’’Yok etmek sadece zorbaların ve cahillerin işidir. Bir insan zekasıyla yenemeyeceğini anladığı anda ya şiddete başvurur ya paranın gücüne. Birisi sizinle aynı fikirde değil diye onu yok edemezsiniz. Medeni ve erdem sahibi insanlar böyle yapmaz. Çok okuyan ve bilginin gücüne inanan her insan, sadece konuşma yolunu seçer. Sizden olmayanları yok etmek yerine, bilginin ve fikrin gücüyle, sizin gibi düşünmesini sağlamalısınız.''

George Orwell

Bu hafta siyaset anlayışım üzerine yazmaya karar verdim. Ütopyam olan siyaset tarzı üzerine yazacağım. Siyasetin asık suratlı halinin arttığı bir süreçten geçiyoruz. Halklar, siyasetin bugünkü somurtkan yüzünden dolayı siyasetçileri ve izdüşümü siyaseti sevmez oldu. Sistem partilerdeki siyasetçilerin davranış şekillerinden ve iktidar partisindeki siyasetçilerin güç zehirlenmesinden dolayı siyaset halklardan iyice koptu. Bana göre bu tarz siyasetin artık değişmesi lazım.

Siyaset yaparken karşılaştığım gülebileceğimiz ama zor koşullar nedeniyle gülemediğimiz kimi olayları hep yazmayı hayal etmişimdir, ancak memlekette gittikçe ağırlaşan atmosfer buna izin vermiyor. Ben de birkaç örnek vererek bazı deneyimlerimi paylaşmak ve bu örnekler üzerinden siyaset tarzımı anlatmak istedim.

SİYASETE BAŞLAYIŞIM

Günlerden bir gün babamın izniyle ÖDP Kadıköy üyesi oldum. Sol duyulu bir Ermeni’yseniz hemen bir sol yapıda siyaset yapmak kolay olmuyor. Hem itiraz edeceksin, hem Ermeni olacaksın, üstüne bir de Hıristiyan olacaksın. Kolay iş değildi. Üstelik 1980 sonrası aktif siyaset yapan pek fazla Ermeni genci yoktu. Yani bildiğimiz bir örnek de yoktu. İlk rol modellerim Masis Kürkçügil ve tabii aynı okul mezunu olduğum Hrant ahparig oldu. Hrant Enger (Yoldaş) demeliyim aslında. Hrant ahpariğin katledilmesinden sonra siyasete ilgi duyan arkadaşlarımızın çoğu ya yurt dışına gitti veya evlerine döndü.

ÖDP ve akabinde kısa bir EDP döneminden sonra, HDK fikriyatı ile tanıştım. Her zaman yerel siyaseti önemsemiş biri olarak, o dönemler Murad adı Türkiye’de çok kullanıldığı için pek de havalı bir Ermeni siyasetçi tarzım olamadı. Fakat solun belli kesimlerinde şakayla karışık “bizim gavurumuz” sözüyle de değer buldum desem yalan olmaz. Özellikle İstanbul’da bizlere yer vermek isteyen organizasyonlar için aranmaya başladığımda, ister istemez genel siyasetin de bir parçası olacağımı fark ettim.

HDK ve HDP ilçe yöneticiliği sonrasında HDP İstanbul İl yönetiminde görev aldığım zorlu bir sürece girdim. Kendi adıma en verimli olduğum dönemlerdi. İstanbul İl’de Basın Komisyon sözcülüğü yaptım. O günlerde parti içi basın komisyon çalışmalarında yer alan arkadaşlarım ve basın emekçisi arkadaşlarımla kurduğumuz dostluğu hala sürdürüyorum. Birlikte öğrenme çabasında olmak kalıcı dostlukları pekiştiriyor.

Bu süreçte HDP’deki ilk Belediye Meclis adaylığım beni toplum içinde tanınır hale getirdi.

Kadıköy Belediye Meclis adayı olduğumda ilçede önemli bir karar alındı: Adayların ana dillerinde pankart yapılacaktı. Bu, benim hayatımda yaşadığım en büyük deneyimdi.

