atmıyor. Bakın, Karacadağ Organize Sanayi Bölgesi’nin tapusunu iki yılda aldık. Ama son kayyımla birlikte, iki yıldır daha yeni yeni arsa dağıtılmaya başlandı. Bir kişinin yönettiği şehirde işler hızlı yürüyebilir mi? Biz işlerin ağır gitmesinden yakınmayı bıraktık, bari geri dönüşü olmayan yanlışlar yapılmasın diyoruz.

Ne mesela?

Lojistik, küçük sanayi sitelerinin taşınma projesi gibi… Bunlar halkın, esnafın iknasıyla yapılabilir. “Ben yaptım, oldu” diyemezsiniz.

BÖYLE GİDERSE OFİS VE BAĞLAR UYUŞTURUCUNUN, FUHUŞUN ALANI HALİNE GELECEK VE GETTOLAŞACAK

Diyarbakır son on beş yılda kentleşme açısından bir balon gibi şişti. Her tarafta yüksek binalar, devasa siteler, yeni şehir merkezleri ama bir o kadar da yoksullaşmış bir halk görüyoruz…

Yatırımların gelmesiyle ilgili altyapıda bir gelişme var ama kentleşme konusunda belediyede bir hafıza kalmadı. Bu kentin iki önemli merkezi var; Ofis ve Bağlar. Her iki merkezin kentin yapısıyla uyumlu bir dönüşümü için orada yaşayan insanlarla, esnafla mutabık kalınarak adım atılmalı. Ama siz oradaki insanlarla hiçbir iletişim kurmayıp Dicle Kent’i, Kayapınar’ı büyüttükçe büyütürseniz, Karacadağ’a kadar yolunuz var. Ama bu doğru bir şehirleşme olamaz. Biz mesela DTSO binasını özellikle Ofis’te tuttuk. Çünkü bu kentin Sur’u ile Kayapınar’ı arasında, orta yerinde Ofis ve Bağlar bulunuyor. Bu iki merkezin de Diyarbakır’ın dokusuna uygun düzenlenmesi gerekiyor. Aksi halde bu bölgeler uyuşturucunun, fuhuşun, istismarın alanı hale gelecek ve böyle giderse insanlar buraları boşaltmaya başlayacaklar.

DEPREMDE 14 BİN HASARLI BİNA VAR VE 100 BİNİ AŞKIN İNSANIN ŞU AN OTURACAK EVİ YOK

Aslında bu haliyle Diyarbakır da bölünmüş mü oluyor?

Zaten bahsettiğim nedenlerle eskiden Ofis ve Bağlar’da oturan insanlar Diclekent’e doğru göç ediyor. Böyle giderse beş-on yıl sonra Ofis ve Bağlar gettolaşmaya başlar. Oysa yerinde dönüşüm yapılsa, Diyarbakır için sürekli yeni imar alanları açmaya da gerek kalmaz, kentin sosyal dokusu da hasar almaz. Çatışmalı süreçte Sur’un yapısı zaten değişti. Fakat ne Sur’dan çıkıp Bağlar’a sığınmış olanların, ne de Bağlar’daki eski sakinlerin kalkıp Kayapınar’a göç etme gücü var.

Depremin şehir üzerinde nasıl bir etkisi oldu?

Depremde 14 bin hasarlı, ağır hasarlı veya yıkılmış bina var Diyarbakır’da. 10 bin orta hasarlı konut bulunuyor. Bu da yüz bini aşkın insanın şu an oturacak evinin olmadığı anlamına geliyor. Bütün bunlar yerel yönetimle halk arasında, sivil toplum arasında ciddi bir işbirliği gerektiriyor. Ama kayyım sistemi buna cevaz vermiyor.

BAZI AKP MİLLETVEKİLLERİ KAYYIMSIZLIĞIN KONFOR ALANLARINI BOZMASINDAN KORKUYOR

Önümüz yerel seçimler. Diyarbakır’da önümüzdeki dönemde de belediyelerin kayyımla gasp edilmesi olasılığı konuşuluyor mu?

Diyarbakır’da yerel seçimlerin sonucu aşağı-yukarı belli. Kayyımdan, bu rejimden nemalanan küçük bir zümre hariç, herkes, hatta HDP’ye oy vermeyenler de rahatsız.

Bu rejimden nemalananlar kimler?

AK Partili bazı milletvekilleri ve onların çevreleri kayyımsızlığın konfor alanlarını zedelemesinden korkuyor. Keza kayyımların bölgeyi ne hale soktuğunu gizlemekle yetinmeyen, onları bölgeye yatırım çekmişler gibi sunmaya çalışanlar da var. Ama bunların hiçbirinin toplumda bir karşılığı yok, çünkü herkes her şeyi görüyor. Hatta dahasını söyleyeyim; kayyım uygulamasından çıkar elde etmeyen AK Partililer bile bu uygulamadan son derece rahatsız olduklarını birebir görüşmelerimizde bize söylüyor.

