İsrail’in Gazze’yi havadan denizden ve karadan kuşatması sürerken 7 Ekim saldırılarından bu yana tartışılan bir diğer konu İran’ın bölgede üstlendiği rol ve bölge aktörleriyle kurduğu ilişki. İran 7 Ekim saldırılarıyla bir ilişkisi olmadığını yinelerken Hamas ile üst düzeyde görüşmeler de gerçekleştiriyor.

İran Filistin meselesine nasıl bakıyor? Hamas ile ilişkileri nasıl bir tarihsel seyirden geçti? Hizbullah, Suriye ve Hamas İran için neden önemli? İran savaşın kendi topraklarına sıçrama ihtimaline nasıl bakıyor? Hizbullah’ın çatışmaya doğrudan girmemesi İran için neden önemli? Yemen’deki Husiler’in saldırıları ne anlama geliyor?

Bu soruları TOBB ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Dr. Öğretim Üyesi Gülriz Şen’e sorduk.

Şen’e göre Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları ve Suriye ile beraber İran’a saldırıları önleyecek bir direniş cephesi. İran ile bu aktörler arasında stratejik ilişkiler var. İran yürütülen bu savaşın topraklarına sıçramaması için büyük çaba gösteriyor.

7 Ekim saldırılarının ardından işaret edilen aktörlerden biri İran oldu. Bu işaret etmeyi akılda tutarak Filistin sorunu tarihsel olarak İran için ne ifade ediyor?

1979 Devrimi’nden sonra İran kendi deyimiyle “Siyonist işgale karşı Filistin direnişinin yanında” konumlanan bir aktör haline geldi. Devrimi öncesi İran, İsrail ile diplomatik ilişkileri olan, İsrail’e petrol satan bir ülkeydi. 79 devriminden sonra ilişkiler radikal bir biçimde koptu. Aslında bu gün bu kopuşu daha net görüyoruz. 1979’dan sonra İran aşina olduğumuz yeni bir söylem geliştirdi: ABD büyük şeytan, İsrail küçük şeytan. Bakıldığında İran nükleer anlaşmada olduğu gibi büyük şeytanla müzakere edebiliyor. Ama İsrail’le kesinlikle diplomatik biçimde bir araya gelmiyor. Devrim sonrası İran önceleri Filistin siyasetinde daha seküler milliyetçi damarı temsili eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile ilişkilerini sürdürürken, FKÖ’nün İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemesi, 1988’de İsrail’i tanıması nedeniyle ilişkileri bozdu.

‘İRAN 90’LARDA İSRAİL KARŞITI CEPHENİN LİDERLİĞİNE SOYUNDU’

1990’lardan itibaren, İran-Hamas ilişkilerinin derinleştiğini görüyoruz. Sadece Hamas değil, Filistin siyasetinin İslamileşmesini gösteren bir başka aktör olan İslami Cihad ile de ilişkileri derinleşiyor. 1990’larda Arap dünyasında, örneğin Ürdün’de ‘FKÖ bile İsrail’i tanıyorsa o zaman, Madrid Barış Görüşmeleri’nin başlattığı barış arayışında biz de İsrail’le ilişkilerimizi geliştirebiliriz’ havası hakim oldu. Bu dönemde bölgede barış havası hakim, ABD hegemonyasının doruk noktasında olduğu dönem, Soğuk Savaş sona ermiş. Arap dünyası, İsrail ile barışmanın ya da uyum yakalamanın peşindeyken, İran İsrail karşıtı cephenin liderliğine soyunuyor.

Bu onun için ideolojik olarak anlaşılabilir, Filistin meselesini daha İslami bir çerçevede tanımlayarak onun liderliğine soyunuyor. Arap dünyası Filistin meselesini “terk etmişken” İran bunun hamiliğini yapıyor. Böylece Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri derinleşiyor. Bu saldırıdan önce de Hamas’ın özellikle askeri kanadının en büyük askeri ve mali destekçisi İran’dı. Taraflar zaten açıkça bu desteği dile de getiriyor, bunu reddetmiyor. Filistin direnişini desteklemek adına İran’ın bu örgütlerle önemli ilişkileri var.

