17-19 Kasım 2023 tarihlerinde yapılan “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Asya’da Devlet Birikimi” Uluslararası Çalıştayı’nda, “uygarlığın tetikleyicisinin yerleşiklik değil, göçebelik olduğu” fikri genel kabul gördü. Hâlbuki Batı, biz Asyalılara aksini telkin ediyordu; yani kendisi “deniz göçebeliği yaparak” uygarlaşmışken, bize de uygarlaşmak için “karada yerleşikliği” telkin ediyordu. Herkes bir şey üretir; ama üretilen şey, üretildiği yerde kalıyorsa bunun anlamı “fakirlik ve geri kalmışlık”tır; “üretim”ini dünyanın en uzak köşelerine taşıyabilen toplumlar, her zaman “zengin ve uygar” olmuşlardır. Denizde “göçebeleşme”nin yani denizcileşmenin, “anahtar” rolü, tam olarak buradadır.

Eski Mısır, Nil Nehri, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz kıyılarında; Mezopotamya ise Fırat/Dicle Nehirleri ile Basra Körfezi kıyılarında 20 milde bir tekrar sahile sığınmak zorunda kalan tekneleri sayesinde tarihin kendilerinden “uygarlık” olarak bahsetmelerini sağlamışlardır. Fenikeliler, tekneleriyle 80 millik sıçramalar yapmaya başlayınca, Asya’nın üretimi Batı Akdeniz’e de ulaştı. Eski Yunanlılar, Adalar (Ege) Denizi’ndeki adalar üzerinden sıçraya sıçraya yapılan deniz ticareti sayesinde biraz uygarlaşabildiler. Akdeniz’deki cılız ticaretin, Kartacalılar tarafından canlandırılması sayesinde Avrupa’nın ilkel dünyası bir miktar değişmeye başladı.

Anlayacağınız, okyanusların çevrelediği kıyıları boyunca vızır vızır işleyen ticareti ile uzak mesafelere erişebilen Asya, bu sayede büyük uygarlıklar kurarken; yarı-kapalı bir havzaya sıkışan Akdenizlilerin uygarlık adımları yavaş kalmıştı. Ta ki, 2.500 yıl önce, Arap ve Pers denizciler, Asya’nın en uzak köşelerindeki ürünleri, Kızıldeniz ve Basra Körfezi üzerinden Akdeniz’e çıkarıncaya kadar. Meşhur Kartacalılar, Mısır’ın Yunanlı Firavunları, Romalılar filan, “Akdeniz Havzası”nın kapalı deniz ticareti için birbirleriyle savaşıp durdular. Asya’nın yüksek uygarlığının ürettiklerini, Akdeniz içinde en fazla taşımayı başaran “devlet”ler, tarihte hep “yükselmiş uygarlık”lar olarak anıldılar. Hâlbuki, en yüksek uygarlıklar, hep Asya’nın uçsuz bucaksız okyanus kıyılarındaydılar.

Batı’nın göklere çıkardığı Eski Yunan’dan, Anaksimandros diye biri, Milattan Önce 500’lerde, Mısır üzerinden Asya’nın coğrafya, gök bilim, matematik, haritacılık birikiminden kopya çekip küre şeklinde bir dünya haritası çizdi diye Batı’nın “tarihin babası” unvanını verdiği Heredetos onunla alay etti. Yunanlılar ve Romalılar, bir başka Asya bilimlerinin kopyacısı Batlamyus’un Milattan Sonra 100’lü yıllarda çizdiği dünya haritasına kadar, dünyayı hep düz sandılar. Fakat Batlamyus, küre şeklinde çizdiği dünya haritasında inanılmaz bir hata yapmıştı: Batlamyus’a göre, “Hint Okyanusu, etrafı karalarla çevrili dev bir göldü ve başka denizlerle bir bağlantısı yoktu.” Bu bilimsel hata, Avrupalıları Asya denizlerinden uzun süre uzakta tuttu. Kilise bağnazlığının egemen olduğu Orta Çağ Avrupası’nda Asya’dan aşırılma bilgilerle hazırlanan Batlamyus’un hatalı coğrafya kitapları bile yok edilmiş, Avrupa’da bilim adına pek bir şey kalmamıştı.