NEREYE GÖMÜLECEĞİMİZE BİLE KAYYIM KARAR VERİYOR

Diyarbakır için mi söylüyorlar bunu?

Hayır, biz bölgedeki ticaret ve sanayi odaları olarak görüştüğümüzde, bunun diğer iller için de geçerli olduğunu öğreniyoruz. Bölgemiz daha önce hiç bu kadar bireysel inisiyatiflere, şahsi çıkara dayalı, ortak akıldan uzak, halkla hiçbir ilişkisi olmayan yerel yönetimlerle yönetilmedi. Ya bakın, Diyarbakır’da bir mezarlık yapılıyor. Diyarbakır’da ölecek ve gömülecek olan bizleriz. Diyarbakır’daki herhangi bir sivil toplum örgütüne, halka sorun; kimse yerini bile bilmiyor. Kimseye görüş bile sorulmamış. Yahu sen kayyımlığın bitip memleketine döneceksin; burada gömülecek olan ise bizleriz. Hayır, ölünce nereye gömüleceğimize bile birkaç yıl sonra memleketine dönecek kayyım karar veriyor! Bize, Diyarbakırlılara sormadan böyle bir şey yapılabilir mi!

BUGÜNÜN KAYYIMI ESKİNİN UMUMİ MÜFETTİŞLİĞİDİR

Kayyım ve valilik Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’nu muhatap alıyor mu?

Normalde bir Kent Konseyi oluşturulması gerekirken bu yapılmayınca, biz de bu platformu kurduk. Ama bırakın bizimle görüşmeyi, bizden görüş bile alınmıyor. AK Parti iktidara geldiğinde en çok eleştirdiği şey halkın halka rağmen rağmen yönetilmesiydi. Şimdi aynısını yapıyorlar. Bugünün kayyımı 1925’ten 1950’lere kadar bölgede yürürlüğe konan Umumi Müfettişlik’tir.

HÜDA PAR’ın iktidar tarafından açıkça desteklenip bir alternatif haline getirilmeye çalışıldığı çıplak gözle bile görülebiliyor. HEDEP’in hiçbir etkinliğine izin verilmezken, Hüda-Par her türlü gösteriyi, etkinliği yapabiliyor. İktidarın bu politikası Diyarbakır’da bir toplumsal kutuplaşmaya yol açıyor mu?

Zaman zaman provokatif eylemler, uygulamalar olabilir ama Diyarbakır’ın çok kültürlü, çok inançlı yapısı ve politik aklı bu kutuplaşmayı engelliyor. Elbette Diyarbakır’ın gündelik hayatına, ticaretine bu yönlü bir müdahale var. Belediyeye ruhsat başvurusu yapıp beş ay boyunca bekletilen esnaf var. Kayyım belediyesi özellikle Kayapınar’da kendi politik eğilimine ters olarak gördüğü esnafa farklı davranıyor ve bize bu konuda şikâyetler geliyor. Biz DTSO olarak bu kentin esnafını temsil ediyoruz ve Diyarbakır benim üyelerimin üretimiyle, vergileriyle ayakta kalıyor. Esnaf bu kente vergi vermekle, belediye de esnafın işini kolaylaştırmakla mükellef. Diyarbakır’da bu zincir kopmuş durumda. Müteahhitlerin dosyaları aylarca masada tutuluyor ve en son Bağlar Belediyesi’ndeki gibi olay patlıyor.

BAĞLAR BELEDİYESİ’NDE RÜŞVET İSTENMİŞ, PEKİ KAYAPINAR’DAKİ UYGULAMALARIN NEDENİ NE?

Ne olmuştu Bağlar Belediyesi’nde?

Bize de gelen iş insanı, “adamlar bir yıldır rüşvet istiyor ve benim inşaat ruhsatımı onaylamıyor” demişti. Sonuçta kayyım yönetimindeki Bağlar Belediyesi’nde bir görevli, bu iş insanından aldığı rüşvet parasını arabasına koyarken suçüstü yakalandı. İş insanı bu adama suç üstü yaptırdı. Belediye başkan yardımcısı gözaltına alındı, iki kişi tutuklandı. Bunlar buzun su üstündeki küçük parçacıkları sadece. Bağlar’da rüşvet istenmiş, peki Kayapınar’daki uygulamaların nedeni ne?

Nasıl yani?

Esnaf bize gelip “belediyeye ulaşamıyor, yetkililerle görüşemiyoruz, önümüzde duvar var” diyor.

Bu duvarın örülme nedeni ne?

Amaçlarını, hedeflerini bilmiyoruz ama mesela Bağlar’daki duvarın arkasından rüşvet çıktı. Açıkçası böyle bir yönetim şeklinin AK Parti’nin genel aklıyla da şekillendiğine inanmıyorum.

