Son yıllarda ağırlıkla 1970'lerdeki devrimci hareketler içerisinde yer almış kişilerin yazdığı, yayınladığı anı türünden kitaplar bir hayli arttı. Sadece çokluğu nedeniyle değil biraz da memleketten uzak olmam sebebiyle olsa gerek bu kitapları yeterince takip edemiyorum.

Bu "geçmiş" merakı elbette yersiz değil. Ancak yine de okuyabildiklerim kadarından hareketle bazı kitaplarda gördüğüm sorunlara kısaca değinmek istiyorum. Kaçınılmaz olarak bu anılar bugünden geçmişe bakmanın eseri. Bu yüzden gerçeği aktarma başlığında zaaflı olmaları da hayatın sabiti. Çünkü sonuçta herkes hatırladığı ya da anımsamak istediklerini o da olabildiği ölçüde yazıyor. Bir de editörlerin elinde yazılanların şu ya da bu gerekçeyle yazarının tanıyamayacağı hale gelmesi var.

Ancak asıl sorun, bugünü konuşamayanlar için geçmiş üzerine yapılan bu zihin antrenmanlarının bir tür rahatlama aralığı olarak görülmesi. Bence bu durumun hiçbir sakıncası yok. Fakat bu kaçamak hâli dünyayı değiştirme arayışının yerine geçmemeli. İnsanın asli etkinliğine dönüştüğü takdirde en iyimser ihtimalle nostaljiye gark olmaktan başka bir sonuca yol açmaz. Hem de geçmişi unutulmaktan kurtarabilecek yegane şey bugün eylemektir.

Kardelen Mevsimi

Neyse bu kadar tıraş yeter asıl meseleye gelelim. Bugün size Canan Ketenoğlu'nun yazdığı Kardelen Mevsimi isimli anı kitabından bahsetmek istiyorum. Bu kitabın yukarıda söz ettiklerimden bazı ayrıksı özellikleri var. İlki bir kadın tarafından kaleme alınması. Malum 80 öncesi ile ilgili anıların çoğu erkeklere ait. İkincisi Hacettepe Tıp öğrencisi ve sonradan ruh hekimi olan biri tarafından yazılması. Ankara açısından ağırlıkla Siyasal ve ODTÜ kökenli kişilerden böyle şeyler okumak mümkünken bu kez başka bir okul.

"İç savaş" sürecini hastaneden ölenler, yaralananlar, çalışanlar boyutuyla izlemek de farklı. Bir de anlatımda Ketenoğlu'nun kendi kişisel ayrılık süreciyle geçmişi anımsama hâlini kaynaştırması söz konusu. Bu yazar açısından bir tür terapi uğraşıyken aynı zamanda anlatımı da yalınkat olmaktan uzaklaştırıyor.

Geleceğimiz olan gençlere...

Yazar kitapla ilgili "Geleceğimiz olan gençlere olan borcumuzu, yaşanmışlıklarımızı en yalın hâliyle aktararak ödeyebiliriz diye düşünüyorum. 1980 öncesi yaşadıklarımı da bunun için kaleme aldım." diyor. Anlatımında da bu çizgiden saptığı söylenemez. TC destekli sivil faşist saldırıların hedefindeki öğrenciler, toplum bütün bu zulmün arasından nasıl umudu büyütebilirim diye uğraşıyorduysa bunun yansımalarını kitapta görmek mümkün. Bu dönemin mücadele insanlarının ruh halini sanırım en iyi yansıtan ifadelerden biri "tarihi yazıyor" hissi içinde olmaları olsa gerek. Mesela Canan Hanım'ın katıldığı ilk eylem geçenlerde ölen, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Ankara'ya gelişinin protestosu olmuş. 78 Kuşağı diye anılan gençlerin çoğu en azından o süreçte basit hesaplara sapmayan, ölümüne devrimci mücadelede yer almış insanlar. Sıradan kaygılara ayıracak zaman da yok. Nitekim üniversitede sınıfta kalmanın değil hayatta kalmanın asıl dert olduğu bir süreç.

