“Doğmamış Oğluma Mektuplar”, “Anne Olmadan Anlayanlar”, “İyi Anne Yoktur” ve daha birçokları yıllardır yazmayı tasarladığım ve neden çocuk yapmanın yanlış olduğu kanısına vardığımı anlattığım kitabımın hayali başlıklarıydı.

Yıllar içinde, hayatın çeşitli sürpriz ve müdahaleleriyle geciken bu kitap projem yaşım ilerledikçe kişisel hikayemi paylaşmaya dair artan isteksizliğim ve kişiselin toplumsal karşısında gözümde önemini giderek yitirmesiyle süresiz bir biçimde ertelendi.

Eğer Türkçede birkaç çeviri dışında üremeyi etiğin konusu haline getiren yayınlar olsaydı, ben de bu konuda daha az yalnız hisseder ve düşüncelerimi paylaşmayı gerekli bulmazdım.

Çocuk yapmamayı tercih eden birçok insan elbette ki var, fakat bunların büyük bir kısmı, en azından birkaçı dışında üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulanlar değil, kendi yaşam tarzı tercihleri doğrultusunda üremeyi tercih etmeyen insanlar.

Böyle bir sorumluluğu taşımak istemeyenler, özgür yaşamak isteyenler, iyi bir ebeveyn olamayacağını öngörebilenler…

Çocuksuz olmak konusunda kesişsek de neden çocuksuz olduğumuz konusunda kesişmiyoruz. Aslında üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulduğu için üremeyen herkesle de kesiştiğimiz söylenemez. Bir insan üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulabilir, fakat aynı zamanda hali hazırda bir çocuk doğurma ve büyütme arzusu da duymayabilir.

Özgürlüğünün kısıtlanmasını istemeyebilir ve aynı zamanda doğurmanın yanlış bir eylem olduğunu da düşünebilir. Gezegenin taşıma kapasitesini aştığını, kaynakların hepimize yetmediğini, çocuk doğurmanın karbon ayak izinin de yapabileceğimiz her şeyden daha fazla olduğunun farkında olabilir.

Bunu istatistiklerle kanıtlayamayacak olsam da çocuksuz kadınlar arasında küçük bir kümede olduğumu tahmin ediyorum.

Hayatımın birçok döneminde doğurmayı düşündüm ve istedim. Çocuk doğurmak için en azından toplumsal düzeyde kabul gören asgari koşulları yetişkin hayatımın büyük bir bölümünde sağlıyordum.

Kazasız bir şekilde 38 yaşıma geldiğimde artık çocuk yapmanın ahlaki açıdan sorunlu olduğuna inancım tamdı fakat çocuk büyütme fikrimden (koruyucu aile ya da evlat edinme yoluyla) vazgeçmemiştim. 38 yaşımda meme kanseri tanısı aldım ve gen mutasyonum olduğunu öğrendim.

Bugün kırk iki yaşımdayım, üç senedir memelerim, rahmim ve yumurtalıklarım yok. Dolayısıyla artık kazara ya da bilinçli bir şekilde hamile kalmam mümkün değil.

Üzerine yıllarca ve yeterince düşündüğüm bir konu olduğu için, çocuk yapmamış olmanın pişmanlığını yaşamıyorum. Yüzde 50 ihtimalle ona da aktarabileceğim bir gen mutasyonuyla -bunu önceleri bilmesem de- doğurmayı seçmediğim için mutluyum. Seçmedim ama her zaman doğurmak istedim.

Üstelik her zaman bir oğlum olacağını düşündüm. Onunla yapacaklarımızı hayal ettim. Amerikalı yazar ve düşünür Emerson’ın “Özgüven” makalesinde insanlara kendi kararlarını vermelerini, kendi olma cesareti göstermelerini öğütlerken erkek çocuklarının aldırmazlığından, verdikleri bağımsız kararlardan bahsettiği bölümü okur, oğlumun da kendinden emin, kimselere özenmeyen biri olacağını düşünürdüm.

Anne olmak isteyen ya da olan bazı insanların da aksine insanların da hayvanların da hamilelik sürecini, sonucundan bağımsız çok etkileyici ve romantik buluyorum. Ama aynı zamanda içimi derin bir hüzün de kaplıyor.