SÜLEYMAN SOYLU’NUN AKLI BÖLGEDEKİ VALİLİKLER, KAYMAKAMLIKLAR VE KAYYIMLAR ÜZERİNDE HÅLÅ EGEMEN

Nasıl yani, bunlar AKP’ye rağmen yapılıyor olabilir mi?

Hayır ama önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun aklı bölgedeki valilikler, kaymakamlıklar ve kayyımlar üzerinde hâlâ egemen. Bakın az önce Umumi Müfettişlik garabetinden bahsettik. Sonrasında sıkıyönetimler gördük, OHAL’le yönetildik, köyler boşaltıldı, iş insanları buradan göç etti… Ama tüm bunlara rağmen halkımız bu muameleyi asla kabullenmedi. Ayrıca tarihte yapılan ve bugün kayyımlar üzerinden yürütülen bu uygulamaların Kürt sorununu nasıl devasa bir boyuta taşıdığı da görüldü.

KÜRT GENÇLERİ ARTIK TÜRKİYE’NİN BATISINA DEĞİL, AVRUPA’YA, KANADA’YA GÖÇ EDİYOR

Kayyımcı yönetim biçiminin de bir sonucu olarak Diyarbakır’dan batıya doğru bir göç yaşanıyor mu?

Gençler artık Türkiye’nin batısına değil, Avrupa’ya, Kanada’ya göç etmeye çalışıyor. Diyarbakır burjuvazisi burada tutunamayıp yatırımlarını İstanbul’a, İzmir’e taşıyor. Bunu engellemeye yönelik hiçbir şey yapılmıyor. Bakın Diyarbakır’da Tekstil Organize Sanayi Bölgesi açıldı; İstanbul’dan gelen yatırımcıların neredeyse tamamı buranın insanı. Bunu teşvik etmeniz, en azından önlerine engel çıkarmamanız gerekiyor. Bu insanlar belediyeye ulaşmak için bizi aracı olarak kullanmak zorunda olmamalı.

KÜRTLERİN YOKSULLAŞTIRILMASI, ONLARIN KİMLİKLERİYLE, DEĞERLERİYLE İLGİLİ ZAAFİYET OLUŞTURMAZ

Bölgenin kasten yoksullaştırıldığını, böylece Kürtlerin siyasi taleplerinin minimize edilip ekmeğe, suya, elektriğe muhtaç hale getirilmek istendiğini düşünüyor musunuz?

Kürtlerin yoksullaştırılması onların kimlikleriyle, değerleriyle ilgili zaafiyet oluşturmaz. Seçim sonuçları da bunu gösteriyor zaten. Yoksul Bağlar’ın ve görece varsıl Kayapınar’ın seçim sonuçlarına bakın; siyasi eğilimleri arasında fark yok. Biz Diyarbakır’ın gelişmesini sağlayarak gençlerin gidişini, beyin göçünü engellemek istiyoruz. Gençlere “gitmeyin” demekle olmaz; gitmemelerini sağlayacak koşullar yaratmalısınız. Bakın, bizim bölgemiz AK Parti döneminde 13 ve 1950’li yıllarda da 7 olmak üzere cumhuriyet tarihi boyunca sadece 20 yıl “normal” koşullarda yönetilmiş. Yani 100 yıllık Türkiye’de sadece 20 yıldan bahsediyoruz! Ondan önce Umumi Müfettişlik, sonrasında sıkıyönetim, OHAL, faili meçhuller, kayyım… Bu koşulların dayatıldığı bir bölgede sermaye yatırımlarının olması, beyin göçünün olmaması mümkün mü?

HATAY’DA SURİYE KAPISI AÇIK, NUSAYBİN’DE NİYE KAPALI?

Buranın Güney Kürdistan’la ticari ilişkileri ne boyutta?

Zaten tek ticari ilişkimiz Irak Kürdistan Bölgesi ile. Suriye hemen dibimizde ama Nusaybin kapısı yıllardır kapalı. Niye? Karşı tarafın yönetimiyle sorunlar yaşayıp ticareti engellemek sadece karşı tarafın insanına değil, kendi vatandaşına da ceza kesmen demek. Bakın, Hatay-Cilvegözü kapısı açık, ticaret yapılıyor. Ama Nusaybin tarafı kapalı. Referandum sürecinde Kürdistan’la sorunlar yaşandı, Haşdi Şabi örgütü gelip Türkiye TIR’larının Kürdistan bölgesinden sonra Bağdat’a geçişini yasakladı ama bu sefer orada mallar bırakıldı ve Irak’ın TIR’ları gelip malları Bağdat’a taşıdı, ticaret devam etti. Aynı şeyi Nusaybin’de de yapabilirsin. Sivil insanları niye cezalandırıyorsun?

BANKALAR ŞİRKETLERE “MERKEZİNİZİ BATIYA TAŞIRSANIZ DAHA RAHAT KREDİ ALIRSINIZ” DİYOR

Az önce Diyarbakırlı yatırımcıların Türkiye’nin batısına gitmeye başladığını söylemiştiniz. DTSO olarak bu konuda elinizde nicel veri var mı?

