“Hiçbir şey seni gerçeğe ulaştıramaz Hansel, geride bıraktığın ekmek kırıntıları bile…”

Yazar Melih Günaydın’ın “Buzlar Çözülünce” isimli kitabında yer alan bu cümle, bir bakıma sadece kitabın değil, hayatın da bir mottosu gibi.

Okurken, polis teşkilatı içindeki eril yapıya tanık olduğunuz kadar kadın bir polisin indigo oğlu ile birlikte hayata tutunma, onunla yol alırken mesleğini yapma gücüne, kararlılığına da hayret ediyorsunuz.

Günaydın, ilk romanı “Sürgün Avı”nın ardından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan eşcinsel cinayetini çözmeye kararlı kıdemli polis Defne’nin hikayesine odaklandığı “Buzlar Çözülünce” isimli kitabıyla yeniden okurla buluştu.

Polisiye romana ilginin arttığını söylemek zor değil, bunu son dönemdeki dizilere konu olması ve çok sayıdaki yeni romandan fark ediyoruz.

Yazar Günaydın da bu konuda benzer düşünüyor ve polisiye türünde yazan yeni romancılar göreceğimizi söylüyor.

“Polisiye, toplumsal meselelere duyarlılık kazandırabilir ve farkındalık yaratabilir” diyen Günaydın’ın bir eleştirisi de farklı kimliklere saygı duymayanlara:

“Erkek egemen bir toplum içindeyiz, farklı cinsel kimliklere saygı duymayan yönetenlerin açıklamalarına her gün maruz kalıyoruz. Gözümü kapasam hakaretleri duyuyorum.”

Eşcinsellerin yaşadığı sorunlar edebiyatta pek gündemleştirilmiyor, sizin aklınıza nereden geldi?

Polisiye edebiyatı sadece suç anlatısıyla sınırlı olmamalı düşüncesindeyim. Polisiye, toplumsal meselelere duyarlılık kazandırabilir ve farkındalık yaratabilir.

Toplumdaki ayrımcılığa ve sessizliğe karşı durabiliriz. Tabii ki her yazarın böyle bir sorumluluğu olmayabilir, fakat bu konuda duyarlılık göstermek önemlidir. Hikâye anlatırken, okuru toplumsal gerçeklerle yüzleştirmeye çalışmalıyız.

Dikkat ettim, bir detay olarak değil de bir konu olarak karşımızda duran bir gerçek var: Emniyet, travesti cinayetlerini ve erkek şiddetini çözmede ayrımcı tavırlara girebiliyor. Siz bu bakış açısını kitaba yansıtmaya nasıl karar verdiniz?

Emniyet güçlerinin içinde muhalif bazı kimseler olsa da çoğunluğunda hükümetçi bir yönelim söz konusu.

Mevcut hükümetin toplumu birbirinden ayrıştıran meselelere yaklaşımını göz önünde bulundurunca bunu romana aktarırken karar aşamasında güçlük çekmedim.

Çünkü erkek egemen bir toplum içindeyiz, farklı cinsel kimliklere saygı duymayan yönetenlerin açıklamalarına her gün maruz kalıyoruz. Gözümü kapasam hakaretleri duyuyorum. Kulağımı tıkasam şiddeti görüyorum. Bilmiyormuş gibi yapmayı da erdemli bir insan olarak kabul etmiyorum.

Kitap için ne kadar zaman çalıştınız? Göçmenlerle konuştunuz mu?

"Buzlar Çözülünce" iki senelik bir çalışma sonucunda ortaya çıktı. Bu süreçte elbette göçmenlerle yapılan mülakatları, bu meseleleri merkeze alan akademik çalışmaları inceledim. Türkiye’deki kaynaklar dışında yurtdışında kayda alınmış belgeselleri ve haberleri de okudum. Göçmenlerle birebir görüşmelerim de oldu, yakından da gözlemledim.