HAMAS ve HİZBULLAH İRAN’IN SAHADAKİ SİGORTALARI’

Bahsettiğimiz bu aktörlerin İran’ın kendini bölgede koruyabilmesi için geliştirdiği stratejide de bir rolü var mı?

Evet, Hamas, İslami Cihad, Hizbullah, Suriye gibi aktörler İran’ın bölgede kendini savunma ve koruma politikasının bir parçası. Direniş Ekseni söylemi tam da bu aktörleri içeriyor. Direniş Ekseni, 2000’lerin başından itibaren İran’ın bölgede oluşturduğu bir savunma hattı. Amacı şu, nükleer kriz ve İran-İsrail gerilimi artarken olası bir ABD veya İsrail saldırısını bu aktörler üzerinden caydırma. İran burada İsrail’e şu mesajı veriyor: Bana saldırmayı düşünürsen iki defa düşün, çünkü bana saldırırsan Hizbullah ve Hamas da sana saldıracak. Bu çerçevede Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları. Bu stratejiyi İran kendi korumak için geliştirdi.

Elbette örgütleyici ideoloji Siyonizm’e karşı durmak, Filistin davasını savunmak, emperyalizme karşı durmak, çünkü burada hem Sünni hem Şii aktörler bu denklemin içinde. Aslına bakıldığında İran böylesi bir ittifakla bölgede kendisini güvende hissediyor. O nedenle 7 Ekim saldırıları İsrail’i gafil avlarken, ‘acaba bu saldırıların ardında İran mı var?’ sorusu belirdi, çünkü İran Hamas ve İslami Cihadı himaye eden bir bölgesel aktör olarak ve İsrail’in bölgedeki en büyük düşmanı olarak karşımıza çıkıyordu.

‘İRAN 90’LARDA Şİİ EKSENLİ DIŞ POLİTİKADAN VAZGEÇTİ, AYRIM YAPMIYOR GÖRÜNTÜSÜ VERMEYE ÇALIŞIYOR’

Tarihten günümüze yaşananı ve İran’ın konumlanış stratejisini aktardınız. Ancak şu hala bir soru işareti, Hamas Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak kurulan bir Sünni örgüt, öte yandan İran Şii, bu birliktelik stratejik bir ortaklık olarak mı görülmeli?

Evet pragmatik bir işbirliği var, amaç İsrail’e karşı yekpare bir duruş sergilemek. Ancak İran’ın dış politikasındaki dönüşüm de bugünkü ilişki ağının ortaya çıkmasında etkili oldu. Devrim sonrasında İran ilk başta daha çok Şii eksenli bir dış politika izledi, devrim ihracı siyaseti güttü. Özellikle Körfez bölgesinde Şii toplumlarının kendilerini yöneten iktidarlara karşı ayaklanmasını ve tıpkı İranlıların kendi şahlarını devirmeleri gibi onların da kendi krallarını devirmelerinin propagandasını yaptı. Ama bu İran’ı bölgede yalnızlaştırdı,

İran 90’larla beraber ılımlılaşırken, Şiilik üzerinden dış politika kurmamaya çalıştı, Şii-Sünni ayrımı yapıyor görüntüsü vermemeye özen gösterdi. Hamas ile ilişkilerde İran’ın yeri geldiğinde Sünni aktörlerle tıpkı Hizbullah’ın Lübnan’da Hristiyanlarla kurduğu ilişkiler gibi, farklı dinden veya mezhepten siyasi aktörlerle işbirliği yapabildiğini ve siyaseti bu pragmatik kurallara göre oynayabildiğini gösteren bir örnek. İran için Filistin davası içinde bir müttefik kazanmak önemliydi. Çünkü bu, Levant yani Doğu Akdeniz’deki nüfuzunu da güçlendiren bir dinamik oldu.