Şirket merkezlerini batıya taşıyanların sayısı, 2015-16 yıllarına kadar yıllık 15-20 civarındaydı. Bu da büyüyen şirketler açısından anlaşılır bir sayıydı. Fakat son beş yılda bu sayı, yıllık 95-100 şirkete çıktı.

Neden?

En temel sebep finansa erişim sorunu. Aynı iş insanı bir bankanın Diyarbakır şubesinden örneğin 5 milyon TL nakit kredi alamazken, aynı bankanın İzmir şubesinden üç gün içinde 20 milyon TL alabiliyor. Hepsi ispatlı!

GENÇLER AKIN AKIN AVRUPA’YA GİDİYOR

Bankalar bunu nasıl izah ediyor?

Bankalarla konuştuğumuzda “genel müdürlüğün bölgeye bakışları böyle” diyorlar. Hatta bankalar bile şirketlere “genel merkezinizi batıya taşırsanız daha rahat kredi alırsınız” diyor. Bakın bizden sermaye göçünün olması demek, zamanla nitelikli genç nüfusumuzun tamamen göçü demek. Az önce de söyledim, gençlerimiz artık Türkiye’nin batısına değil, akın akın Avrupa’ya gidiyor. İş insanlarımız yakınıyor; işsizler zaten gidiyor ama aşçıdan tutun da komiye, iplikçiden tutun da metal işçisine kadar, çalışan nüfusumuz da artık burada bir hayat alanı bulamıyor. Yakında Diyarbakır’da nitelikli iş gücünü Avrupa’ya götürmek üzere neredeyse ofisler açılacak!

Güney Kürdistan’a gidenler var mı?

Dört-beş sene öncesine kadar Irak Kürdistan Bölgesi de hem istihdam hem de yatırım bakımından cazip bir bölgeydi ama bağımsızlık referandumu sonrası işler değişti. Artık Irak Kürdistan Bölgesi'nde, kapıda ne kadar vergi verileceğine Bağdat karar veriyor. Ayrıca ticaret konusunda Irak Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerde İran bizden çok daha aktif. İran’ın Kürdistan bölgesine açılan yedi kapısı varken biz hâlâ bir sınır kapısıyla ticaret yapmaya çalışıyoruz. Küçük bir ihbar olduğunda kapıda kilometrelerce TIR kuyruğu oluşuyor. Ayrıca önümüze konan hedef de çok küçük: Günlük 4 bin TIR.

KAYYIM UYGULAMASIYLA HDP DEĞİL, BÖLGE ÇÖKÜYOR

Bu az mı?

Biz teknolojik ürün satmıyoruz ki! Taş, toprak, gıda, bölgede imal ettiğimiz her ürünü oraya satıyoruz. Bu haliyle yıllık en fazla 15-20 milyar dolarlık bir ticaret yapılabilir. Fakat sen fiziki koşulları düzelteceksin ki, karşıyla ticaretin yıllık 40-50 milyar dolarlara çıksın. Siyasi ilişkilerin kötü olduğunda bu, ticarete ve ekonomik yaşama, toplumsal hayata, her alana negatif yansıyor.

Her ne kadar HEDEP yalanlasa da, AKP ile aralarında yerel seçimler konusunda birtakım pazarlıklar yapıldığı iddia ediliyor. Buna göre iktidar belediyelere kayyım atamamanın karşılığı olarak HEDEP’den batıda CHP’li adayları desteklememesini istiyor. Sizin kulağınıza bu tür şeyler geliyor mu?

Somut olarak böyle bir bilgimiz yok. Ama başta da söylediğim gibi, bölgemiz artık kayyım yükünü taşıyamaz. Kayyım atıyorsunuz ama seçimlerde sonuç yine HDP lehine sonuçlanıyor. Yani HDP oy kaybetmiyor ama halk her şeyi kaybediyor. Kayyım uygulamasıyla HDP değil, bölge zayıflatılıyor, çöküyor. Ayrıca Kürt siyasetinin de kayyım politikasına karşı çok daha net bir tutum alması gerekiyor.

KÜRT İŞ İNSANLARI BÖLGEDE KAYYIMLARDAN, BATI’DA CHP’Lİ BELEDİYELERDEN İŞ ALAMIYOR

Nasıl bir tutum mesela?

Önceki seçimlerde Kürt siyaseti İstanbul dâhil pek çok büyükşehir belediyesinin iktidarın elinden alınmasını sağladı. Peki buna karşılık olarak ne aldı? Bizim iş insanlarımız İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden de, İzmir’den de, Ankara’dan da rahatsız. Bakın, Kürt iş insanları bölgede kayyımlardan, batıda ise CHP’li belediyelerden iş alamıyor. Bize gelip “madem böyle, biz niye bunlara destek verelim” diye soruyorlar. Adana’yı, Mersin’i, İstanbul’u, İzmir’i, Ankara’yı CHP’nin alması bize ne sağlıyor? Sadece iş insanımız değil, halkımız da bunu soruyor. Öte yandan siyaseten de HEDEP ile AK Parti arasında hiçbir iletişimin, diyaloğun olmaması, küskünlüğün devam etmesi iş dünyası olarak bizi rahatsız ediyor.

