Üzerinden daha bir yıl geçmeden yeniden sandığa gittiğimiz bugünlerde aklıma uzun yıllar önce okuduğum bir roman takıldı: Görmek.

Nobel ödüllü usta edebiyatçı José Saramago’nun elinden çıkmış olması kadar, demokrasilerde seçmenin oy hakkını merkezine alan konusuyla tam da bu günlerde okunacak ve üzerine uzun uzun düşünülecek bir kitap.

Daha önce Saramago okumayanlar için en baştan bir uyarıda bulunayım; Saramago’nun hiç paragrafsız, düz yazı gibi görünen kitapları gözünüzü korkutabilir ama korkmayın. Saramago’nun sisteme olan isyanının belki de kişisel bir yansıması olarak eserlerinde, nokta ve virgül dışında hiç noktalama işareti (ne bir soru ne de bir tırnak işareti) kullanmayışı yüzünden pek çok okur zorlanıyor.

Ancak bilin ki, o dümdüz gibi görünen satırların aralarında sıradanmış gibi görünen kahramanlar, monolog gibi görünen diyalogların içeriğinde de çok anlamlı konuşmalar ve olağanüstü olaylar var. Kendinize biraz zaman tanıyın; pes etmez de ilk yirmi-otuz sayfayı aşarsanız yazarın yanıtını aradığı sorunun büyüsüne kapılacak ve açıkça söyleyeyim finalde çok daha büyük sorularda karşı karşıya kalacaksınız.

Bu arada benim gibi ikinci kez okuma yapacaklar, daha şanslılar. Artık dilini bildiğiniz, üslubuna aşina olduğunuz yazarın yaptığı göndermeleri, atıfları fark edecek ve yazarın alegori konusundaki ustalığına şapka çıkaracaksınız.

Romanın konusu okuyucu için daha en baştan ilginç. Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca birkaç kişi dışında kimse oy kullanmaya gitmiyor. Bu durumu biz; ondört numaralı oy verme bürosunda yaşananlarla öğreniyoruz; görevliler giderek tedirgin oluyor, hatta sandık kurulu başkanı karısının gelip gelmeyeceğinden bile endişe ediyor.

Ancak öğleden sonra bir şeyler değişiyor, saat dörtte insanlar oy kullanmaya akın ediyor. Niye? Anlatıcının kitap boyunca iktidardan yana tutumunu hiç onaylamadığı medya da elbette bu sorunun peşine düşünüyor. Verilen cevapların bazılarını paylaşacağım ve daha sonra Saramago’nun demokrasiye yönelik eleştirilerine değinip, birlikte değerlendirmenizi önereceğim.

Soru: Oy kullanmaya gitmek için sizi saat on altıda evden çıkaran ne, herkesin aynı anda sokağa çıkmış olmasının inanılmaz olduğunu düşünmüyor musunuz?

Bazı yanıtlar: Bizler özgür yurttaşlarız ve eve canımız istediği saatte girip çıkarız. Bu kadar saçma sorular sormak için size kaç para maaş veriyorlar? Size yanıt vermek zorunda olduğumu hangi yasa yazıyor?

Asıl olay bu aşamadan sonra başlıyor; vatandaşların oy kullanmamaya gitmemesinin şaşkınlığı oy kullanmaları ile dağılırken, çıkan sonuçlar korkuyu artıyor. Çünkü, sandıklardan çıkan geçerli oy oranı yüzde 25’e bile ulaşmıyor.

Oyların yüzde 75’inden fazlası “beyaz oy” yani geçersiz. Bunun üzerine hükümet anayasal hakkını kullanıyor ve seçimleri bir hafta sonra yenileme kararı alıyor. Bu kez insanlar normal bir şekilde, sabah erkenden oylarını kullanmaya başlıyor, ancak sonuçlar ilkinden daha da şaşırtıcı. Herkes anayasal hakkını kullanmış; seçime katılmayan sıfır, boş pusula oranı yüzde 83!

Komplo teorileri başlıyor tabi. Mesela içişleri bakanı, olaylarının kökünün yurtdışında olabileceğini, hatta küresel istikrarsızlaştırma planının bir parçası olduğunu öne sürüyor, savunma bakanı “terörizm” olarak nitelendiriyor.

Durumun vahametinden ürken hükümet, olağanüstü hal ilan ederek hızla başkenti terk ediyor. Mevcut belediye başkanı halkın yanında kalsa da şehir kuşatma altına alınıyor, çıkacak kaos bekleniyor. Ancak sivil kültürü benimseyen halk olay çıkarmıyor.