İslamiyet doğduğunda, üretken Asyalıların malları, zaten “Hint Okyanusu’nu bir ticaret okyanusuna dönüştüren” yetenekli Asyalı denizciler tarafından Akdeniz’e taşınıyordu. Coğrafya, matematik, gök bilim, meteoroloji, denizcilik, haritacılık vs. gibi, bilim adına her şey, gelişmeye açık bir şekilde yalnızca Asya’daydı. İslam uygarlığı, Milattan Sonra 800’lerde “el-Me’mun” haritası olarak bilinen ve “Batlamyus”un kritik hatalarını düzelten bir dünya haritası çizdi. Bu haritaya göre, Hint Okyanusu, dev bir göl filan değildi ve tüm denizlerle bağlantısı vardı. Yalnız, “el-Me’mun” haritası da feci bir hata yapmıştı. Bu haritaya göre, okyanuslar iki katmanlıydı; dış katmanı fırtınalı, karanlık, suları kaynayan, canavarların bulunduğu bir alandı ve yaşamın sınırıydı. Bu hata, Asya’nın mahir denizcilerini Atlas Okyanusu’ndan uzak tuttu. Dünyanın en üstün teknolojilerine sahip bir deniz uygarlığının sahibi olan Asyalılar, “psikolojik” bir etkiyle kendi kendileri yavaşlatmışlardı. Orta Çağ’da, Asyalıların kendi okyanuslarında birer dev olduklarını özellikle yazdım. Çünkü, Doğu bilimini pratik yaşama uyarlayan Müslüman denizcilerin milattan sonra 800’lü yıllarda bile, Mozambik ile Endonezya arasında, uğraksız olarak 2.600 mil mesafeyi sorunsuzca kat edebilen ve vızır vızır çalışan gemileri vardı.