HEDEP’İ DÜŞMANLAŞTIRMA SİYASETİNİN SONUNA GELİNDİ

Ama ortada bir küskünlük yok; HEDEP’i tamamen bertaraf etmek isteyen bir iktidar var…

Tabii ama artık HEDEP’i düşmanlaştırma siyasetinin de sonuna gelindi. AK Parti bu yolda daha fazla yürüyemez. Dahası, bir taraf “teröristlerin partisi”, öbür taraf “faşizmin iktidarı” diyerek siyaset yapamaz. Sonuçta HEDEP halkın desteğini alarak TBMM’nin en büyük partilerinden biri olmuşsa AK Parti öyle veya böyle görüşmek zorunda. Bakın, AK Parti’nin düşmanlaştırıcı söylemi yüzünden en ufak bir sokak tartışmasında bile zora giren taraf, karşısındaki eğer Kürtse, “bu adam PKK’li” diyebiliyor. İş insanlarımız, “batıda işlere giriyoruz, ihale bize kalıyor, en düşük fiyatı biz vermişiz, ama şirketimizin merkezi Diyarbakır’da olduğu için ‘bunlar PKK’li’ diyerek işimizi iptal ediyorlar” diyor. Ve bunlar birkaç olayla sınırlı değil, son derece yaygın. Bunu yapanlar arasında CHP’li belediyeler de var! HEDEP bunları görmeli ve politikasını da buna göre belirlemeli.

HEDEP, KAYYIMDAN NEMALANAN BÖLGEDEKİ AKP’Lİ MİLLETVEKİLLERİNİN KONFOR ALANINI BOZMALI

Yani AKP’yle pazarlık mı yapmalı?

Bana göre diyalog gereklidir. Ayrıca HEDEP bu yolla, kayyımdan nemalanan bölgedeki AK Partili milletvekillerinin de konfor alanını bozmalı. AK Parti’nin eski dönemlerindeki Kürt milletvekilleri sorunun çözümü konusunda çaba sarfeder noktadaydı. Bazılarını tenzih ediyorum ama AK Parti’nin mevcut Kürt milletvekillerinin önemli bir kısmı, Kürt sorunu devam etsin ve kayyım uygulaması sürsün istiyor. O yüzden “kayyum dışında bir seçenek yok” diyorlar. Bu halkı hiçe saymaktır. Halkın seçme ve seçilme hakkını hiçe saymaktır. Ne yazık ki AK Parti’nin bölge milletvekilleri aynı zamanda iktidarın bölge politikasını da etkiliyor. Kimsenin kendi konfor alanı için bir halkın iradesini gasp etmeye, ettirmeye hakkı yoktur. Bunun vebali büyüktür.

HÜDA PARLILAR KENDİLERİNİ YENİDEN ŞİDDET SARMALINA SÜRÜKLEYECEK PROVOKASYONLARIN FARKINDA

7 Ekim’den sonra İsrail karşıtı gösteriler Diyarbakır’da iktidarın desteğiyle HÜDA PAR tarafından organize edildi. Herhangi bir hak talebi için üç kişinin bir araya gelmesine izin verilmeyen Diyarbakır’da hemen her gün, polis gözetiminde bu gösteriler yapılıyor. HÜDA PAR'ın bölgedeki tesiri artırılıyor mu?

Süleyman Soylu HÜDA PAR ile ilişkilerinin devletin stratejik aklının bir sonucu olduğunu söylemişti zaten. Dolayısıyla HÜDA PAR’ın iktidarla ittifakı zaten bir sır değil. Fakat kim kimi ne kadar desteklerse desteklesin, Diyarbakır’ın genel siyasi mozaiğini değiştirmesi çok zor. Geçmişte de bir çok adımlar atıldı, HEDEP’in geldiği çizgiye alternatif siyasi partiler oluşturulmaya çalışıldı. Ama sonuç ortada. Öte yandan HÜDA PAR’ın son dönemde özellikle bölgedeki siyasi aktivitelerinde şiddetten uzaklaştığını hissediyorum. Kendileri de, kendilerini yeniden şiddet sarmalına sürükleyecek provokasyonların farkındalar. Bu farkındalık çok önemli. Çünkü bölge geçmişte bunun çok ağır bedellerini ödedi. Ayrıca bu bölgedeki çatışmalı süreçlerden beslenen çok insan var. Siyaset yapanlar bunun farkında olmalı. Yapılan her eyleme, provokasyona hemen bir karşı refleks geliştirmek yerine önce düşünmek gerekiyor.