O aşamaya kadar gördüğümüz iki tepkiden biri iktidar karanlıkta şehirden çıkmak isterken evlerin ışıklarının yakılması, diğeri de Cumhurbaşkanlığı binası önünde toplanan binlerce insanın sessizliği. Ancak anlıyoruz ki sessiz isyan yöneticileri daha da kızdırıyor ve olayları büyütüyor.

Saramago’nun Görmek kitabından söz edince “Körlük’ü okumuş muydun?” sorusu geleceği için, bunun bir devam kitabı olmadığını belirtmeliyim. Yayım tarihine göre sırasıyla okuyabilirsiniz, ancak Görmek’i Körlük’ten bağımsız olarak okursanız da özünden bir şey kaybetmez.

Romanda bu aşamadan sonra hızlanan gelişmeleri anlatmayacağım, ancak okuma keyfinizi artıracağını umduğum bazı bilgiler paylaşacağım. Devam kitabı değil dedim ama romanda başkana gönderilen mektubun, sadık Saramago okurları için bir ipucu olduğunu da söylemeliyim.

Bu mektupla anlıyoruz ki; Saramago’nun 2004 yılında yayımlanan Görmek romanındaki başkent, yazarın 1995 yılında yazdığı Körlük romanındaki şehir.

Edebiyat takvimine göre aradan sadece 4 yıl geçmiş, görme kaybı salgınından kurtulan şehir, o karanlık günleri unutmuş bile. Görmek’teki biri hariç tabi; mektubu yazan muhbir, o bu iki olayın birbiri ile ilişkili olabileceği hatta Körlük’teki salgından etkilenmeyen doktorun karısının bu olayla bağlantısı olacağını öne sürecek kadar kendinden emin.

Her iki kitapta da kahramanların adı yok; doktor, doktorun karısı, başkan, komiser gibi sıfatlar var. Yazarın buradaki amacının “evrensellik” olduğunu düşünüyorum, bu isimsiz şehirler kişilerin değil rollerin önemli olduğu her yer olabilir.

Bu arada Körlük’ün Portekizce adı “Ensaio sobre a Cegueira”, Görmek’in orijinal adı da “Ensaio sobre a Lucidez”, ilki “Körlük Üzerine Bir Deneme”, ikincisi de “Berraklık Üzerine Bir Deneme” anlamına geliyor. Ancak kitabın İngilizce çevirmeni Margaret Jull Costa, bu romanların bir deneme değil bir roman olduğu gerçeğinden yola çıkarak isimleri zekice kısaltıyor. Ben kitapları Can Yayınları’ndan Aykut Derman’ın çevirisi ile okudum. Şu anda Saramago kitapları Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkıyor, Körlük de, Görmek de Işık Ergüden çevirisi ile yayımlanıyor.

İki kitap arasında daha popüler olanı Körlük; her zaman çok satanlar arasında yer alan bu kitabın pandemi döneminde satışları oldukça yükselmişti.

Her iki kitabı da okuyan arkadaşlarım arasında ilkini daha çok sevenler ağırlıkta, hatta ikinciyi “zorlama” bulanlar ile var. Yani pek çok insana beyaz bir körlük salgını başlaması, bunun tüm ahlaki değerleri yok etmesi, cinayetler, tecavüzler daha olası geliyor! Ancak bir şehir halkının bir seçim günü oy kullanmamaya gitmesi, gittiğinde de çoğunluğun boş oy atması distopya gibi görünüyor. Belki de Görmek romanının en alegorik yanlarından biri de budur.

Şu ana kadar Saramago’nun dört kitabını okudum, bunların ortak noktası; hepsinin bir soruya yanıt aramak üzere kurgulanması, ancak çok daha zor soruları düşünmeye ittiği olabilir. Görmek nasıl bir roman? Bu soruya vereceğim yanıt ise; “politik, eleştirisel, demokrasi üzerine düşündürücü” olur.

Vatandaşlık bilincini oy kullanmaya indirgenmiş olmasını hicveden ve bir alegori ustası olarak tanınan Saramago’nun da politik bir insan olduğunu hatırlatmak isterim. Kendisini “hormonal komünist” (tıpkı sakalının her gün çıkmasını sağlayan bir hormon olması gibi) tanımlayan Saramago, 2010 yılında, 86 yaşında hayata veda edinceye kadar demokrasi üzerine çok düşünmüş ve iyileştirilmesi için çok kafa yormuş bir düşünür ayrıca.