Ermenice ve Türkçe olarak “Eşitlik, özgürlük ve demokrasi için oylar HDP’ye’’ sloganıyla benim adımı taşıyan pankartlar hazırlandı. Bu pankartlar Kadıköy’ün belli mahallelerine asıldı. Düşünsenize, muhtemelen böyle bir pankart belki de eski TİP döneminde asılmıştır ama ben böyle bir şeye şahit olmamıştım. Neredeyse 100 yıl sonra bir ilkti. Bu pankartların asılmasının ardından, beni çok etkileyen ve belki biraz trajik ama aynı zamanda komik durumlara şahit oldum.

Öncelikle, bu süreçte yaşadığım semtin mahallesindeki Ermeni kurumlarının yöneticilerinde bir tedirginlik vardı. Kurumlarımıza yakın yerlere asılan pankartların nasıl bir duruma evrileceğini bilemedikleri için bu alanlarda bulunan pankartlarla ilgili tedirginliklerini sitemleriyle belli ettiler. Bu durumu anlayan bir yerden bakınca, onların rahatlaması için kendi elimle bazı pankartları söküp başka yerlere astık. Bu süreçte, günlük hayatta samimi olduğum toplumumuzdan bazı arkadaşlarım bazı çekincelerinden dolayı mesafe koydu. Biz az bırakılan halklardan değilseniz, bu durumu anlamak kolay olmayabilir.

Merkezi yerlerden geçerken, pankarta bakan insanların ruh halini anlamak için pankartın civarında durup insanları gözlemlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Özellikle Kemalist kesimin bol olduğu ve HDP fikriyatının henüz yeşerdiği bir dönemdi. Bu gözlemlerim inanın çok uzun bir yazı dizisi olur. Fakat bir örnek vermek gerekirse, yaşlı bir mahalle sakini pankarta bakarak, “Bu Rusların belediye adaylığında ne işi var?” diye sormuştu. Adaylar arasında trans bir arkadaşımız vardı. Sevgili Asya’ya buradan bir selam gönderiyorum.

Bizler yani Ermeni ve hatta az bırakılan halkların temsiliyetleri neredeyse hiç olmamıştı. Kadıköy dışında birçok semtte az bırakılan halklardan adaylar vardı. Bu ülke demokrasisin gelişmesi açısından bana göre çok değerli bir sürecin başlamasına vesile oldu. Asya trans bir aday, ben ise Ermeni bir adaydım; bu nedenle iki dezavantajlı kesimden gelen adaylar olarak yan yana olunca, ikimiz seçilemesek bile en popüler adaylar arasındaydık.

O günlerde Asya ile verdiğimiz röportajlar, bugün vekil seçilen birçok siyasetçiden daha fazladır. Bu röportajlarda bize gelen sorular, aslında bizler hakkında hiçbir bilincin olmadığını kanıtlıyordu.

Günlerden bir gün, babama ulaşan yaş almış bir amca HDP’nin adaylarını duyduğunu söylemiş. “Agop, şu Kürtlerin partisi var ya, ne cesur. Hem Ermeni, hem transformatör (Bu ifade için trans arkadaşlardan özür dilerim) adayları varmış. Agop, ne cesur bunlar öyle değil mi?” demesi bana çok manidar geldi. Babam gülerek Ermeni adayın oğlu olduğunu söyleyince, babamın Ermeni olduğunu da yeni öğrenmiş. Bu durum da ayrıca irdelenmesi gereken sosyolojik bir olay.

Daha sonra 2015 yılında yapılan Haziran ve Kasım seçimlerinde, ülkede seçilemeyen tek Ermeni aday olarak tarihe geçtim. Kasım seçimlerinde benim dışında 3 Ermeni arkadaş, bizim partimizden ve farklı partilerden vekil oldu. Fakat bu seçim benim için çok güzel deneyimlere vesile oldu. HDP öncesi siyasi partilerde yer almış olmama rağmen, ilk defa kitle siyasetinin bir parçası oldum. HDP’yi davet eden sol gruplarda özellikle tercih edilen bir adaydım. “Aman Kürt çağırmayalım, varsın Ermeni olsun” diye davetler alıyordum. Özellikle göç etmiş bölge halkının yaşadığı bölgelere yaptığım ev ziyaretlerimde, halkla yaşadığım diyaloglar unutulmaz.