HEDEP BÖLGEDE YEREL SEÇİMLERİ KAZANMAKTA ZORLANMAZ AMA OY ORANI ADAYLARA BAĞLI

Son olarak; Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlık için adaylık niyetiniz olduğu söyleniyor. Doğru mu?

Kendim için söylemiyorum ama HEDEP’in doğru adaylar belirlemesi önemli. Elbette HEDEP bölgede yerel seçimi kazanmada zorlanmaz ama oy oranını da belli bir seviyede tutması belirleyeceği adaylara bağlı. Genel seçimlerde bazı hatalar yapıldı, yerel seçimlerde aynı hatayı yapma şansı yok.

Sizce aday belirleme süreci nasıl işletilmeli?

Diyarbakır’da 106 sivil toplum kuruluşunu çatısı altında toplayan Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu var ama genel seçimlerde adaylar konusunda fikrimiz bile sorulmadı. Yerel seçimlerde buna benzer hatalar yapılmamalı. Ayrıca sadece Diyarbakır için söylemiyorum; aday olduğu kentte yaşayan ve kentinin sorunlarını bilen isimlerin belirlenmesi önemli. Diyarbakır vergi konusunda belediyeye en çok para aktaran kentlerden bir tanesi. Ama yapılan propügandaya göre hep devlet Kürtlere veriyor. Yok böyle bir şey! Biz Rize ve Trabzon’un toplamının yüzde 20 fazlası vergi veren bir kentiz. Kayyım politikası olmasa, biz ayaklarımızın üstünde durabiliriz. Adaylık meselesine döneyim; özellikle deprem döneminde Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’nun bölgedeki yoğun çabaları bizimki gibi isimlerin konuşulmasına yol açıyor, doğaldır. Ama sonuçta HEDEP’in yerel seçimlerde yapması gereken, kendi siyasetiyle kent aklını birleştirmek olmalıdır. Bu süreçte Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’nun da, tüm bölge illerindeki sivil toplumun da görüşü alınarak aday belirleme süreci işletileceğini umuyorum.

QOSHE - Mehmet Kaya: Kürtler bölgede kayyımdan, batıda CHP’li belediyelerden iş alamıyor! - İrfan Aktan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Mehmet Kaya: Kürtler bölgede kayyımdan, batıda CHP’li belediyelerden iş alamıyor!

142 43
19.11.2023

9-11 Kasım günlerinde Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası öncülüğünde gerçekleştirilen “Birinci Mezopotamya Gastronomi Zirvesi” sayesinde pek çok akademisyen, araştırmacı ve aktivist Diyarbakır’da aynı sofrada buluştu. DTSO’nun kurduğu sofranın başında üç gün boyunca yapılan derin tartışmalar ayrı bir yazının konusu.

Fakat Kürtlerin sofralarındaki ekmeğin, suyun giderek azaldığı, ekonomik kriz ve kayyım uygulamasının bölgeyi çökertme noktasına götürdüğü anlaşılıyor. Buna bir de iktidarın siyasi manevraları, HÜDA PAR üzerinden yürüttüğü planları eklenince, durum pek de iç açıcı görünmüyor. Öte yandan genel seçimlerdeki aday ve ittifak politikaları çok eleştirilen HEDEP (eski adıyla Yeşil Sol Parti) açısından da neredeyse hayati önemde olan yerel seçimlerin sath-ı mailindeyiz. Bu süreçte en çok konuşulan konulardan biri de iktidarın kayyımcılığa devam edip etmeyeceği, yani Kürtlerin seçme ve seçilme hakkını tekrar rafa kaldırıp kaldırmayacağı.

“Kayyım nedeniyle bölge çöküyor” diyen Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın Başkanı Mehmet Kaya’dan ürkütücü tabloyu dinliyoruz…

9-11 Kasım arasında gerçekleştirdiğiniz “Birinci Mezopotamya Gastronomi Zirvesi”nin açılış konuşmasını yapan Prof. Zafer Yenal, “gastronomi sadece zenginlere bırakılamaz; yemeği konuşmak aynı zamanda siyaseti konuşmaktır” dedi. Büyük bir organizasyon tertiplediğiniz halde bu zirvenin yeteri kadar ilgi görmemesi, gündem olmaması şaşırtıcı değil mi?

Biz hedeflediğimiz sonuca ulaştık aslında. “İlgi görmedi” diyebileceğimiz bir husus varsa, o da valiliği ve kayyımı kapsar. Diyarbakır’da ve genel olarak bölgemizde resmi kurumlarla sivil toplum arasında ortak akla ulaşma konusunda ciddi bir sorun var. 2015-16’dan itibaren, kayyım uygulamasıyla birlikte valiliklerin ve belediyelerin sivil toplumla ilişkilenme biçimi çok farklılaştı.

Nasıl?