Torunlarını kucağına aldıklarında mutluluktan ağlayan anneannelerin aksine ben arkadaşlarımın yenidoğan çocuklarına dokunduğumda onu bekleyen kalp ağrılarından ne kadar da bihaber olduğunu düşündüğüm için ağlıyorum. Evet, biliyorum, hayatta güzel şeyler de var. Ama oğlumu riske atmamayı tercih ederim.

Birçok defosu olan bir türün mensubu olarak taammüden zarar vermekten imtina etmenin asgari sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Matta 10:16’da geçen “Dikkat edin, sizi kurtların arasına koyun olarak gönderiyorum” cümlesi beni her zaman çok etkiler.

Tekinsiz, öngörülemez, vahşi ve kayıtsız dünyaya, doğduğunda bir kuzu kadar masum ve savunmasız, en nihayetinde kim olursa olsun benim için dünyanın en kıymetli varlığı olacak kişiyi getirmek, şu andaki çocuksuz yaşamımda en sevdiğim kişiyi, yani kendimi ateşlere attıktan sonra biraz da kaynar suya batırıp, bir uçurumdan aşağı fırlatmaya benziyor.

Zira başına gelebilecek birçok felaketi engelleme gücüne sahip değilim. Ne gibi felaketlerle karşılaşıp karşılaşmayacağını öngöremem.

Hiçbir felakete uğramadan yaşamı nihayete erecek de olsa, önce doğum travmasının kendisiyle, büyüdükçe ölümün fikriyle sonra da kaçınılmaz olarak kendisiyle yüzleşecek.

Bu fikirlere sahip olan bir kişinin genelde çok kötü şeyler yaşamış olduğu ve çeşitli travmalardan dolayı giderek karamsarlaştığı varsayılıyor.

Büyük travmalar yaşamış olmak da çocuk doğurmaktan imtina etmek için geçerli bir sebep olabilirdi fakat en azından benim için geçerli değil. Birçok açıdan oldukça ayrıcalıklı bir hayatım oldu. En azından şu noktaya kadar yaşadığım güzel şeyler ve kötü şeyleri ölçme imkanımız olsa, güzel şeylerin ağır basacağına kuşkum yok. Her halükarda koşulların bu kararda hiçbir rol oynamaması gerektiğini düşünüyorum.

Sanılanın aksine, ebeveyn olmuş bazı insanlar da bu sonuçlara varıyor ve çocuklarını her şeyden çok sevmelerine rağmen, kendileri için değilse bile çocukları için onları dünyaya hiç getirmemiş olmanın daha iyi olabileceğini düşünüyorlar. Çünkü olmayanlar için mahrumiyet yoktur.

Peki insanlar neden çocuk yapıyor? Çocukları, çocukluğu, annem ve babamla ilişkimden dolayı ebeveyn-çocuk ilişkisini çok önemsediğim için her şeye rağmen insanların çocuk yapmayı sürdürmeleri beni şaşırtmıyor. Fakat veriler en azından çocuk yapmadan önce kararlarını rasyonel bir zemine oturtmaya zaman ayıran insanların kararlarında gözettiklerinin çocuk olmadığını açıkça gösteriyor.

1970’li yıllarda içinde Türkiye’nin de bulunduğu dokuz ülkede yapılan, çocuğa atfedilen değerle ilgili bir çalışmada üç farklı değer ölçeğine rastlanıyor.

Ekonomik/faydacı, psikolojik ve sosyal/geleneksel değerler. Ekonomik değer, çocukların aileye yapacağı maddi katkıları ve ebeveynler yaşlandığında onlara sigorta rolü üstleneceklerine dair inanca dayanıyor.

Psikolojik değer, çocuk sahibi olmanın getireceği haz, keyif, sevgi ve gurur gibi hislerin tecrübesini içeriyor. Sosyal/geleneksel değer ise erkek çocuk tercihi, soyadının devam etmesi, çocuk sahibi olmanın ebeveynlere sağlayacağı sosyal kabul gibi gerekçelerden oluşuyor (Ayçiçeği-Dinn&Kağıtçıbaşı, 2010).

1998 yılında doğal yollarla ve tüp bebek tedavisi sonucunda çocuk sahibi olan kadınların çocuk sahibi olma motivasyonlarının araştırıldığı bir çalışmaya göre, annelerin birincil motivasyonu çocukla kurulacak ilişkinin getireceği mutluluk. Mutluluğu çocuğun aileye sağlayacağı olumlu etkilerin artırması beklenen iyi oluş takip ediyor.