Ancak beni en çok etkileyen şey düğünlerdi. Salon düğünlerine hayatımda ilk kez vekil adaylığım sırasında katıldım. Salonları, bugün de günceliğini koruyan ‘’YENİ YAŞAM’’ şiarıyla selamladım. Vekil adayı çıkmadan gelinle damadın çıkmaması ve elbette halaylar nasıl unutulabilir ki? Bir keresinde gitmem gereken bir düğün salonuna son anda yetiştim. Düğün salonunun girişindeki yönetici arkadaşlardan düğün hakkında bilgi almadan içeri girdim. Gelin ve damat nerede diye sorduğumda bu düğünün sünnet düğünü olduğu cevabını almamla sahneye çağrılmam bir olmuştu. Bu durumu konuşmama nasıl yansıtacağımı düşünmeden ettiğim sözü ise asla unutamam: ‘’HALKLARIN KİRVELİĞİ’’ Bu yaşananlar ve kurulan dostluklar bende güzel anılara vesile oldu. Düğünlerine beni misafir eden ailelerle bağımı koparmadım.

Özellikle piknikler, benim gibi sabah kahvaltıda akşam yemeğini düşünen bir halkın evladı için çok güzel anılara sahne oluyordu.

Bölgesel yemekler üzerine konuşan vekil adayı sanırım pek yoktu. Bu tür gezilerde en sevdiğim şey, politikadan ziyade yemeklerin nasıl yapıldığını öğrenmeye çalışmaktı. Bana göre gerçek politika tam olarak bu aslında; birbirimizi anlamak ve öğrenmek. Bence siyaset müzik ve yerel kültürle daha anlamlı hale gelir. Bu tarz siyasetin, her kesimde etkisi olacağına inancım tam.

Daha sonra partimin 2. kongresinde Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu’na seçildim ve bu görev 2017 yılına kadar sürdü. O dönemki Sevgili Eş Başkanlar SELAHATTİN DEMİRTAŞ ve FİGEN YÜKSEKDAĞ ve diğer MYK üyeleriyle yaptığım siyasi sohbetlerimin neredeyse tamamını hala hatırlarım. Bu sohbetler, besleyici ve bir o kadar da kendi tarihim açısından önemliydi.

Görevim sona erdikten sonra yönetici olmama konforunu yaşadığımı söylersem yalan olmaz. Görev aldığım iki dönem boyunca yaşadığım stresten dolayı tansiyon ve guatr hastası oldum.

Yöneticilik yapmadığım süreçte politika ve aktivizm konulu yazılarım devam etti. Eh tabii ülkenin muhaliflerinin yaşadığı hukuki sıkıntılarından ucundan kıyısından ben de nasibimi aldım. Diğer arkadaşlarım kadar sıkıntı yaşadığımı söyleyemem. Bu durum, iklim Akdeniz olunca detaylarıyla yazmak istediğim konulardan biri olacak.

Bu arada, bir cefa da Fenerbahçe’den çektim. Semtimin takımı olan Fenerbahçe’nin başarısız olduğu sezonlar gördüm. Ancak en güzel süreç oğlumun büyümesine şahitlik etmemdi. Maçlara giderken tanıştığım arkadaşlarla siyaset konuşma çok besleyici oldu. Bu kadar geniş bir kitleye dokunmak, direkt siyasetin içinde olunca pek kolay olmuyor. Bu arada sporla ilgili bir konu olduğunda desteklediğim partide aranan kişi olduğumu eklemek isterim. Amedspor’a yönelik her ırkçı saldırıdan sonra telefonum çalmıştır. Kendi adıma, ben de buna karşı çıkmak için çok çaba harcadım.