‘İRAN İÇİN DİRENİŞ EKSENİNDE HİZBULLAH VE SURİYE ÜST SIRADA YER ALIYOR’

Hizbullah ile ilişkileri daha organik bir ilişki, çünkü Hizbullah İran’ın velayet-i fakih doktrinini de benimseyen bir aktör, Şii bir aktör. Suriye ve İran 1982’de Hizbullah’ı örgütledi. İran, Devrim Muhafızları’nı Hizbullah’ı eğitmek için yollarken, Suriye Beka Vadisi’nde onlara alan ve lojistik kaynaklar sağladı. Meselesinin özü jeopolitik çıkarlara dayanıyor, meselenin pragmatik boyutunu ve o stratejik birlikteliği unutmamak lazım. Hizbullah ve Suriye İran için çok stratejik iki müttefik, Suriye tabii geçmişe göre daha zayıf bir aktör, ancak Hizbullah ile bu ilişki güçlenerek sürüyor.

Suriye savaşı öncesinde Direniş Ekseni içinde bir hiyerarşi kursak, Suriye ilk başta yer alıyordu, bugün Hizbullah İran’dan sonra bu denklemin en önemli parçası oldu. O nedenle Suriye meselesi İran için hiçbir zaman Suriye’den ibaret bir mesele değil, çünkü Suriye düşerse, yönetim değişikliği olursa, İran Suriye üzerindeki gücünü kaybederse Tahran için bu kayıp ciddi sorunlara gebe olmak demek, çünkü bunun Hizbullah’ın sonu anlamına gelebileceğini ve son olarak İran’ın hedef tahtasına konulacağını düşünüyor. Özetle bu ilişkilerde din ve kimlik rol oynasa da özünde çok stratejik bir ilişki.

Geçtiğimiz hafta, İran dini lideri Ali Hamaney ile Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye bir araya geldi. Bu görüşmeyi nasıl yorumlamak gerekiyor, birlikteyiz mesajı olarak okunabilir mi?

Kritik bir görüşme elbette. Haniye daha önce İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan ile savaş patlak verir vermez bir araya geldi. Dahası Dışişleri Bakanı, İran’ın tüm stratejik vekil ve müttefikleriyle bir araya geldi. Bu kapsamda, Suriye’ye, Irak’a gitti, Lübnan’da Hizbullah ile görüştü, Katar’da görüşmeler yaptı. Bu son görüşme, savaştan bir ay sonra gerçekleşti. Görüşmenin bağlamına bakarsak, adına kara harekatı denmese de günün sonunda bir kara harekatı başladı ve İsrail Gazze’yi içeriden de kuşattı. Hamas İsrail’e kayıplar verdirse de kendisi de ciddi ölçüde kayıplar veriyor. Görüşmenin içeriği fazla tartışılmadı, Ama Hamaney’in Haniye’ye söyledikleri önemliydi. İran’ın Filistin güçlerini destekleme politikasının daimi olduğunu, yani İran’ın bu güçlere daimi desteğini ifade etmesi, İsrail’in işlediği suçların, ABD’nin ve diğer Batılı aktörlerin desteğiyle olduğunu ifade etmesi söylemdeki devamlılık açısından önemliydi.

İran’ın Hamas’a desteği nasıl sürecek sorusuna önümüzdeki süreçte yanıt bulacağız. Bence bir hasar tespiti yapılmış olabilir, Haniye’den birebir Hamas’ın durumunu, ihtiyaçlarını, stratejilerini dinlemiş olabilir. “Hamas bizimle de konuşuyor ve bizimle koordineli hareket ediyor” mesajı çıkabilir. Hamas’ın siyasi liderleri Katar’dalar. Eğer Katar’a Hamas’a ev sahipliği yapmaması yönünde bir Batı baskısı olursa, İran’a geçmeleri gibi konular da konuşulmuş olabilir.

‘İRAN, HAMAS İÇİN SAVAŞA GİRMEK İSTEMİYOR’

İran neden bu vurguyu sık sık yapıyor?

İran savaş istemiyor, doğrudan müdahil olacağı bir savaşı istemiyor. Muhtemelen Hamas için de savaşa girmek istemiyor. Burada kritik olan, Hizbullah ile ilgili gelişmeler. Hizbullah bir İsrail saldırısına uğrarsa, Lübnan İsrail çekişmesinde bir değişiklik yaşandığında, İran’ın bölgedeki en önemli varlığı diyebileceğimiz Hizbullah’ı korumak için Tahran nasıl bir adım atacak? Bence asıl kilit nokta bu olacaktır.