Kişinin kimliğini pekiştirmesi ve yetişkin konumuna erişmek istemesi üçüncü neden. Dördüncü neden, anneliğin kişiye sağlayacağı yaşam doyumu.

Beşincisi vekaleten ölümsüzlük olarak da adlandırabileceğimiz, çocukların kişi öldükten sonra sağlayacağı devamlılık algısı. Sonuncu neden ise çiftin dışındaki kişiler tarafından direkt ya da dolaylı olarak hissettirilen çocuk sahibi olma yönündeki sosyal baskı.

2000 yılında çocuk bekleyen, doğal yollardan çocuk sahibi olamayan ve tüp bebek tedavisi için ya da sperm donörü için başvuran üç grup çift üzerinde yapılan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre ise, hali hazırda çocuk bekleyen çiftlerin çocuk sahibi olmak istemesinin nedenleri önem sırasına göre “sevmek”, “haz”, “ikimizden bir parça”, “hayattaki en değerli şey”, “sevilmek” olarak sıralanıyor.

Tüp bebek tedavisi için başvuran çiftler ise nedenlerinin “haz”, “ikimizden bir parça”, “sevmek”, “bizi aile yapacak şey”, “sevilmek” olduğunu belirtiyorlar.

Sperm donörü için başvuran çiftler de benzer nedenlerden söz ederken, bunlara ek olarak “bir çocuğa iyi bir yuva” sağlamak olarak farklı bir motivasyon da sayıyorlar. 2005 yılında yayımlanan, çocuksuz çiftlere kadınlar ve erkeklere ayrı ayrı yapılan anketler sonucunda ulaşılan verilere göre aile ismini (soyadını) sürdürmek, biyolojik dürtüler, çocuğun ilişkiye iyi gelecek olması, eğlence gibi nedenler bireylerin çocuk yapma eğilimleri altında yatan nedenlerden bazıları olarak belirleniyor.

Dolayısıyla, çoğunluğun çocuk yapma nedenleri kendileriyle ilgili. Yani, çocuk araçsallaştırılıyor. Sevmek için, sevilmek için, mutlu olmak için, aile olmak için, ilişkiyi güçlendirmek için bir araç haline geliyor. Buna bir istisna “bir çocuğa iyi bir yuva sağlamak” olabilir fakat zaten bu motivasyonun kendisinde mantıksal bir hata var.

Nitekim yuva sağlama arzusu koruyucu aile olarak ya da evlat edinerek giderilebilir fakat olmayan bir ihtiyacı yaratıp sonra da onu karşılamak biraz ebeveyn yoluyla Munchausen Sendromu’na (Munchausen by proxy) benziyor.

Bu durumda eylemlerini meşrulaştırmaya zorlananların çocuk yapmayanlar değil, çocuk yapanlar olduğunu düşünüyorum.

Tabii çocuk yapmanın ahlaki açıdan kabul edilebilir olduğunu düşünenler diğer çocuk yapma motivasyonları arasında ahlaki bir hiyerarşi kurabilirler.

Örneğin görümcemden önce ben doğurmalıyım motivasyonuyla yapılan çocukla sevmek için yapılan çocuğun hayatıyla ilgili öngörülerde bulunabilirler.

Fakat bunlar sadece öngörüdür. Hayatımızdaki en değerli varlık adına her şeyi göze alabilir miyiz gerçekten?

Not: Antinatalizmin (doğum karşıtı felsefenin) daha ayrıntılı bir tartışması için bu yazımı okuyabilirsiniz.

(CÖÖ/EMK)

1 H. Colpin, A. de Munter & L. Vandemeulebroecke (1998) “Parenthood motives in IVF-mothers”, Journal of Psychosomatic Obstetrics & Gynecology, 19:1, 19-27

2 Langdridge, D., Connolly, K., & Sheeran, P. (2000). “Reasons for wanting a child: A network analytic study”, Journal of Reproductive and Infant Psychology, 18(4), 321–338.

3 D. Langdridge , P. Sheeran & K. Connolly (2005) “Understanding the reasons for parenthood”, Journal of Reproductive and Infant Psychology, 23:2, 121-133

QOSHE - Neden çocuk yapmıyorsun? - Cansu Özge Özmen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Neden çocuk yapmıyorsun?