YENİDEN AKTİF SİYASET VE HEDEP

Son dönemde desteklediğim partinin bazı kararlarına birçok partili dostum gibi benim de itirazlarım vardı. Kendi çapımda emek verdiğim komisyonun işleyişinde bazı aksamaları fark ediyordum. Buna dair çeşitli alanlarda kelam ettim. Ve itiraz etmek yerine, problemi çözen bir konumda olmak için tekrar HEDEP Parti Meclisi’ne ve sonrasında Merkez Yürütme Kurulu’na girdim. Girer girmez eski dönemde birlikte çalıştığım dostların yoğun ilgisiyle karşılaştım. Az bırakılan bir halktan gelen bir temsilci olarak, her kimlikten veya inançtan olan herkesle ortaklaşa sohbet edilebileceğini ve paylaşılacak birçok şey olduğunu tekrar gördüm. Bu durumun içinde olmayı çok değerli buluyorum. Halkların, inançların ve hatta inançsızların yan yana gelip farkındalıklarını birbirine aktarması ve birlikte mücadele etmesinden daha büyük bir zenginlik olamaz.

Baran’ın, Minas’ın, Roza’nın, Bahar’ın ve İrma’nın oturduğu masada, Ahmet Aslan’ın Meso parçası eşliğinde topik ve Dersim’in sarımsağından yapılan Babuko yerken yapılan sohbetlerin çok kıymetli olduğuna inanıyorum.

Siyaset, birbirini tanımak ve paylaşmak ile başlar. Politika, meclislerin birbirleriyle kurduğu yakınlıkla yapılmalıdır. Yeni dönem çalışmalarımda masanızda misafir olmaya, masamda misafir olmanıza talibim. Siyasetin şu anki haliyle devam etmemesi gerektiği ortada. O zaman siyaset nasıl olmalı sizce?

***

İKİNCİ YÜZYILDA CUMHURİYET

Öncelikle kimse kızmasın, birinci yüzyılında inşa edilen Cumhuriyetin bana (bizlere) borcu çok. Umarım önümüzdeki yüzyıl, Cumhuriyet tarihiyle yüzleşme, geçmişle hesaplaşma ve geleceğin inşası konularında önemli adımların atıldığı yıllar olur. Bu nedenle, Cumhuriyeti ezbere ve körü körüne savunmanın ya da hemen reddetmenin kimseye bir şey kazandırmayacağına inanıyorum. Bu anlamda, herkesin elini taşın altına koyması gerektiğinin tekrar hatırlaması şart.

Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.

QOSHE - Siyaset nasıl yapılmalı sizce? - Murad Mıhçı
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Siyaset nasıl yapılmalı sizce?

42 0
03.11.2023

’’Yok etmek sadece zorbaların ve cahillerin işidir. Bir insan zekasıyla yenemeyeceğini anladığı anda ya şiddete başvurur ya paranın gücüne. Birisi sizinle aynı fikirde değil diye onu yok edemezsiniz. Medeni ve erdem sahibi insanlar böyle yapmaz. Çok okuyan ve bilginin gücüne inanan her insan, sadece konuşma yolunu seçer. Sizden olmayanları yok etmek yerine, bilginin ve fikrin gücüyle, sizin gibi düşünmesini sağlamalısınız.''

George Orwell

Bu hafta siyaset anlayışım üzerine yazmaya karar verdim. Ütopyam olan siyaset tarzı üzerine yazacağım. Siyasetin asık suratlı halinin arttığı bir süreçten geçiyoruz. Halklar, siyasetin bugünkü somurtkan yüzünden dolayı siyasetçileri ve izdüşümü siyaseti sevmez oldu. Sistem partilerdeki siyasetçilerin davranış şekillerinden ve iktidar partisindeki siyasetçilerin güç zehirlenmesinden dolayı siyaset halklardan iyice koptu. Bana göre bu tarz siyasetin artık değişmesi lazım.