‘HİZBULLAH’IN ATACAĞI ADIMLAR İRAN VE ABD’NİN ATACAĞI ADIMLARI BELİRLEYECEK’

Buradan devam edersek, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah kitlelerin karşısına çıktı, uzun bir konuşma yaptı. Nasrallah da konuşmasında saldırıların Filistin Kassam Tugayları tarafından yapıldığını kendileri ve İran’ın bir dahli olmadığını söyledi. Bu açıklamayı neden yapma ihtiyacı hissetti, İsrail veya ABD’ye mi bir mesaj verdi, bana dokunmayın mı dedi?

Nasrallah, çok fazla aktöre mesaj verdi, herkes de bu konuşmayı dinledi. Bu savaşın seyrinde en önemli husus acaba Hizbullah ne yapacak sorusu. Hizbullah’ın adımları İran’ın adımlarını ve ABD’nin dahlini de belirleyecek. O nedenle merakla beklendi. Konuşmasında 7 Ekim saldırılarının tamamen Filistin eylemiydi demesi önemliydi. İran’ı ve Hizbullah’ı temize çeken, “biz süreçte elbette Hamas’ı destekliyoruz ama bizim bir dahlimiz yoktur”un altını çizen kritik bir konuşmaydı.

Aynı konuşmada Hizbullah Hamas’tan gelen taleplere de yanıt verdi. Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, Hamas’ın Hizbullah’tan daha çok destek beklediğine dönük bir açıklama yapmıştı daha önce. Nasrallah, “biz İsrail’i meşgul ederek savaşa girdik, Hamas’a bu şekilde yardım ediyoruz” dedi.

HİZBULLAH SAVAŞIN LÜBNAN’A YAYILMASINI İSTEMİYOR’

Ortada tutuşmaya çok hazır, alev almaya hazır gergin bir ortam var. Bu durum savaşın seyri açısından önemli. Öte yandan, Hizbullah, bu ateşin Lübnan’a sıçramasını istemiyor. Lübnan’da bir siyasi aktör olarak Lübnan’daki konumuna ve varlığına vereceği zararın da farkında. O nedenle çok ince bir hatta ilerlemeye çalışıyor. ABD’ye verdiği korkmuyoruz mesajı önemliydi. Bizim size yönelik de bir planımız şeklinde konuştu. Burada esas mesele kimin kimi ne kadar caydıracağı. Caydırıcılık bölgesel savaşın önüne geçmek için önemli. Nasrallah’ın 3 Kasım’daki konuşmasında açıktan savaş ilanının olmaması Lübnanlıları rahatlattı.

HİZBULLAH İRAN’IN KARA GÜNLERİ İÇİN SAKLADIĞI BİR SİGORTA’

İran bu noktada sanıyorum Hizbullah’ın savaşa girmemesinden yana?

Evet, Hizbullah’ın savaşa girmemesi ve yıpranmaması İran için önemli, İran’da da savaşa karşı sesler yükselmeye başladı. Eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin uyarısını hatırlayalım, ‘dikkatli olmalıyız, ölçülü olmalıyız, İran’ı doğrudan savaşa sokacak adımlara karşı dikkat etmeliyiz’ demişti. Aynı uyarıları eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’ten de duyuyoruz. Bir yandan böyle bir ideolojik taahhüt var, bir yandan da pragmatik çıkarlar.

Bölgesel gerilimde ABD bir yandan Katar ve Irak üzerinden İran’a mesajlar yolluyor, hatta mesajlarımızı doğrudan ilettik de dediler. Bu krizin çok iyi yönetilmesi gerekiyor. İran başından itibaren yeni cepheler açılabilir dedi. Hizbullah İsrail cephesindeki çatışmalar dışında yine Yemen’den Husilerin füze saldırılarını ve bunun Suudi Arabistan, İsrail ve ABD donanması tarafından engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Golan Tepeleri riskli. Orada da İsrail’in saldırıları önleme girişimleri var.