Tamamen kendi yaklaşımlarına tabi olacak bir anlayışı dayatıyorlar. Örneğin “Eğer bir gastronomi zirvesi yapılacaksa, onu da ancak biz yaparız, başkalarının yaptığı hiçbir çabanın hükmü yoktur” yaklaşımı içindeler. Yani katkı koymalarını, destek vermelerini bıraktık, yok sayıyorlar.

KAYYIM NEDENİYLE BELEDİYEYE ULAŞAMAYAN HALKIMIZ DTSO’NUN KAPISINI ÇALIYOR

Valilik veya kayyım bu tür çalışmalarınızı engellemeye çalışıyor mu peki?

Yok saymak, katkı vermemek bir nevi engellemektir tabii. Sonuçta biz Ticaret ve Sanayi Odası’yız ve bütçemiz de, çalışma alanımız da belli. Yerel yönetim değiliz ve bir belediye gibi kaynaklarımız yok. Şehir için yaptığımız bu çalışmaların normalde belediye tarafından yapılması gerekir. Ama bugün kayyım yüzünden belediyeye ulaşamayan halkımız DTSO’nun kapısını çalıyor. Şu an mesela, Gastronomi Zirvesi’yle biz bir kentin sadece yemeklerine dair değil, kültürüne, diline, tarihine ilişkin bir etkinlik yapıyoruz. Üstelik bu zirve öncesinde aylarca çalışmalar yürüttük. Hevsel’i, peynirin yol rotasını, Boğazkere üzümünün hızla tükenişini ve bu tükenişi önlemenin yollarını çalıştık. DTSO olarak elli tane gıda ürününün coğrafi işaretini aldık. Türkiye’de bu tür çalışmalar belediyeler ve kamu desteğiyle yapılır. Ama biz bu çalışmaların hiçbirinde destek alamadığımız için istediğimiz hızı yakalayamıyoruz. Mezopotamya’da tarihin, coğrafyanın, kültürün bize bıraktığı ve yüzyıllar boyunca faydalanabileceğimiz devasa bir birikim var ama bu birikimleri değerlendiremiyoruz.

Peki Gastronomi Zirvesi gibi çalışmalarla neyi murad ediyorsunuz?

Dünyada Diyarbakır gibi kentler devletin, yerel yönetimlerin, kamu yatırımlarının desteğiyle kendi birikimlerini turizm için işlevselleştiriyor ve merkezler haline geliyor. Ama Diyarbakır tüm bu olanaklardan mahrum bırakılmış durumda. Elbette biz kamu desteği yok diye oturmak yerine, Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşlarıyla eldeki tüm olanakları seferber ediyoruz. Gastronomi Zirvesi’ne valilik, kayyım sırtını dönmüş olabilir ama Diyarbakır Barosu’ndan Tabip Odası’na, TMMOB’una kadar Kent Platformu’nda yer alan bütün kuruluşlar katılım sağladı.

HALKIN VALİLİĞE ERİŞİMİ NE KADAR ZORSA, KAYYIMA ERİŞİMİ DE O KADAR ZOR

Kent Platformu nedir?

Geçtiğimiz yıl 81 kurumun bir araya gelerek oluşturduğu, bünyesinde 106 sivil toplum kuruluşu bulunan Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu’ndan söz ediyorum. Diyarbakır’daki gönüllü dayanışmayı harekete geçirmek, farklı aktörlerden oluşan paydaşlarla sorunları tespit edip çözüm yollarını aramak, kamu kurumlarıyla sivil toplum arasında diyalog kanalları yaratmak bu platformun temel hedeflerinden biri. Çünkü kayyım buradaki sivil toplum da, halkın da görüşünü sormuyor. Oysa dünyadaki başarılı kent deneyimlerinde ana aktör hep sivil toplum olmuştur. Tabii kamu ve yerel yönetimlerin desteğiyle!

Ve kayyımlarla yönetilen yerlerde böyle bir destek yok, öyle mi?

Yok tabii.

İKİ MİLYONLUK BİR ŞEHRİ TEK BİR KİŞİNİN AKLIYLA YÖNETMEK SÜR-DÜ-RÜ-LE-MEZ!

Kayyım ve valilik sizi rakip olarak mı görüyor?

Yasa, anayasa yerel yönetimleri halktan oy alarak seçilmiş yapılar olarak tarif ediyor. Fakat siz seçilmiş belediye başkanını alıp yerine seçilmemiş valiyi atarsanız, belediyeyi de valilik gibi yönetirsiniz. Halkın valiliğe erişimi ne kadar zorsa, kayyıma erişimi de o kadar zor. Dolayısıyla da halk kendisiyle en yakın, samimi bağı olan veya halkın içinden çıkmış kurumlara geliyor.

Peki DTSO ve Kent Platformu halkın taleplerini karşılayabiliyor mu?

