Severiz. Seviliriz. Ekmek gibi su gibi olduğu düşünülür sevginin. Doğrudur bir bakıma. Hayat, bir bakıma sevginin etlendirilip estetize edilmesidir. Hayatın ana taşıyıcısı sevgidir denebilir. Ana direği bir bakıma. İnsana, doğanın içinde, doğanın bir meyvesi olduğunu belki de en çok sevgi anlatır.

Sevginin ne denli yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu, her birimiz yalnızca severek anlayabiliriz, o nedenle tıpkı ölüm gibi olduğu söylenebilir: anlaşılmaz, yaşanır; anlaşılmaz, çünkü daha çok hislerle duyumsanarak yaşantılanır. Sevdiğimiz birini kaybedince kalbimizin sızlaması, eksilmemiz bundandır.

Hayatta sevginin yerini tutacak hiçbir şey yoktur. Belki de bunun en güzel örneklerinden birini İmparator Hadrinanus, sevgilisi Antinous’un ölümünden sonra söylediği düşünülen şu sözlerinde görürüz: “İnsan dostluğunun dingin keyifleri benim için yok artık; insanlar beni artık sevemeyecek kadar be­ğeniyor ve saygı duyuyorlar.”

Sevgi iyileştiricidir. Ne sevgiye ne de sevgiliye doyulur. Sevgimizin yöneldiği varlıkla birlikte hem biz hem de evren değişir. Sevmek, bu bakımdan devrimci bir eylemdir. Amor vincit omnia (Aşk (sevgi) her şeye kadirdir.) sözü, bu nedenle bir özdeyişe dönüşür.

Sevgi, hislerle ilgili olduğundan yalnızca insana özgü değildir. Canlılığa içkindir. İnsan, canlı olmaklığının ayırdına severek varır. İnsan olmaklığını ise severek ifa eder. İnsan severek kendi varoluşunu gerçekleştirir. Sevgi, ilişkideki özneleri, varlıkları yeniden yaratır. Sevgiyle dokunulanın bir başka şeye dönüşüvermesinin nedeni bundandır.

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” diyen Wittgenstein, olgunluk döneminde iletişimin birtakım dil oyunlarıyla gerçekleştiğini ifade eder. Değilse, birbirini anlamanın yani iletişimin mümkün olmadığını savlar.

Kültür alanının içinde varlık bulduğun dil ya da anlam dünyasında bunlar olup biter. Dil, dünyaya, yaşama koşut yeni bir evren yaratır. Dil, insan ile insanda kültürel bir ürün ya da varlık olarak yaşar.

Dilin kodları vardır; eşdeyişle iletişim kanalları, normları. Dil, doğayla insan arasındaki perde; insan, dil dolayımıyla doğaya temas edebilir; bu, dolaylı bir temastır, ilişkidir. Zihin dünyasında anlamlandırdığı, kavramlaştırdığı kültür, doğayı olduğu gibi görmesine, hissetmesine de manidir. İnsan, canlılığı yanında kültürel bir varlıktır artık.

Sevgi, kültürel bir varlık olarak insanın kolayca anlamlandırabildiği bir “şey” değildir.

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler

Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Hayali’nin sözleri sevgi bağlamında insan için de geçerlidir. Sevgi, bir duygu olarak da bir değer olarak da düşünülür, yaşanır. Bu anlamıyla yalnızca insanlara özgü olmadığı söylenebilir.

Sevgi, bir olgu. Muradımız, sevgiyi aramak, sevginin izdüşümlerine bakmak, felsefi iletişim açısından sevginin ontolojisini yapmak, iz sürmek, yolumuz kılmak.

Sevgi, Türkçe sözlükte şu şekilde tanımlanıyor: İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu. Eksik bir tanım. Çünkü insan dışındaki varlıklar da seviyor. Hem bir nesneyi hem de bir canlı varlığı.

Hayata özel bir ilgiyle dokunuş olan sevginin öznesini de nesnesini de dönüştürücü bir işlevi var. Dönüştürücü işlevi nedeniyle sevgi, Hayatı estetize ederek anlamlı kılan bir ilişkinin oksijenidir.

Sevgi, varlık kazandığı ilişkiye rengini verir. Sevgi, sevginin/ilişkinin taraflarını geri götürülemez biçimde dönüştürür. Sevginin, insanın duygusal ve düşünsel yanlarını birleştiren ve onu içinde bulunduğu evrenle hemhal hale getiren bir güç olduğu söylenebilir.

Seven, severek kendini de sevdiğini de sevenlerin karşılaştığı yeri haneye dönüştürüp renklendirir. Sevgi, güven yaratır. Sevgi, barıştır. Sevgi, varlığın üzerindeki örtüyü alır.

Onun güneşle temasını sağlar. Sevgi, bir tür teslimiyettir. Sevgi, doğanın dilidir. Onu var eden güvendir. Sevgi, doğaya teslim olmak, yaşamı hissetmektir çünkü insan, bir kültür varlığı olmaktan önce doğanın bir parçası, öğesidir. Bu nedenle sevgi, insanda ya da insanın doğasında var olan bir şeydir. Bu doğasallığı nedeniyle sevgi, yaşama arzusunun gürleyip çağlamasıdır. Bir tür taşmadır. Katharikliği bundadır.

Mademki sevgi doğamızda o halde sevginin açığa çıkmasının ya da yaşanmasının da kendiliğinden olması beklenir. Öyle mi? hepimiz seviyor muyuz? Sevgiyi öğreniyor muyuz? Sahi, sevgiyi öğrenmek ne demek? İnsan, kültürel varlığa dönüştükçe melezleşir.

