Biyografik filmlerin, ele aldığı karakterin tüm yaşamını tüm ayrıntılarıyla birebir yansıtmak ve hatta gerçeğe yüzde 100 bağlı kalmak gibi bir iddiası yoktur elbette. Önemli olan, seyirciye bir portre sunmak, düşünsel ve duygusal bütünlük oluşturmak, geride bırakılan izleri yorumlamak, en nihayetinde de bir anma gerçekleştirmektir. Tarih, Cem Karaca’nın yakın geçmişimizin en özgün ve protest sanatçılarından biri olduğunu yazıyor, kararlı ve yaratıcı kişiliğine vurgu yapıyor, çocukluğumuza ve gençliğimize damga vuran şarkılarını işaret ediyor. Bu açılardan bakıldığında “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filminin genel olarak gerçeklere bağlı kaldığını, iyi bir portre çalışması olduğunu ve Karaca’nın kişiliğine saygıda kusur edilmediğini söylemek mümkün.

Sanatçı anne-babasının da etkisiyle ilkokul yıllarından itibaren müzik ve sahneye tutku besleyen, özellikle babasının sanatın dışında yollar çizmek istemesine rağmen müziğe giderek dört elle sarılan bir Cem Karaca var filmin ilk bölümünde. İlk isyan, babaya karşı. Mehmet Karaca, sırf oğlunun “iyiliği” için sahne aldığı konserin para verdiği bir grup serseri tarafından basılmasını sağlıyor, bir an önce askere gitsin diye birkaç günlük evli Cem’i ihbar ediyor vs. Bir baba-oğul çatışması ekseninde ilerleyecek gibi görünen öykü, anne Toto Karaca’nın yumuşak yaklaşımının da etkisiyle başka yaşam mecralarına dümen kırıyor, baba-oğul ilişkisi ilerleyen yıllarda normale dönüyor.

Askerdeyken Anadolu’yu tanıması, İstanbul dışında da bir yaşam ve kültürün olduğunu fark etmesiyle birlikte bilinen Cem Karaca kişiliği, “Anadolu Rock” ekseninde oluşmaya başlıyor. Evlilikleri, 1960-70’li yıllar Türkiye’sindeki antiemperyalist sol düşünceden etkilenmesi, “Sanatçıyız biz sanatçı kalalım, sola sağa bulaşmayalım” diyen grup arkadaşlarıyla yolların ayrılması, 1 Mayıs marşı dahil o çok ünlü şarkılarının ortaya çıkışı, 12 Mart ve 12 Eylül dönemleri, kaotik siyasi ortamdan uzaklaşmak için kendi isteğiyle gittiği Almanya’da sürgün hayatı yaşayıp Türk vatandaşlığından çıkarılması ve ülkeye geri dönüş çabası filmin belli başlı dönüm noktalarını oluşturuyor.

Yönetmen Yüksel Aksu, “bir çiviyi çakar gibi”, kendisinin de iyi bildiği bir siyasi iklimi ve bu iklim içinde halkına sorumlu olmayı amaç edinen muhalif bir sanatçının yükselişini başarıyla anlatmış. Filmin ilk 10-15 dakikasında biraz dağınıkmış izlenimi veren senaryo giderek derlenip toparlanıyor ve dört dörtlük bir Cem Karaca’ya saygı gösterisine dönüşüyor. Özellikle de Cem Karaca’nın memleket sevdasından asla vazgeçmemesi, “Umudu kesme yurdundan” tavrı, çok iyi vurgulanmış.

Bunda, başroldeki İsmail Hacıoğlu’nun olağanüstü performansının da etkisi büyük kuşkusuz. Hacıoğlu hakkında ne söylesem, övgü olur; “Moğollar”ın gitaristi Taner Öngür’ün dediği gibi, “içine Cem Karaca kaçmış sanki”. Ermeni kimliğine nedense hiç vurgu yapılmayan anne Toto Karaca’yı canlandıran Yasemin Yalçın da çok başarılı. İlk duyulduğunda ister istemez soru ve ünlem işaretleri uyandıran iki isim de rollerinin hakkını alkışlanacak düzeyde vermiş durumda.

Gerçek yaşam öyküsüyle karşılaştırıldığında, “Cem Karaca’nın Gözyaşları”nda kimi kesitlerin atlanmasından, kimi ayrıntılara değinilmemesinden dem vurulabilir ve filmde pek çok “eksik” saptanabilir. Ama dediğim gibi, Yüksel Aksu, Cem Karaca’nın “asıl özelliklerini” anlatmış, büyük bir sanatçının “büyük resmini” çizmiş. Yine de kendi adıma, Cem Karaca’nın Almanya’daki müzik çalışmalarına da biraz yer verilse (ki Cem Kaya “Aşk, Mark ve Ölüm” belgeselinde çok güzel anlatır bu dönemi), “Şeyh Ahmet Yesevi’nin yaktığı ateş / Ateş değil şerbet iç dolu dolu” dönemine de değinilse, “Bu yaz yine güneydeydiniz / Bol rakı güneş ve deniz / Her şey bir harikaydı / Ancak yerli halkı beğenmediniz / Vallahi hiç değişmemişsiniz” diye seslendiği liberal aydın takımıyla çelişkilerine de girilseydi, ne güzel olurdu demekten geri durmuyorum.

Müslüm Gürses’in, Bergen’in, Dilberay’ınkinden sonra Cem Karaca’nın öyküsü de dört dörtlük biçimde beyazperdede. Sinemalarımızda bugün gösterime giren filmi mutlaka seyretmenizi öneriyorum.

QOSHE - ‘Benim de şu cihandan gidişim…’ - Tunca Arslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Benim de şu cihandan gidişim…’

25 11
26.01.2024

Biyografik filmlerin, ele aldığı karakterin tüm yaşamını tüm ayrıntılarıyla birebir yansıtmak ve hatta gerçeğe yüzde 100 bağlı kalmak gibi bir iddiası yoktur elbette. Önemli olan, seyirciye bir portre sunmak, düşünsel ve duygusal bütünlük oluşturmak, geride bırakılan izleri yorumlamak, en nihayetinde de bir anma gerçekleştirmektir. Tarih, Cem Karaca’nın yakın geçmişimizin en özgün ve protest sanatçılarından biri olduğunu yazıyor, kararlı ve yaratıcı kişiliğine vurgu yapıyor, çocukluğumuza ve gençliğimize damga vuran şarkılarını işaret ediyor. Bu açılardan bakıldığında “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filminin genel olarak gerçeklere bağlı kaldığını, iyi bir portre çalışması olduğunu ve Karaca’nın kişiliğine saygıda kusur edilmediğini söylemek mümkün.

Sanatçı anne-babasının da etkisiyle ilkokul yıllarından itibaren müzik ve sahneye tutku besleyen, özellikle babasının sanatın dışında yollar çizmek istemesine rağmen müziğe giderek dört elle sarılan bir Cem Karaca var filmin ilk bölümünde. İlk isyan, babaya karşı. Mehmet Karaca, sırf oğlunun “iyiliği” için sahne aldığı konserin para verdiği bir grup serseri tarafından basılmasını sağlıyor, bir an önce askere gitsin diye birkaç günlük evli Cem’i ihbar ediyor vs. Bir baba-oğul çatışması ekseninde ilerleyecek gibi görünen öykü, anne Toto Karaca’nın yumuşak yaklaşımının da etkisiyle başka yaşam mecralarına........

© Aydınlık


Get it on Google Play