8 0
17.02.2024

“Doğmamış Oğluma Mektuplar”, “Anne Olmadan Anlayanlar”, “İyi Anne Yoktur” ve daha birçokları yıllardır yazmayı tasarladığım ve neden çocuk yapmanın yanlış olduğu kanısına vardığımı anlattığım kitabımın hayali başlıklarıydı.

Yıllar içinde, hayatın çeşitli sürpriz ve müdahaleleriyle geciken bu kitap projem yaşım ilerledikçe kişisel hikayemi paylaşmaya dair artan isteksizliğim ve kişiselin toplumsal karşısında gözümde önemini giderek yitirmesiyle süresiz bir biçimde ertelendi.

Eğer Türkçede birkaç çeviri dışında üremeyi etiğin konusu haline getiren yayınlar olsaydı, ben de bu konuda daha az yalnız hisseder ve düşüncelerimi paylaşmayı gerekli bulmazdım.

Çocuk yapmamayı tercih eden birçok insan elbette ki var, fakat bunların büyük bir kısmı, en azından birkaçı dışında üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulanlar değil, kendi yaşam tarzı tercihleri doğrultusunda üremeyi tercih etmeyen insanlar.

Böyle bir sorumluluğu taşımak istemeyenler, özgür yaşamak isteyenler, iyi bir ebeveyn olamayacağını öngörebilenler…

Çocuksuz olmak konusunda kesişsek de neden çocuksuz olduğumuz konusunda kesişmiyoruz. Aslında üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulduğu için üremeyen herkesle de kesiştiğimiz söylenemez. Bir insan üremeyi ahlaki açıdan sorunlu bulabilir, fakat aynı zamanda hali hazırda bir çocuk doğurma ve büyütme arzusu da duymayabilir.

Özgürlüğünün kısıtlanmasını istemeyebilir ve aynı zamanda doğurmanın yanlış bir eylem olduğunu da düşünebilir. Gezegenin taşıma kapasitesini aştığını, kaynakların hepimize yetmediğini, çocuk doğurmanın karbon ayak izinin de yapabileceğimiz her şeyden daha fazla olduğunun farkında olabilir.

Bunu istatistiklerle kanıtlayamayacak olsam da çocuksuz kadınlar arasında küçük bir kümede olduğumu tahmin ediyorum.

Hayatımın birçok döneminde doğurmayı düşündüm ve istedim. Çocuk doğurmak için en azından toplumsal düzeyde kabul gören asgari koşulları yetişkin hayatımın büyük bir bölümünde sağlıyordum.

Kazasız bir şekilde 38 yaşıma geldiğimde artık çocuk yapmanın ahlaki açıdan sorunlu olduğuna inancım tamdı fakat çocuk büyütme fikrimden (koruyucu aile ya da evlat edinme yoluyla) vazgeçmemiştim. 38 yaşımda meme kanseri tanısı aldım ve gen mutasyonum olduğunu öğrendim.

Bugün kırk iki yaşımdayım, üç senedir memelerim, rahmim ve yumurtalıklarım yok. Dolayısıyla artık kazara ya da bilinçli bir şekilde hamile kalmam mümkün değil.

Üzerine yıllarca ve yeterince düşündüğüm bir konu olduğu için, çocuk yapmamış olmanın pişmanlığını yaşamıyorum. Yüzde 50 ihtimalle ona da aktarabileceğim bir gen mutasyonuyla -bunu önceleri bilmesem de- doğurmayı seçmediğim için mutluyum. Seçmedim ama her zaman doğurmak istedim.

Üstelik her zaman bir oğlum olacağını düşündüm. Onunla yapacaklarımızı hayal ettim. Amerikalı yazar ve düşünür Emerson’ın “Özgüven” makalesinde insanlara kendi kararlarını vermelerini, kendi olma cesareti göstermelerini öğütlerken erkek çocuklarının aldırmazlığından, verdikleri bağımsız kararlardan bahsettiği bölümü okur, oğlumun da kendinden emin, kimselere özenmeyen biri olacağını düşünürdüm.

Anne olmak isteyen ya da olan bazı insanların da aksine insanların da hayvanların da hamilelik sürecini, sonucundan bağımsız çok etkileyici ve romantik buluyorum. Ama aynı zamanda içimi derin bir hüzün de kaplıyor.

Torunlarını........

© Bianet


Get it on Google Play