Bu bakımdan İran başka vekil ve müttefikler üzerinden İsrail üzerindeki baskıyı artırıyor, caydırıcılığı aşan bir durum oluştuğunda İran daha radikal bir tutum takınmak zorunda kalabilir. Hizbullah İran’ın kara günleri için sakladığı bir silah konumunda. Hamas için bunu kullanmak istemeyecektir, Hizbullah’ın kendisi hedef haline gelirse, İran bu nokta Hizbullah’ın yardımına koşmak zorunda hissedebilir. İşte o zaman ABD ve İran arasında bir askeri çatışma riski artabilir.

‘İRAN İÇİN DİRENİŞ EKSENİNDEKİ AKTÖRLERİN SAYISININ ARTMASI BELİRSİZLİĞİ DE ARTIRIYOR’

İsrail’e füze atan ancak füzelerinin havada engellediği bir diğer aktör Yemen’deki Husiler. Bu grup bu kadar güçlü mü? Yoksa yine İran destekli olacak şekilde İran İsrail’in dikkatini mi dağıtmaya çalışıyor?

Husiler Yemen iç savaşı sürecinde çok güçlendiler, hem ülkede bir egemenlik iddiaları var hem de Suudi Arabistan ve BAE saldırılarına karşı direndiler ki burada İran’ın desteği çok kritikti. Füze kapasiteleri arttı, İsrail’i canını yakabileceklerini düşünerek bunu yapıyorlar ya da diğer aktörleri meşgul ediyorlar. İsrail’i her cepheden vurabiliriz, vurmayı deneyebiliriz vurgusu var. Burada önemli bir konu da vekil güçler ne ölçüde onları destekleyen güçten emir alıyorlar, ne ölçüde otonomlar..

İran’ın argümanı şu: Onlar benim emirlerime uyan bana itaat eden aktörler değil, otonomileri var ve bu konuda ne yapmak isterlerse serbestler. İran açısından kritik olan şey günün sonunda durumun kendisinin aleyhine dönmemesi. İran açık kapı bırakıyor olabilir, ama çizdiği bir kırmızı çizgi var: İran’ın milli güvenliğinin tehlikeye atılmaması. Bunu kriz dönemlerinde yönetmek zor, beklenmeyen gelişmeler olabilir. Direniş Ekseni dediğimiz yapı genişledi, Husiler, Irak’tan bazı gruplar da artık bu eksenin içinde. Daha önce Levant hattına yayılan gruplara bölgenin genelinden yeni aktörler katıldı. Bunların bir kısmı ABD üslerine sürekli saldırılar düzenliyor. Buysa ABD ile İran arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Aktörlerin sayısının artmasıyla hangi aktörün ne yapacağını kestirmek güçleşiyor. Kimin makul ve ölçülü davranacağını öngörememek savaşın seyri açısından önemli bir sorun.

‘İSRAİL SURİYE’DEN GELECEK BİR SALDIRIYA KARŞI ÖN ALICI BİR DURUŞ SERGİLİYOR’

İsrail Suriye’yi de vurdu, bu İran ve Hizbullah’a dönük uzak durun mesajı mı yoksa Suriye’den ona bir tehdit mi olduğunu düşünüyor?

Aslında İsrail Suriye’yi düzenli olarak savaş boyunca vurdu, vuruyor. İran yanlısı milislerin, özellikle Golan tepelerine yakın konuşlanmasını ve İsrail’i tehdit edecek yerlerde güç kazanmalarını engellemek istiyordu: Bu sefer vurmasının ardında sahadan gelen bazı haberlerin etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü İran’ın yeni cepheler açılabilir söyleminden sonra bunlardan birinin de Suriye olduğu ve özellikle Golan Tepeleri üzerinden İsrail’in vurulabileceği konuşulmuştu. İsrail buraya silah, mühimmat ve milis akışını engellemek için Halep ve Şam’da hava limanlarını vurdu. Bunun 7 Ekim sonrası konjonktürle doğrudan ilişkisi var. Ama genel olarak İsrail İran’ın Suriye’de güçlenmesini varoluşsal tehdit olarak görüyor. Elbette Suriye’nin bu işe müdahil olmaması için gözdağı veriyor. Eskiden gelen bir pratik olsa da günümüzdeki savaş konjonktüründe de bir anlamı var. İran ve oradan gelecek bir saldırıya karşı ön alıcı bir duruş sergiliyor.