Mümkün mü? Biz kendi üyelerimize hizmet sunarken, belediye tarafından yapılması gereken işlerde de aracı olmaya çalışıyoruz. Gücümüz buna yetiyor ancak. Fakat sadece büyükşehirin değil, ilçelerin kayyımları da bir duvar gibi duruyor karşımızda. Valiyi kayyım yaptığınız anda, organize sanayi bölgesinin, kalkınma ajansının yönetimlerini, kente dair her şeyi tek kişiye bağlamış oluyorsunuz. İki milyonluk bir şehri tek bir kişinin aklıyla yönetmek ne demek! Bu sür-dü-rü-le-mez!

KAYYIM NEDENİYLE BÖLGE ÇÖKÜYOR, GENÇLER GÖÇÜYOR

Ama HDP’nin kazandığı bütün belediyeler bir buçuk dönemdir kayyımlar tarafından yönetiliyor…

Valla kayyım nedeniyle bölge çöküyor, gençler göçüyor. Bir dönem daha kayyımların yükünü kaldıramayız. Diyarbakır için söylüyorum, bir dönem daha kayyım politikası devam ederse, dönüşümü imkânsız bir çöküşe geçer. Halkın tamamen yönetim dışında tutulduğu bu rejim bölgedeki kalkınmanın önündeki en büyük engel. Sırf Diyarbakır’da kayyım nedeniyle akamete uğrayan çok hayati projeler var.

Hangi projeler mesela?

Ya bakın, biz DTSO olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na da bununla ilgili bir rapor sunduk. 2016 yılından beri yatırım programında olan Kentiçi Hafif Raylı Sistem Projesi için son altı yıldır belediyeye ödenek geliyor. Buna rağmen hiçbir şey yapılmıyor, proje geliştirilmiyor ve para iade ediliyor! Mesela tamamen kent dinamikleri tarafından yapılması gereken lojistik, kayyımın bir anda devreye girip ihale etmesiyle sürüncemede kaldı. Normalde Lojistik Köyü Projesi kırk ayda bitirilecekken, aradan iki yıl geçti, daha başlangıç aşamasında. Oysa bu projeyi ilk biz çalıştık ve ilgili bakanlığa sunduk. Bakanlık da bunu belediyeyle birlikte yapmamızın daha iyi olduğunu söyledi. Fakat dediğim gibi, kayyım bir anda bu projeyi ihale yaparak özel şirkete dönüştürdü.

DİYARBAKIR’DA BEŞ YILDA ÜÇ TANE VALİ, DÖRT TANE KAYYIM GELDİ-GEÇTİ

Lojistik Köyü Projesi ne demek?

Kent içindeki bütün nakliyecilerin, depoların konumlanmasını sağlayacak, şehrin içine büyük TIR’ların girmesini engelleyecek bir projeden söz ediyorum. Bu alanda depolar, konteyner parkı, TIR parkı, otel, gümrük olacak. Bu proje için Ankara’da, Samsun’da, benzer alanların olduğu yerlerde incelemeler yaptık ve buna göre bir model hazırladık. Ama dediğim gibi yeni gelen kayyım bir anda ihale yaparak bütün emeğimizi çöpe attı ve projeyi bir şirkete verdi. Seneye bitmesi gerekirken, iki yıl geçtiği halde daha yüzde 5’i bile tamamlanamadı. Biz beş yıl önce DTSO yönetimine geldik; bu kısa sürede üç tane vali ve dört tane kayyım geldi geçti!

Normalde bir belediye başkanının kenti tamamen tanıyabilmesi ve orada hem ekonomik hem de sosyal açıdan verimli çalışabilmesi için en az iki dönem bulunması gerekirken, bizdeki hale bakın! Zaten bir-iki yıl belediyeyi yöneteceğini bilen kayyım, uzun vadeli projeler yerine asfalt dökmek, yenilemeler yapmak dışında bir şeye el atmıyor. Bakın, Karacadağ Organize Sanayi Bölgesi’nin tapusunu iki yılda aldık. Ama son kayyımla birlikte, iki yıldır daha yeni yeni arsa dağıtılmaya başlandı. Bir kişinin yönettiği şehirde işler hızlı yürüyebilir mi? Biz işlerin ağır gitmesinden yakınmayı bıraktık, bari geri dönüşü olmayan yanlışlar yapılmasın diyoruz.

Ne mesela?

Lojistik, küçük sanayi sitelerinin taşınma projesi gibi… Bunlar halkın, esnafın iknasıyla yapılabilir. “Ben yaptım, oldu” diyemezsiniz.

BÖYLE GİDERSE OFİS VE BAĞLAR UYUŞTURUCUNUN, FUHUŞUN ALANI HALİNE GELECEK VE GETTOLAŞACAK

Diyarbakır son on beş yılda kentleşme açısından bir balon gibi şişti. Her tarafta yüksek binalar, devasa siteler, yeni şehir merkezleri ama bir o kadar da yoksullaşmış bir halk görüyoruz…

Yatırımların gelmesiyle ilgili altyapıda bir gelişme var ama kentleşme konusunda belediyede bir........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play