Hint Okyanusu’nda 2.600 mil mesafeyi gözü kapalı kat edebilen Asyalı denizciler, “psikolojik neden”den ötürü Atlas Okyanusu’ndan uzak dururken; Avrupalı denizciler de yanı başlarındaki Atlas Okyanusu’na çıkamıyorlardı. Sebebi, “teknolojik gerilik” idi. Doğu Roma (Bizans) İmparatoru’nun 1397 yılında Avrupa’ya elçi olarak gönderdiği Chrysoloras, İstanbul’dan Floransa’ya giderken yanında 1.200 yıllık Batlamyus eserlerini de götürdü. Fi tarihinin unutulmuş bilim adamı olan Batlamyus’tan çok etkilenen 15. yüzyıl Avrupası’nın denizcileri, Akdeniz ötesi dünya denizlerini zorlamanın yollarını aramaya başladılar. Fakat, Avrupalı denizcilerin 1400’lü yıllara kadar kullandıkları ilkel “barcas” tipi gemileri, kıyılardan en fazla 400 mil uzağa gitmelerine yetiyordu. İlk hareketlenme, 1400’lü yıllarda Portekiz’de yaşandı. “Yerleşik tarım toplumu” olmanın yoksulluk sebebi olduğunu anlayıp denizcileşmeye karar veren Portekizliler, Arap denizcilerden kopya çekerek eski tip Avrupa gemilerine göre yelken yüzeyi 2 kat artırılmış, Arap “Lateen” ve klasik kare yelken kombinasyonu ile rüzgâra karşı orsa seyir yapmayı kolaylaştıran “karavel” adı verilen yeni tipte okyanus gemileri inşa etmeye başladılar. Portekizliler, 1431’de 800 mil uzaklıktaki Azor Adaları’na ulaşarak ilk rekorlarını kırdılar. Uğraksız olarak 2.600 mil gidebilen Asyalı denizcilerin hâlâ çok uzağındaydılar. Portekizliler, 1434’te Lizbon’dan 880 mil uzaktaki Bojador Burnu’nun güneyine inmeyi başardılar. Denizcileştikçe teknolojisi gelişen, teknolojisi geliştikçe de denizcileşen Portekiz, sonunda şeytanın bacağını kırmış ve Asyalı denizciler gibi, okyanus denizcileri olmuşlardı. 1488’de Ümit Burnu’nu bulan Portekizliler, Batlamyus’un yanıldığını ve Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na geçilebileceğini anladılar. Portekizlilerin okyanus denizciliğindeki başarısı, İspanya’yı da harekete geçirdi ve onlar da “karavel” inşa etmeye başladılar. Fakat, bir Portekiz-İspanya savaşının yaşanmasını istemeyen Papalık, İspanya’nın, denizcilerini Afrika kıyılarına göndermesine izin vermeyince, İspanyol gemileri Atlas Okyanusu’nun batısını zorlamaya başladılar. 1492’de Cenovalı Kristof Kolomb, Atlas Okyanusu’nun batısında -İspanya adına bulduğu- kara parçalarının yeni bir kıta olduğunu, ömrü boyunca bilemedi. Orayı, ölene dek hep Hindistan sandı. Bunun sebebi, Avrupalıların gök bilim alanında “müthiş seviyede” geri olmalarıydı. Gök bilimi kullanarak daha 800’lü yıllarda, doğruya çok yakın mevki hesabı yapabilen Asyalıların yanında; Avrupalılar 1490’lı yıllarda bile boylam hesabı yapamıyorlardı. Asyalı denizciler, okyanusun ortasında yalnızca 3-5 millik hatalar yaparken Kristof Kolomb’un hatası 10.000 mil kadar olmuştu.

1490’lı yıllarda, geri teknolojisine rağmen yarı-kapalı Akdeniz hapishanesinin kilidini açmayı başaran Avrupa’nın, Sahra Altı Afrika ve Amerika kıtasının yerli halkını yağmalaması, beni hiçbir zaman şaşırtmamıştır. Çünkü, denizcilikleri sıfırdı, bu yüzden bir gram bile direnç gösteremediler. Şaşırtıcı olan, teknoloji devi Asya’nın 500 yıl içinde tüm okyanuslarını ve denizlerini kaybedip yağmacılar tarafından karaya itilmiş olmalarıydı. Demek ki, bir de olayın “güç birliği” yönü varmış. Anlayacağınız “yüksek teknoloji” avantajına rağmen Asya, yağmacıya karşı gücünü birleştirme başarısını gösteremediği için okyanuslarından ve denizlerinden karaya itilip sömürüldü. Kesin olan acı gerçeği söyleyeyim: Tekrar denizlere çıkmayıp “karaya itilmişliği devam ettiği” ve en önemlisi “gücünü birleştirmediği” sürece Asya, Batı okyanuslarından gelenlerin sömürüsüne hep katlanmak zorunda kalacaktır. Kimse kendini aldatmasın; karadan emperyalist Batı’ya bağırıp çağırarak Filistin’i ve diğer mazlum Asyalıları kurtaramazsınız. Yapılacaklar çok basit: Öncelikle “el-Me’mun” haritasının benzeri durumundaki günümüz “cesaretsizlik” modellemelerinin sunduğu “psikolojik, biz yapamayız” eşiği aşılacak, sonra denizlere çıkılacak ve denizleri ile okyanuslarından emperyalizmi temizlemek için tüm Asya, güç birliği yapacak, sonrası kolay… Son söz: “Teknolojik altyapı ve birikimimizle; Biz Asyalılar, bunu yaparız!”