Şimdi maalesef Türkiye toplumu fazlasıyla tarihi yazma-değiştirme duygusundan uzaklaştığı gibi güya bu durumu dönüştürmek için politika yapanlar da işi şov ve pragmatizme indirgeyerek kolay ve kısa olduğunu sandıkları çıkışı olmayan labirentlere saptılar...

Korsan 1 Mayıs

Kitapta beni etkileyen sahnelerden biri, korsan 1 Mayıs kutlaması sonrası jandarmadan kaçan gençlere kapılarını açıp, onlara kendi kıyafetlerini giydirip, sonrası bebeklerini de kucaklarına verip kuşatmadan kurtulmalarını sağlayan halkımız oldu. Elbette zaman ve yaptıkları insanları değiştiriyor. Umut olunabildiği ölçüde yine değişecekler.

Belli bir yaşın üstünde olan insanlar için sanırım 1980 öncesiyle ilgili bilinmeyen şey azdır. Daha doğrusu bildiğimizi sandığımız gibi yeni kuşaklar da sanki aynı tecrübelere sahipmişçesine onların da malumat sahibi olduğunu varsayıyoruz. Ben en azından yazarken çoğu zaman bu histen çok uzakta davranmadığımı bu kitabı okurken gördüm. Tabii ki bu bir yanılgı.

Ketenoğlu kitabında gençlere hitap etmesi nedeniyle olsa gerek "iç savaş" süreciyle ilgili Ankara ve Türkiye'nin genelinde olanları özetleyebilecek nitelikte bir çok bilgiye yer veriyor. Bunların arasında TC'nin darbeyle birlikte ne kadar acımasızlaşabileceğinin işaretleri de var. Örneğin 12 Haziran 1980 gecesi İnciraltı Yurdu'nda halay çeken öğrencileri jandarmanın katletmesi gibi.

Ne Çorum'u bırak ne Fatsa'yı ne de Sivas'ı...

Bir diğer dikkatimi çeken başlıksa Fatsa Operasyonu ile ilgili bir bilgi oldu. Kitaptan aktarayım "Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Çorum konusunda bilgi soran gazetecilere: “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın.” diyordu. Fatsa için operasyon tarihi belirlenmişti: 9 Temmuz 1980. Hürriyet gazetesi o gün yapılmayan operasyonun haberini “Fatsa’da Nokta Operasyonu” manşetiyle veriyordu: “İki astsubayın özel görevle gittikleri Fatsa’da Dev-Yol militanlarınca kaçırıldığı haberi üzerine Mekanize birlik ilçeyi kuşattı...”

Elbette bu paragraf üzerine bile çok şey söylemek mümkün. Birincisi TC ve basının Fatsa Nokta Operasyonu denilen devrimci hareketi yok etme sürecinde ortak olması. Hürriyet'in henüz gerçekleşmemiş saldırıyı yanlışlıkla önceden haber yapması bunun açık kanıtı. Zira operasyon 11 Temmuz'da başlayacaktı. Tabii ki şimdiki yandaş basının yanında o zamanın Hürriyet'i bile masum kalır.

İkincisi TC ve uzantısı sivil faşist hareket Çorum'da katliam yapmakta direniş nedeniyle yeterince başarılı olamamıştı. Fakat 12 Eylül'ü hazırlama-yoklama planı devam etmeliydi. Bunun sonucu olarak "başka bir yaşam" umudunu simgeleyen Fatsa'ya saldırılmalıydı. Şimdilerde güya "diyalektik" değerlendirmeler adına badem gözlüye dönüştürülen Demirel'in katillerin, işkencecilerin açıktan azmettiricisi, koruyucusu olması da gözden kaçmıyor. Bugün entelektüellik zehabıyla rahat rahat geviş getirenler bu canilerin eliyle can veren insanların ve onların yakınları adına bu katilleri ve yönlendirenleri ılımlılaştırma/sevdirme/ affetme hakkına nerden sahip oluyorlar?

