Geçen hafta yerel ya da merkezi idareler ile sanat ve sanatçı ilişkilerine dair bir yazı yazmış, devam edeceğini de not düşmüştük. Hafta içinde gelen mesajın, telefonun inanın haddi hesabı yok. Üzücü olan şu ki “telefonlar ve mesajlar “Ekrem Bey adımı vermezseniz memnun olurum!” cümleleri ile başlıyordu. Ne kadar üzücü değil mi? Ne kadar can yakıcı... Aslında bütün yazdıklarımın özeti bu kısacık cümlede “adımı vermezseniz memnun olurum!”

Yazımıza bir yanıt da “Aydınlık yazarının hedefinde Kaftancıoğlu var” başlığıyla OdaTv’den geldi. Ah be! İki gözüm OdaTv siz yazılanı ya tam okumadınız ya da okuduğunuzu tam anlayamadınız. Orada eleştiri sanatın, sanatçının duruşudur. “Bunu yapmayın n’olur, sanatın ve sanatçının öncü kanadını zedelemeyin, sanat cübbesini giydiyseniz düğmesini iliklemeyin.”derken burada özne, sanat cübbesini giyendir yani sanatçı. Sizin yüzünüzden dünya kadar zaman kaybettik OdaTv, bak kaç satır hebâ oldu (!) Kaybettiğimiz zaman da benim değil memleketin zamanı(!)

“Adımı vermeyin Ekrem Bey” diyen sanatçı dostlardan bahsetmiştim. Vermem tabii verir miyim? İktidarın da muhalefetin de nasıl cadı avına çıktığını bilmem mi? “Benim borazanım olmazsan sana hayat yok !” mantığını bütün ayrıntıları ile yaşamış bir sanatçı olarak düşünceye ve eyleme nasıl pranga vurulmaya çalışıldığını bilmem mi? Bunlarla mücadele etmenin nice dostlar, düşmanlar kazandırdığını bilmem mi? Adınızı vermem rahat olun ama siz de biraz kıpırdanın çünkü değiştirecek olan sizlersiniz, bizleriz. Korkmayın, kaldırın başlarınızı, sanatın öncü ruhunu sivilleştirin. Dayanın sistemin kapısına, gerekiyorsa yatın... Madem Brecht öyleyse Brecht gibi, madem Mahzuni öyleyse Mahzûni gibi, madem “Venseremos” öyleyse Viktor Jara gibi, Ruhi Su gibi!... Sanatın ve sanatçının değiştirme gücü devrimlerin katalizörüdür. Ama sanatın! Ama sanatçının!... Ajitatif, gerilim kurgulu çıkışlardan bahsetmiyorum, o ayrı ve bu toplumda çok da karşılığı olmayan bir kulvar. Bu işin tek yolu bordrolu ya da bordrosuz, amatör ya da profesyonel sanat emeğini özgürleştirmekten geçer. Çözümün A4 kâğıda imza toplamakla olmadığını yeterince tecrübe ettik, imza verdikten sonra “benim adım var mı?” didişmelerini bile çok yaşadık.

Tam da seçimlere giderken ısrarla söylüyorum; Yerel yönetimlerin sanat takımları sanatçılarla kurulur, bürokratlar ya da bürokratın ağzına bakan “sanatçılarla” ya da taşeron şirketlerle değil. Bugüne kadarki kadrolaşmalar muazzam bir tekel yaratmıştır. Milyon dolarlarla açıklayabileceğiniz rakkamlar dolaşıyor. “Benim istediğimi söyle seni ihyâ edeyim” anlayışı bütçede ciddi kara delikler yaratmıştır. Bu bütçe halkın bütçesidir, kimsenin babasının vâriyeti değil.

Edebiyat alanında da bu işin farklı bir tekelleşmesi ve israf kapısı yıllardır dikkatimi çeker.

Birçok belediye göreve geldiğinde mutlaka “Prestij Kitap” adı altında kitaplar bastırır. Öyle kitaplar ki; mutlaka kuşe kâğıt, tamamı renkli, “Hard Cover” denilen ciddi kalınlıkta kapaklı, ciltli ve çoğunluk yaldız kabartmalı gösterişli yayınlardan bahsediyorum. Hatta kutu içinde ortalama ağırlığı bir kiloyu aşanını dahi gördüm, kafana düşse beyin travması geçirirsin. Ne eline alıp okuyabilirsin ne yanına alıp götürebilirsin. Sahhaf dilinde “Şömine üstü” kitap diye adlandırılan bu yayınların bu günkü maliyetini merak edip, yayınevi sahibi bir dostumdan maliyet istedim. Taban maliyeti kitap başına 600 TL üstü sonsuz. Bu kitaplar hatırlı dostlara yazdırılır ve hatırlı seçmenlere de bedava verilir. En az 2000 adet de basılsa varın hesabını siz yapın.