QOSHE - Asya’nın denizci altyapısı - Halil Özsaraç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Asya’nın denizci altyapısı

20 13
02.12.2023

17-19 Kasım 2023 tarihlerinde yapılan “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılında Asya’da Devlet Birikimi” Uluslararası Çalıştayı’nda, “uygarlığın tetikleyicisinin yerleşiklik değil, göçebelik olduğu” fikri genel kabul gördü. Hâlbuki Batı, biz Asyalılara aksini telkin ediyordu; yani kendisi “deniz göçebeliği yaparak” uygarlaşmışken, bize de uygarlaşmak için “karada yerleşikliği” telkin ediyordu. Herkes bir şey üretir; ama üretilen şey, üretildiği yerde kalıyorsa bunun anlamı “fakirlik ve geri kalmışlık”tır; “üretim”ini dünyanın en uzak köşelerine taşıyabilen toplumlar, her zaman “zengin ve uygar” olmuşlardır. Denizde “göçebeleşme”nin yani denizcileşmenin, “anahtar” rolü, tam olarak buradadır.

Eski Mısır, Nil Nehri, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz kıyılarında; Mezopotamya ise Fırat/Dicle Nehirleri ile Basra Körfezi kıyılarında 20 milde bir tekrar sahile sığınmak zorunda kalan tekneleri sayesinde tarihin kendilerinden “uygarlık” olarak bahsetmelerini sağlamışlardır. Fenikeliler, tekneleriyle 80 millik sıçramalar yapmaya başlayınca, Asya’nın üretimi Batı Akdeniz’e de ulaştı. Eski Yunanlılar, Adalar (Ege) Denizi’ndeki adalar üzerinden sıçraya sıçraya yapılan deniz ticareti sayesinde biraz uygarlaşabildiler. Akdeniz’deki cılız ticaretin, Kartacalılar tarafından canlandırılması sayesinde Avrupa’nın ilkel dünyası bir miktar değişmeye başladı.

Anlayacağınız, okyanusların çevrelediği kıyıları boyunca vızır vızır işleyen ticareti ile uzak mesafelere erişebilen Asya, bu sayede büyük uygarlıklar kurarken; yarı-kapalı bir havzaya sıkışan Akdenizlilerin uygarlık adımları yavaş kalmıştı. Ta ki, 2.500 yıl önce, Arap ve Pers denizciler, Asya’nın en uzak köşelerindeki ürünleri, Kızıldeniz ve Basra Körfezi üzerinden Akdeniz’e çıkarıncaya kadar. Meşhur Kartacalılar, Mısır’ın Yunanlı Firavunları, Romalılar filan, “Akdeniz Havzası”nın kapalı deniz ticareti için birbirleriyle savaşıp durdular. Asya’nın yüksek uygarlığının ürettiklerini, Akdeniz içinde en fazla taşımayı başaran “devlet”ler, tarihte hep “yükselmiş uygarlık”lar olarak anıldılar. Hâlbuki, en yüksek uygarlıklar, hep Asya’nın uçsuz bucaksız okyanus kıyılarındaydılar.

Batı’nın göklere çıkardığı Eski Yunan’dan, Anaksimandros diye biri, Milattan Önce 500’lerde, Mısır üzerinden Asya’nın coğrafya, gök bilim, matematik, haritacılık birikiminden kopya çekip küre şeklinde bir dünya haritası çizdi diye Batı’nın “tarihin babası” unvanını verdiği Heredetos onunla alay etti. Yunanlılar ve Romalılar, bir başka Asya bilimlerinin kopyacısı Batlamyus’un Milattan Sonra 100’lü yıllarda çizdiği dünya haritasına kadar, dünyayı hep düz sandılar. Fakat Batlamyus, küre şeklinde çizdiği dünya haritasında inanılmaz bir hata yapmıştı: Batlamyus’a göre, “Hint Okyanusu, etrafı karalarla çevrili dev bir göldü ve başka denizlerle bir bağlantısı........

© Aydınlık


Get it on Google Play