Peki unutanlara sorayım: Cumhurbaşkanı Demirel Sivas Katliamı'nda (2 Temmuz 1993) neredeydi? Olay sonrası söylediklerinden aslında kimin yanında olduğu açıktan belli: "Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır..."

Elbette insanlar yaşamları boyunca sabit kalmazlar, isteseler de kalamazlar. Ancak aldıkları can, yaptıkları işkence zamanda sabittir, kolay kolay silinemez. Bunları affetmek kişilerin tasarrufunda değildir. TC memuru katilleri ılımlılaştırmak bugünkü işlenen benzer suçları da kabullenmeyi kolaylaştırıyor. Bu girdaptan bir çıkış olacaksa bu affetmekle değil ancak toplumsal hesaplaşmayla olur...

* Başlık Turgut Uyar'ın Geyikli Gece şiirinden bir dize. Ketenoğlu da bu şiirden bir bölümü kitabında kullanmış.

(AS/AS )

QOSHE - "Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza"* - Aykan Sever
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

"Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza"*

20 1
24.02.2024

Son yıllarda ağırlıkla 1970'lerdeki devrimci hareketler içerisinde yer almış kişilerin yazdığı, yayınladığı anı türünden kitaplar bir hayli arttı. Sadece çokluğu nedeniyle değil biraz da memleketten uzak olmam sebebiyle olsa gerek bu kitapları yeterince takip edemiyorum.

Bu "geçmiş" merakı elbette yersiz değil. Ancak yine de okuyabildiklerim kadarından hareketle bazı kitaplarda gördüğüm sorunlara kısaca değinmek istiyorum. Kaçınılmaz olarak bu anılar bugünden geçmişe bakmanın eseri. Bu yüzden gerçeği aktarma başlığında zaaflı olmaları da hayatın sabiti. Çünkü sonuçta herkes hatırladığı ya da anımsamak istediklerini o da olabildiği ölçüde yazıyor. Bir de editörlerin elinde yazılanların şu ya da bu gerekçeyle yazarının tanıyamayacağı hale gelmesi var.

Ancak asıl sorun, bugünü konuşamayanlar için geçmiş üzerine yapılan bu zihin antrenmanlarının bir tür rahatlama aralığı olarak görülmesi. Bence bu durumun hiçbir sakıncası yok. Fakat bu kaçamak hâli dünyayı değiştirme arayışının yerine geçmemeli. İnsanın asli etkinliğine dönüştüğü takdirde en iyimser ihtimalle nostaljiye gark olmaktan başka bir sonuca yol açmaz. Hem de geçmişi unutulmaktan kurtarabilecek yegane şey bugün eylemektir.

Kardelen Mevsimi

Neyse bu kadar tıraş yeter asıl meseleye gelelim. Bugün size Canan Ketenoğlu'nun yazdığı Kardelen Mevsimi isimli anı kitabından bahsetmek istiyorum. Bu kitabın yukarıda söz ettiklerimden bazı ayrıksı özellikleri var. İlki bir kadın tarafından kaleme alınması. Malum 80 öncesi ile ilgili anıların çoğu erkeklere ait. İkincisi Hacettepe Tıp öğrencisi ve sonradan ruh hekimi olan biri tarafından yazılması. Ankara açısından ağırlıkla Siyasal ve ODTÜ kökenli kişilerden böyle şeyler okumak mümkünken bu kez başka bir okul.

"İç savaş" sürecini hastaneden ölenler, yaralananlar, çalışanlar boyutuyla izlemek de farklı. Bir de anlatımda Ketenoğlu'nun kendi kişisel ayrılık süreciyle geçmişi anımsama hâlini kaynaştırması söz konusu. Bu yazar açısından bir tür terapi uğraşıyken aynı zamanda anlatımı da yalınkat olmaktan uzaklaştırıyor.

Geleceğimiz olan gençlere...

Yazar kitapla ilgili "Geleceğimiz olan gençlere olan borcumuzu, yaşanmışlıklarımızı en yalın hâliyle aktararak ödeyebiliriz diye düşünüyorum. 1980 öncesi yaşadıklarımı da bunun için kaleme........

© Bianet


Get it on Google Play