Gülriz Şen Kimdir?

Lisan ve doktora eğitimi Ortadoğu Teknik Üniversitesi uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Gülriz Şen, Yüksek lisansını Leuven Katolik Üniversitesi’nde yaptı. “Devrimden Günümüze İran’ın ABD Politikası: Tarihsel Sosyolojik Bir Analiz” isimli tezi 2014’te ODTÜ Uluslararası İlişkiler programı en iyi tez ödülünü aldı. Şen tezinde 1979’da gerçekleşen devrim sonrasında İran’ın dönüşümünü ele alırken merceğini İran’ın ABD politikasına odakladı. TOBB ETU Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olan Şen’in İran dış politikasının dönüşümüne dönük pek çok yayını ve çalışması mevcut.

QOSHE - Gülriz Şen: Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları - Mühdan Sağlam
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Gülriz Şen: Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları

79 1
13.11.2023

İsrail’in Gazze’yi havadan denizden ve karadan kuşatması sürerken 7 Ekim saldırılarından bu yana tartışılan bir diğer konu İran’ın bölgede üstlendiği rol ve bölge aktörleriyle kurduğu ilişki. İran 7 Ekim saldırılarıyla bir ilişkisi olmadığını yinelerken Hamas ile üst düzeyde görüşmeler de gerçekleştiriyor.

İran Filistin meselesine nasıl bakıyor? Hamas ile ilişkileri nasıl bir tarihsel seyirden geçti? Hizbullah, Suriye ve Hamas İran için neden önemli? İran savaşın kendi topraklarına sıçrama ihtimaline nasıl bakıyor? Hizbullah’ın çatışmaya doğrudan girmemesi İran için neden önemli? Yemen’deki Husiler’in saldırıları ne anlama geliyor?

Bu soruları TOBB ETÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Dr. Öğretim Üyesi Gülriz Şen’e sorduk.

Şen’e göre Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları ve Suriye ile beraber İran’a saldırıları önleyecek bir direniş cephesi. İran ile bu aktörler arasında stratejik ilişkiler var. İran yürütülen bu savaşın topraklarına sıçramaması için büyük çaba gösteriyor.

7 Ekim saldırılarının ardından işaret edilen aktörlerden biri İran oldu. Bu işaret etmeyi akılda tutarak Filistin sorunu tarihsel olarak İran için ne ifade ediyor?

1979 Devrimi’nden sonra İran kendi deyimiyle “Siyonist işgale karşı Filistin direnişinin yanında” konumlanan bir aktör haline geldi. Devrimi öncesi İran, İsrail ile diplomatik ilişkileri olan, İsrail’e petrol satan bir ülkeydi. 79 devriminden sonra ilişkiler radikal bir biçimde koptu. Aslında bu gün bu kopuşu daha net görüyoruz. 1979’dan sonra İran aşina olduğumuz yeni bir söylem geliştirdi: ABD büyük şeytan, İsrail küçük şeytan. Bakıldığında İran nükleer anlaşmada olduğu gibi büyük şeytanla müzakere edebiliyor. Ama İsrail’le kesinlikle diplomatik biçimde bir araya gelmiyor. Devrim sonrası İran önceleri Filistin siyasetinde daha seküler milliyetçi damarı temsili eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile ilişkilerini sürdürürken, FKÖ’nün İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemesi, 1988’de İsrail’i tanıması nedeniyle ilişkileri bozdu.

‘İRAN 90’LARDA İSRAİL KARŞITI CEPHENİN LİDERLİĞİNE SOYUNDU’

1990’lardan itibaren, İran-Hamas ilişkilerinin derinleştiğini görüyoruz. Sadece Hamas değil, Filistin siyasetinin İslamileşmesini gösteren bir başka aktör olan İslami Cihad ile de ilişkileri derinleşiyor. 1990’larda Arap dünyasında, örneğin Ürdün’de ‘FKÖ bile İsrail’i tanıyorsa o zaman, Madrid Barış Görüşmeleri’nin başlattığı barış arayışında biz de İsrail’le ilişkilerimizi geliştirebiliriz’ havası hakim oldu. Bu dönemde bölgede barış havası hakim, ABD hegemonyasının doruk noktasında olduğu dönem, Soğuk Savaş sona ermiş. Arap dünyası, İsrail ile barışmanın ya da uyum yakalamanın peşindeyken, İran İsrail karşıtı cephenin liderliğine soyunuyor.

