İran İslam Devrimi karşısında çaresiz kalan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçmıştı. 15 yıl kadar Türkiye, Irak ve en son Fransa’da sürgün hayatı yaşayan Humeyni, İran’a dönünce, bu defa Şah için sürgün hayatı başlamıştı. İran’da uzun yıllar sürecek bir iç savaşı planlayan Batı emperyalizmi, bir karşı devrim lideri olarak -etinden sütünden- yararlanmayı düşündüğü Şah’a kol kanat germek niyetindeydi. Fakat Şah, son evre pankreas kanseri idi. Hastalığı süratli ilerleyen İran Şahı, 27 Temmuz 1979’da ölünce Batı emperyalizmi, B-Planı’nı yürürlüğe sokmak zorunda kaldı: Yani, İran-Irak Savaşı’nı…

Aynı ABD’nin gazına gelip Rusya ile yenileceği bir savaşa tutuşan günümüz Zelensky’si gibi, 1980’de ABD’nin “İran ile savaşırsan, desteklerim.” gazına inanma saflığına düşen Saddam, baskın tarzında bir taarruzla 22 Eylül 1980’de 8 yıl sürecek topyekûn bir savaşın fitilini ateşleyiverdi. Uzun süren ve 3 trilyon dolarlık bir savaş bütçesini gerektiren bu savaşın giderlerini karşılamak için İran da Irak da petrol arzını artırmak zorunda kalınca 1980-1988 yılları arasında emperyalizm, varili 15-20 dolardan petrol satın almanın keyfini sürdü. Anlayacağınız, 1 milyon 400 bin Asyalı asker, emperyalist Batı’ya ucuz petrol sunmak için -birbirleri ile- savaşarak ölmüştü. Vatanları için öldüklerini sanıyorlardı; hâlbuki, onların millî kaynaklarını ve emeklerini ucuza kapatmak isteyen emperyalizm tarafından, kasten savaştırılmışlardı. Özetlersek, koruyucu ve barışçı rolde bir tiyatro oyunu sahneleyen emperyalist Batı, petrol üreticisi iki Asya devletini birbirleri ile savaştırma başarısını gösterirken, savaşan veya savaşmayan tüm Asya petrol üreticilerinin en önemli gelir kaynaklarına çökmüşlerdi. Batı, “ölü” fiyatına kapattığı petrolü kullanarak gelirlerini katlarken; büyük ölçekli bir savaş ile kıvrandırılan Asya, stratejik ham maddesini bedavaya yakın bir fiyatla satmak zorunda bırakılmıştı.

Savaş, tüm hızıyla sürerken 1984’te deniz kuvveti bulunmayan Irak, savaş uçakları ile İran limanlarını kullanan petrol tankerlerine ateş açmaya başladı. Bunun üzerine zayıf İran Donanması, düşmanına silah ve para desteği veren Körfez devletlerinden petrol taşıyan tankerler dâhil tüm gemilere denizde denetim yapmaya çalıştı. Polisin ehliyet kontrolü yapması gibi bir şeydi aslında. Ancak petrol tankerleri, denetime direnince bazılarına ateş açılarak zor kullanıldı. Bunu, polisin kaçmaya çalışan otomobili ateş açarak durdurmaya çalışması gibi düşünebilirsiniz. Ama Irak’ın yaptığı pek öyle değildi ve doğrudan İran sularındaki gemilere, uçaklardan füze ve bomba saldırılarının yanı sıra, İran limanlarına taarruzi mayın döküşü yapıyordu. Basra Körfezi’nde 1984’ten önce de sivil gemiler, ateş altında kalıyorlardı; ama vurulan gemiler, tanker olmadıkları için Batı’nın umrunda bile değildi. Bedavaya yakın bir fiyatla petrol taşıyan 3-5 tanker, 1984’te vurulunca emperyalist Batı basını, -ayrımcı bir yaklaşımla, yani Irak’ın tanker saldırılarını görmezden gelerek- yalnızca İran’ı hedef alan büyük bir algı kampanyasını başlattı ve tüm dünyayı “tanker savaşları” yaygarası ile meşgul etti. Irak’ın tanker saldırılarını görmezden gelip İran’ı “günah keçisi” yapmanın altında yatan şey, savaşın İran lehine ilerlemesi ve bir şeyler yapılmazsa İran’ın savaşı kazanacak olmasıydı. Büyük bir açgözlülükle “bedavaya yakın bir fiyatla” petrol tedarikine devam etmek isteyen -yani, savaşın uzamasını isteyen- Batı, İran’ı “Tankerleri vuruyor(!)” bahanesiyle askerî olarak da sıkıştırmaya karar verdi. Hâlbuki, Hürmüz Boğazı’ndan Basra Körfezi’ne giren gemilerin yalnızca binde birine ateş açılmıştı ve yüzbinlerce tonluk tankerlere açılan ateş, o gemileri batırmaya değil; yalnızca denetim için durdurmaya yönelikti. Yolu Basra Körfezi’ne düşen her 1.000 gemiden birinin maruz kaldığı ve hemen hepsinin hafif hasarla atlattığı bu saldırılar, Basra Körfezi’ndeki deniz ulaştırmasını bırakın durdurmayı, yavaşlatmamıştı bile; ama Batı’nın “tanker savaşları” yaygarası efsaneydi. 1984’te savaşı kazanmak üzere iken İran, Batı devletlerinin yaygara ile başlatılıp ABD’nin öncülüğünde harekete geçen emperyalist güç birliğinin kademelendirilmiş askerî harekâtları ile âdeta ezildi. Sonuç olarak, emperyalist Batı’nın düşük ölçekli askerî müdahaleleriyle 8 yıl sürmesi sağlanan İran-Irak Savaşı’nda, -Irak savaş uçaklarının 1984’te Kharg Adası’nda petrol dolumu yaparken batırdığı 2 orta tonajlı petrol tankerini saymazsak- tek bir tanker bile batmamıştı. 20-30 tankerde hafif hasara yol açacak şekilde hafif saldırılar yapan İran’a askerî müdahaleler yapan Batı ise, 1980-1988 İran-Irak Savaşı’nın tek kazananı olmuştu. Asya, bir kere daha tezgâha getirilmişti.