Polisiyeye ilgi yoğun, siz bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?

Aslında ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Belli bir okur kitlesinin ötesine ulaşabilen iki üç yazar dışında kimse yok gibi görünüyor. Belki bunda, alanını korumak isteyen çok bilindik, ezberlenmiş isimlerin de payı olabilir.

Ama yakında yeni yazarların ya da polisiye yazmaya heveslilerin, kıyıda köşede kalmış nitelikli işlerin ortaya çıkacağı bir platform göreceğiz. Şimdi sürprizini kaçırmak istemiyorum, yakında hep birlikte tanık oluruz.

Güzel işler yapıldı mı, evet. Daha iyisi olabilir miydi? Elbette olabilirdi. Bizim polisiyemiz var mı? Evet, polisiyemiz var!

Denk geldiği için soruyorum. Kanal D'de Yılmaz Erdoğan'ın dizi fragmanını gördünüz mü? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Dizilerle faillerin aklandığını veya şiddetin yeniden üretildiğini düşünüyor musunuz?

Fragmanı gördüm ve bu konuda elbette endişelerim var. Dizilerin veya filmlerin şiddeti normalleştirme veya suçluları romantize etmeye çalışan eylemlerde bulunması doğru değil. Amaç ve sonuç ne olursa olsun, toplum üzerinde etkisi büyük olan medyanın sorumluluk taşıması gerektiğine inanıyorum.

Son olarak başka romanlarınızı okuyacak mıyız yakın zamanda?

1974 Dünya Kupasında gerçekleşen bir cinayeti aydınlatmaya çalışan sıra dışı bir özel dedektifin hikâyesiyle ilgili çatıyı oluşturdum. Ve bu serüveni günümüz Türkiyesinden değil 2006 yılından izleyeceğiz.(EMK/AÖ)

QOSHE - Hiçbir şey seni gerçeğe ulaştıramaz Hansel… - Evrim Kepenek
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hiçbir şey seni gerçeğe ulaştıramaz Hansel…

17 0
20.01.2024

“Hiçbir şey seni gerçeğe ulaştıramaz Hansel, geride bıraktığın ekmek kırıntıları bile…”

Yazar Melih Günaydın’ın “Buzlar Çözülünce” isimli kitabında yer alan bu cümle, bir bakıma sadece kitabın değil, hayatın da bir mottosu gibi.

Okurken, polis teşkilatı içindeki eril yapıya tanık olduğunuz kadar kadın bir polisin indigo oğlu ile birlikte hayata tutunma, onunla yol alırken mesleğini yapma gücüne, kararlılığına da hayret ediyorsunuz.

Günaydın, ilk romanı “Sürgün Avı”nın ardından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan eşcinsel cinayetini çözmeye kararlı kıdemli polis Defne’nin hikayesine odaklandığı “Buzlar Çözülünce” isimli kitabıyla yeniden okurla buluştu.

Polisiye romana ilginin arttığını söylemek zor değil, bunu son dönemdeki dizilere konu olması ve çok sayıdaki yeni romandan fark ediyoruz.

Yazar Günaydın da bu konuda benzer düşünüyor ve polisiye türünde yazan yeni romancılar göreceğimizi söylüyor.

“Polisiye, toplumsal meselelere duyarlılık kazandırabilir ve farkındalık yaratabilir” diyen Günaydın’ın bir eleştirisi de farklı kimliklere saygı duymayanlara:

“Erkek egemen bir toplum içindeyiz, farklı cinsel kimliklere saygı duymayan yönetenlerin açıklamalarına her gün maruz kalıyoruz. Gözümü kapasam hakaretleri duyuyorum.”

Eşcinsellerin yaşadığı sorunlar edebiyatta pek gündemleştirilmiyor, sizin aklınıza nereden geldi?

Polisiye edebiyatı sadece suç anlatısıyla sınırlı olmamalı düşüncesindeyim.........

© Bianet


Get it on Google Play