Bu melezleşme, insanı trajik bir varlığa dönüştürür. İnsan kültürle harmanlansa da artık doğal olmasa da daha çok doğaya aittir, o halde sevgi ya da doğa her birimize içkindir. Bu nedenle sevgi, kültürün kendine boyamaya ya da kültürleştirmeye çalıştığı bir varlık olduğu kadar kültür-dışıdır da.

Canlılığa içkindir. Kültürle perdelenir. Onun dilini öğrendikçe -ki bu öğrenme insanın güven içinde nefes almasıyla olanaklıdır. Sevginin güvene içkinliği, onu, canlılığa, yaşama bağlar. Bu nedenle barışla ilişkidir, bir diğer deyişle sevgi barışın cansuyudur.

Sevginin güvenle olan ilişkisi, sevginin doğanın dil oyunları üzerinden canlılığın ruhu olduğu, canlılığın dili olduğu ve içinde su damlası olan her varlığın bu dili anladığı savlanabilir.

Yaşamın DNA’sı sevgidir de denebilir. Kavramlarımızın temelinde ona yönelme, onu hissetme vardır. Sevgi, hissin nesnesine yönelmesini, düşünmenin nesnesini var etmesini sağlar.

Sevgi, bir bakış olarak düştüğü, dokunduğu varlığı ve bağlamını dönüştürücü işleve sahiptir. Sevgiye hepimiz sahibiz. Hepimiz sevgiliyiz. Kültür, onu belli formlara sokar. Formlara soktukça da doğaya içkinliği perdelenir. O, özü itibariyle çıplaktır. Çıplaklığı güvene içkinliğindendir. Sevgi, nesnesini yaratır. Sevgi üretir.

Sevgi, yaşamı var eden o su damlasıdır. Halesi içine aldığı bağlamı yaşamın zırhıyla sarıp sarmalar. Yaşamın ana rahmidir. Yaşamı sevgi doğurur. Sevgi, doğanın uyumasında perdesizce görünür hale gelir. Sevgi; kültürle kasılan, yeni hatlar kazanan yüzümüzün, kültürün çekildiği anlarda güven, korku, uyku, arzu, coşku gibi durumlarda görünür hale gelerek kendi doğasının ne kadar temelli olduğunu gösterir.

Sevgiyi arar, ona ihtiyaç duyarız. Sevginin ne olduğu, bağlamıyla ele alınabilir. Felsefi iletişim ile sevgiyi bağlamıyla ele alarak yaşamımızın üzerinde varlık kazandığı kurucu kavramları açık ve seçik biçimde yontmak, oynadığımız dil oyunlarını içselleştirmek imkanı veriyor. Bu imkana hayat verdikçe daha çok hissediyor, arzuluyor, seviyor, barış talep ediyor, üreterek, çoğaltarak yaşıyoruz: seviyoruz.

(MVB/EMK)

QOSHE - Sevgi üzerine - Metin V. Bayrak
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sevgi üzerine

15 0
25.11.2023

Severiz. Seviliriz. Ekmek gibi su gibi olduğu düşünülür sevginin. Doğrudur bir bakıma. Hayat, bir bakıma sevginin etlendirilip estetize edilmesidir. Hayatın ana taşıyıcısı sevgidir denebilir. Ana direği bir bakıma. İnsana, doğanın içinde, doğanın bir meyvesi olduğunu belki de en çok sevgi anlatır.

Sevginin ne denli yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu, her birimiz yalnızca severek anlayabiliriz, o nedenle tıpkı ölüm gibi olduğu söylenebilir: anlaşılmaz, yaşanır; anlaşılmaz, çünkü daha çok hislerle duyumsanarak yaşantılanır. Sevdiğimiz birini kaybedince kalbimizin sızlaması, eksilmemiz bundandır.

Hayatta sevginin yerini tutacak hiçbir şey yoktur. Belki de bunun en güzel örneklerinden birini İmparator Hadrinanus, sevgilisi Antinous’un ölümünden sonra söylediği düşünülen şu sözlerinde görürüz: “İnsan dostluğunun dingin keyifleri benim için yok artık; insanlar beni artık sevemeyecek kadar be­ğeniyor ve saygı duyuyorlar.”

Sevgi iyileştiricidir. Ne sevgiye ne de sevgiliye doyulur. Sevgimizin yöneldiği varlıkla birlikte hem biz hem de evren değişir. Sevmek, bu bakımdan devrimci bir eylemdir. Amor vincit omnia (Aşk (sevgi) her şeye kadirdir.) sözü, bu nedenle bir özdeyişe dönüşür.

Sevgi, hislerle ilgili olduğundan yalnızca insana özgü değildir. Canlılığa içkindir. İnsan, canlı olmaklığının ayırdına severek varır. İnsan olmaklığını ise severek ifa eder. İnsan severek kendi varoluşunu gerçekleştirir. Sevgi, ilişkideki özneleri, varlıkları yeniden yaratır. Sevgiyle dokunulanın bir başka şeye dönüşüvermesinin nedeni bundandır.

“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” diyen Wittgenstein, olgunluk döneminde iletişimin birtakım dil oyunlarıyla gerçekleştiğini ifade eder. Değilse, birbirini anlamanın yani iletişimin mümkün olmadığını savlar.

Kültür alanının içinde varlık bulduğun dil ya da anlam dünyasında bunlar olup biter. Dil, dünyaya, yaşama koşut yeni bir evren yaratır. Dil, insan ile insanda kültürel bir ürün ya da varlık olarak yaşar.

Dilin kodları vardır; eşdeyişle iletişim kanalları, normları. Dil, doğayla insan arasındaki perde; insan, dil dolayımıyla doğaya temas edebilir; bu, dolaylı bir temastır, ilişkidir. Zihin dünyasında anlamlandırdığı, kavramlaştırdığı........

© Bianet


Get it on Google Play