Emperyalist Batı, 40 yıl önce sergilediği bu tezgâhın bir benzerini, geçen haftadan itibaren gösterime soktu. “Kızıldeniz’de ticaret gemilerine yapılan Husi saldırıları, dünya deniz taşımacılığının Süveyş rotalarını kullanmasını engelliyor…” yaygaraları, dünya basınında boy boy gösterime girdi. Anlayacağınız Batı, Asya’yı yine aptal yerine koyabileceğini hesaplıyor. Batı emperyalizminin bu tür propagandalarını, sorgulamadan doğru kabul etme hatasına -sakın ha- düşmeyin. Buraya kadar yazdıklarımdan son söyleyeceğimi anlamışsınızdır: “Ben 2023 sonunda çevrilen bu filmin aynısını, 1980-1988 arasında görmüştüm.” Asyalıların üretim gücüne -yine- çökmeye çalışan bu “ölüm kokulu” oyunu bozmak için resmi, “emperyalizmin sunum ve yorumlarından arındırmak”, yani gerçeğe dönüştürmek gerekir. Haftaya, emperyalizmin Kızıldeniz’de çekmeye başladığı bu “sinema filmi”nin senaryosunu masaya yatıracağız; yani resmi “gerçekçileştireceğiz”.

QOSHE - Batı Asya denizlerindeki emperyalist oyunlar-1 - Halil Özsaraç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Batı Asya denizlerindeki emperyalist oyunlar-1

13 1
30.12.2023

İran İslam Devrimi karşısında çaresiz kalan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, 16 Ocak 1979’da İran’dan kaçmıştı. 15 yıl kadar Türkiye, Irak ve en son Fransa’da sürgün hayatı yaşayan Humeyni, İran’a dönünce, bu defa Şah için sürgün hayatı başlamıştı. İran’da uzun yıllar sürecek bir iç savaşı planlayan Batı emperyalizmi, bir karşı devrim lideri olarak -etinden sütünden- yararlanmayı düşündüğü Şah’a kol kanat germek niyetindeydi. Fakat Şah, son evre pankreas kanseri idi. Hastalığı süratli ilerleyen İran Şahı, 27 Temmuz 1979’da ölünce Batı emperyalizmi, B-Planı’nı yürürlüğe sokmak zorunda kaldı: Yani, İran-Irak Savaşı’nı…

Aynı ABD’nin gazına gelip Rusya ile yenileceği bir savaşa tutuşan günümüz Zelensky’si gibi, 1980’de ABD’nin “İran ile savaşırsan, desteklerim.” gazına inanma saflığına düşen Saddam, baskın tarzında bir taarruzla 22 Eylül 1980’de 8 yıl sürecek topyekûn bir savaşın fitilini ateşleyiverdi. Uzun süren ve 3 trilyon dolarlık bir savaş bütçesini gerektiren bu savaşın giderlerini karşılamak için İran da Irak da petrol arzını artırmak zorunda kalınca 1980-1988 yılları arasında emperyalizm, varili 15-20 dolardan petrol satın almanın keyfini sürdü. Anlayacağınız, 1 milyon 400 bin Asyalı asker, emperyalist Batı’ya ucuz petrol sunmak için -birbirleri ile- savaşarak ölmüştü. Vatanları için öldüklerini sanıyorlardı; hâlbuki, onların millî kaynaklarını ve emeklerini ucuza kapatmak isteyen emperyalizm tarafından, kasten savaştırılmışlardı. Özetlersek, koruyucu ve barışçı rolde bir tiyatro oyunu sahneleyen emperyalist Batı, petrol üreticisi iki Asya devletini birbirleri ile savaştırma başarısını gösterirken, savaşan veya savaşmayan tüm Asya petrol üreticilerinin en önemli gelir kaynaklarına çökmüşlerdi. Batı, “ölü” fiyatına kapattığı petrolü kullanarak gelirlerini katlarken; büyük ölçekli bir savaş ile kıvrandırılan Asya, stratejik ham maddesini bedavaya yakın........

© Aydınlık


Get it on Google Play