Bu onun için ideolojik olarak anlaşılabilir, Filistin meselesini daha İslami bir çerçevede tanımlayarak onun liderliğine soyunuyor. Arap dünyası Filistin meselesini “terk etmişken” İran bunun hamiliğini yapıyor. Böylece Hamas ve İslami Cihad ile ilişkileri derinleşiyor. Bu saldırıdan önce de Hamas’ın özellikle askeri kanadının en büyük askeri ve mali destekçisi İran’dı. Taraflar zaten açıkça bu desteği dile de getiriyor, bunu reddetmiyor. Filistin direnişini desteklemek adına İran’ın bu örgütlerle önemli ilişkileri var.

HAMAS ve HİZBULLAH İRAN’IN SAHADAKİ SİGORTALARI’

Bahsettiğimiz bu aktörlerin İran’ın kendini bölgede koruyabilmesi için geliştirdiği stratejide de bir rolü var mı?

Evet, Hamas, İslami Cihad, Hizbullah, Suriye gibi aktörler İran’ın bölgede kendini savunma ve koruma politikasının bir parçası. Direniş Ekseni söylemi tam da bu aktörleri içeriyor. Direniş Ekseni, 2000’lerin başından itibaren İran’ın bölgede oluşturduğu bir savunma hattı. Amacı şu, nükleer kriz ve İran-İsrail gerilimi artarken olası bir ABD veya İsrail saldırısını bu aktörler üzerinden caydırma. İran burada İsrail’e şu mesajı veriyor: Bana saldırmayı düşünürsen iki defa düşün, çünkü bana saldırırsan Hizbullah ve Hamas da sana saldıracak. Bu çerçevede Hamas ve Hizbullah İran’ın sahadaki sigortaları. Bu stratejiyi İran kendi korumak için geliştirdi.

Elbette örgütleyici ideoloji Siyonizm’e karşı durmak, Filistin davasını savunmak, emperyalizme karşı durmak, çünkü burada hem Sünni hem Şii aktörler bu denklemin içinde. Aslına bakıldığında İran böylesi bir ittifakla bölgede kendisini güvende hissediyor. O nedenle 7 Ekim saldırıları İsrail’i gafil avlarken, ‘acaba bu saldırıların ardında İran mı var?’ sorusu belirdi, çünkü İran Hamas ve İslami Cihadı himaye eden bir bölgesel aktör olarak ve İsrail’in bölgedeki en büyük düşmanı olarak karşımıza çıkıyordu.

‘İRAN 90’LARDA Şİİ EKSENLİ DIŞ POLİTİKADAN VAZGEÇTİ, AYRIM YAPMIYOR GÖRÜNTÜSÜ VERMEYE ÇALIŞIYOR’

Tarihten günümüze yaşananı ve İran’ın konumlanış stratejisini aktardınız. Ancak şu hala bir soru işareti, Hamas Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak kurulan bir Sünni örgüt, öte yandan İran Şii, bu birliktelik stratejik bir ortaklık olarak mı görülmeli?

Evet pragmatik bir işbirliği var, amaç İsrail’e karşı yekpare bir duruş sergilemek. Ancak İran’ın dış politikasındaki dönüşüm de bugünkü ilişki ağının ortaya çıkmasında etkili oldu. Devrim sonrasında İran ilk başta daha çok Şii eksenli bir dış politika izledi, devrim ihracı siyaseti güttü. Özellikle Körfez bölgesinde Şii toplumlarının kendilerini yöneten iktidarlara karşı ayaklanmasını ve tıpkı İranlıların kendi şahlarını devirmeleri gibi onların da kendi krallarını devirmelerinin........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play