Düşüncesine yakın belediye ya da bakanlık ile ilişkinizi sıcak tutup toplu kitap alımı sağlayan nice şair, yazar, edebiyatçı. “Başkanımmm! size bir söyleşi yapalım, ya da sanat yılı, yıldönümü falan ama benden 500 kitap alın artık!” kıyakları neredeyse vaka-i âdiyeden oldu. Kitabımı basın diye kapılara yatanlardan, bir adamını bulsak kulislerine varana kadar ortalık mahşer yeri gibi. Dedik ya memlekette işler tamamen tersine döndü. Sanatçı yerel ya da merkezi yönetimin kapısına yatmaz, yönetim erki sanatçıdan “bizim için bir çalışma yapar mısınız?” diye ricacı olur. Böylesine örnekler de var ama inanın bir elin parmaklarını geçmez.

Yerel ve merkezi yönetimlerin sanata ve sanatçıya yaklaşımı maalesef bu yörüngeden kurtulamıyor. Sanatı siyasetin arka bahçesi görmenin çürümesidir yaşananlar. Arka bahçeler öyle verimlidir ki, kimi seccade serer, kimi şarkı söyler, kimi Atatürk büstü diker. Çünkü bu kadar nobranlığın ve pervasızlığın altında yatan temel sebep; sanatın ve sanatçının öz güvensizliği ve “eyvallah” diyememesidir. Öyle bir yerel ve merkezi yönetim hayal ediyorum ki, sanatı ve sanatçıyı kapıkulu gibi görmeyen; öyle bir sanat ve sanatçı fotoğrafı hayal ediyorum ki, Şair Eşreflerin, Kazak Abdalların, Nef’ilerin, Nesimîlerin, Mansurların nefesini hissettiren.

Oğuz Aral bunun için Oğuz Aral’dır. Neden şimdi bir Gırgır Dergisi yok diye sorduğumda aldığım yanıt “kapatırlar hocam” oluyor. Gırgır az mı bâdire atlattı. Marko Paşa’nın başına bela gelmeyen yazarı çizeri yok gibi. Sabahattin Âli hayatıyla ödemiş bedeli. Dergi; Malûm Paşa, Öküz Mehmet Paşa, Yedi Sekiz Paşa, Hür Marko Paşa, Merhum Paşa diye sürekli adını değiştirmek zorunda kalmış... Bütçelerinizi oraya buraya dağıtacağınıza çıkartsanıza gerçek bir mizah dergisi. Vallâhi de billâhi de yaşanmış örnekleri ile bu konu haftaya da devam edecek! Ama biraz dikkatli okuyun beni de uğraştırmayın!

QOSHE - Adımı vermezseniz memnun olurum! - Ekrem Ataer
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Adımı vermezseniz memnun olurum!

23 19
08.02.2024

Geçen hafta yerel ya da merkezi idareler ile sanat ve sanatçı ilişkilerine dair bir yazı yazmış, devam edeceğini de not düşmüştük. Hafta içinde gelen mesajın, telefonun inanın haddi hesabı yok. Üzücü olan şu ki “telefonlar ve mesajlar “Ekrem Bey adımı vermezseniz memnun olurum!” cümleleri ile başlıyordu. Ne kadar üzücü değil mi? Ne kadar can yakıcı... Aslında bütün yazdıklarımın özeti bu kısacık cümlede “adımı vermezseniz memnun olurum!”

Yazımıza bir yanıt da “Aydınlık yazarının hedefinde Kaftancıoğlu var” başlığıyla OdaTv’den geldi. Ah be! İki gözüm OdaTv siz yazılanı ya tam okumadınız ya da okuduğunuzu tam anlayamadınız. Orada eleştiri sanatın, sanatçının duruşudur. “Bunu yapmayın n’olur, sanatın ve sanatçının öncü kanadını zedelemeyin, sanat cübbesini giydiyseniz düğmesini iliklemeyin.”derken burada özne, sanat cübbesini giyendir yani sanatçı. Sizin yüzünüzden dünya kadar zaman kaybettik OdaTv, bak kaç satır hebâ oldu (!) Kaybettiğimiz zaman da benim değil memleketin zamanı(!)

“Adımı vermeyin Ekrem Bey” diyen sanatçı dostlardan bahsetmiştim. Vermem tabii verir miyim? İktidarın da muhalefetin de nasıl cadı avına çıktığını bilmem mi? “Benim borazanım olmazsan sana hayat yok !” mantığını bütün ayrıntıları ile yaşamış bir sanatçı olarak düşünceye ve eyleme nasıl pranga vurulmaya çalışıldığını bilmem mi? Bunlarla mücadele etmenin nice dostlar, düşmanlar kazandırdığını bilmem mi? Adınızı vermem rahat olun ama siz de biraz kıpırdanın çünkü değiştirecek olan sizlersiniz, bizleriz. Korkmayın, kaldırın başlarınızı, sanatın öncü ruhunu sivilleştirin. Dayanın sistemin kapısına, gerekiyorsa yatın... Madem Brecht öyleyse Brecht gibi, madem Mahzuni öyleyse Mahzûni gibi, madem “Venseremos” öyleyse Viktor Jara gibi, Ruhi Su gibi!... Sanatın ve sanatçının değiştirme gücü........

© Aydınlık


Get it on Google Play