Siyaset yaparken karşılaştığım gülebileceğimiz ama zor koşullar nedeniyle gülemediğimiz kimi olayları hep yazmayı hayal etmişimdir, ancak memlekette gittikçe ağırlaşan atmosfer buna izin vermiyor. Ben de birkaç örnek vererek bazı deneyimlerimi paylaşmak ve bu örnekler üzerinden siyaset tarzımı anlatmak istedim.

SİYASETE BAŞLAYIŞIM

Günlerden bir gün babamın izniyle ÖDP Kadıköy üyesi oldum. Sol duyulu bir Ermeni’yseniz hemen bir sol yapıda siyaset yapmak kolay olmuyor. Hem itiraz edeceksin, hem Ermeni olacaksın, üstüne bir de Hıristiyan olacaksın. Kolay iş değildi. Üstelik 1980 sonrası aktif siyaset yapan pek fazla Ermeni genci yoktu. Yani bildiğimiz bir örnek de yoktu. İlk rol modellerim Masis Kürkçügil ve tabii aynı okul mezunu olduğum Hrant ahparig oldu. Hrant Enger (Yoldaş) demeliyim aslında. Hrant ahpariğin katledilmesinden sonra siyasete ilgi duyan arkadaşlarımızın çoğu ya yurt dışına gitti veya evlerine döndü.

ÖDP ve akabinde kısa bir EDP döneminden sonra, HDK fikriyatı ile tanıştım. Her zaman yerel siyaseti önemsemiş biri olarak, o dönemler Murad adı Türkiye’de çok kullanıldığı için pek de havalı bir Ermeni siyasetçi tarzım olamadı. Fakat solun belli kesimlerinde şakayla karışık “bizim gavurumuz” sözüyle de değer buldum desem yalan olmaz. Özellikle İstanbul’da bizlere yer vermek isteyen organizasyonlar için aranmaya başladığımda, ister istemez genel siyasetin de bir parçası olacağımı fark ettim.

HDK ve HDP ilçe yöneticiliği sonrasında HDP İstanbul İl yönetiminde görev aldığım zorlu bir sürece girdim. Kendi adıma en verimli olduğum dönemlerdi. İstanbul İl’de Basın Komisyon sözcülüğü yaptım. O günlerde parti içi basın komisyon çalışmalarında yer alan arkadaşlarım ve basın emekçisi arkadaşlarımla kurduğumuz dostluğu hala sürdürüyorum. Birlikte öğrenme çabasında olmak kalıcı dostlukları pekiştiriyor.

Bu süreçte HDP’deki ilk Belediye Meclis adaylığım beni toplum içinde tanınır hale getirdi.

Kadıköy Belediye Meclis adayı olduğumda ilçede önemli bir karar alındı: Adayların ana dillerinde pankart yapılacaktı. Bu, benim hayatımda yaşadığım en büyük deneyimdi.

Ermenice ve Türkçe olarak “Eşitlik, özgürlük ve demokrasi için oylar HDP’ye’’ sloganıyla benim adımı taşıyan pankartlar hazırlandı. Bu pankartlar Kadıköy’ün belli mahallelerine asıldı. Düşünsenize, muhtemelen böyle bir pankart belki de eski TİP döneminde asılmıştır ama ben böyle bir şeye şahit olmamıştım. Neredeyse 100 yıl sonra bir ilkti. Bu pankartların asılmasının ardından, beni çok etkileyen ve belki biraz trajik ama aynı zamanda komik durumlara şahit oldum.

Öncelikle, bu süreçte yaşadığım semtin mahallesindeki Ermeni kurumlarının yöneticilerinde bir tedirginlik vardı. Kurumlarımıza yakın yerlere asılan pankartların nasıl bir duruma evrileceğini bilemedikleri için bu alanlarda bulunan pankartlarla ilgili tedirginliklerini sitemleriyle belli ettiler. Bu durumu anlayan bir yerden bakınca, onların rahatlaması için kendi elimle bazı pankartları söküp........

© Artı Gerçek


Get it on Google Play