Kitabın çıktığı yıl Le Monde için bir yazı kaleme alan Saramago’nun şu yorumları hem Görmek’i hem de onu anlamak için önemli:

“… Oy verebildiğimiz doğrudur, oy veren vatandaşlar olarak tanındığımız egemenliği devrederek ve normalde partiler aracılığıyla parlamentodaki temsilcilerimizi seçebildiğimiz doğrudur… Bütün bunlar doğru ama demokratik eylem olanağının burada başlayıp bittiği de doğru.”

“… Edebiyattan ekolojiye, galaksilerden sera etkisine, atık arıtımından trafik sıkışıklığına kadar her şey tartışılıyor bu dünyada. Ama demokratik sistem, sanki doğası gereği dokunulmaz, kesin olarak kazanılmış bir gerçekmiş gibi tartışılamaz.”

Bir başka yazısında ise José Saramago, şunları diyor: "Partilerin varlığına karşı olduğum sonucuna varmayın: Onlardan birindeyim. (Komünist Parti üyesiydi.) Meclislerden tiksindiğimi de düşünmeyin: Konuşmaktansa icraata odaklansalar sevinirim. İnsanların devlet olmadan mutlu yaşamasına izin veren sihirli bir tarifin mucidi olduğumu da düşünmeyin. Sadece mevcut, eksik ve tutarsız demokratik modellere göre yönetilemediğini ve yönetilmeyi arzuladığını kabul etmiyorum.”

Eğer kurgularının yanı sıra Saramago’nun gerçek fikirlerini okumak isterseniz 2005 yılında yapılmış bu röportaja da göz atabilirsiniz. Google çevirisi ile gayet anlaşılabilir bir metin.

Son söz olarak; hem dünyanın önde gelen yazarlarından biri olan Saramago’nun ilginç hikayelerini okumak hem de içinde yaşadığımız dünyayı anlamak, daha iyisi nasıl olabilirdi diye düşünmek için Görmek’i okumalısınız. Her seçim sonrası çıkan oylar üzerine uzun uzun konuşmalar, yorumlar yapılan bir ülkenin vatandaşları olarak; Görmek bize çok şey gösteriyor olabilir.

Yazımı Görmek’ten başkanın bir saptaması ile bitirmek istiyorum:

“…İnsanlar arasında yapabileceğimiz en kesin ayrım onları zekiler ve aptallar diye ayırmak değil, zekiler ve aşırı zekiler diye ayırmaktır, aptallarla ne istersek yaparız, zekiler karşısında en iyi çözüm onları hizmetimize almak olur, aşırı zekilere gelince, onlar bizim tarafımızda olsalar bile özünde tehlikelidirler, bu tehlikeden kaçınamazlar, işin en tuhaf yanı, ne yaparlarsa yapsınlar sürekli olarak onlara karşı dikkatli olmamız konusunda bizi uyarırlar, ama genellikle uyarılara dikkat etmeyiz ve sonra sonuçlara katlanmak zorunda kalırız.” (s.191, Kırmızı Kedi Yayınevi)

(NK/EMK)

QOSHE - Görmek: Alegori ustasından sessiz bir isyan - Nilgün Karataş
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Görmek: Alegori ustasından sessiz bir isyan

19 1
30.03.2024

Üzerinden daha bir yıl geçmeden yeniden sandığa gittiğimiz bugünlerde aklıma uzun yıllar önce okuduğum bir roman takıldı: Görmek.

Nobel ödüllü usta edebiyatçı José Saramago’nun elinden çıkmış olması kadar, demokrasilerde seçmenin oy hakkını merkezine alan konusuyla tam da bu günlerde okunacak ve üzerine uzun uzun düşünülecek bir kitap.

Daha önce Saramago okumayanlar için en baştan bir uyarıda bulunayım; Saramago’nun hiç paragrafsız, düz yazı gibi görünen kitapları gözünüzü korkutabilir ama korkmayın. Saramago’nun sisteme olan isyanının belki de kişisel bir yansıması olarak eserlerinde, nokta ve virgül dışında hiç noktalama işareti (ne bir soru ne de bir tırnak işareti) kullanmayışı yüzünden pek çok okur zorlanıyor.

Ancak bilin ki, o dümdüz gibi görünen satırların aralarında sıradanmış gibi görünen kahramanlar, monolog gibi görünen diyalogların içeriğinde de çok anlamlı konuşmalar ve olağanüstü olaylar var. Kendinize biraz zaman tanıyın; pes etmez de ilk yirmi-otuz sayfayı aşarsanız yazarın yanıtını aradığı sorunun büyüsüne kapılacak ve açıkça söyleyeyim finalde çok daha büyük sorularda karşı karşıya kalacaksınız.

Bu arada benim gibi ikinci kez okuma yapacaklar, daha şanslılar. Artık dilini bildiğiniz, üslubuna aşina olduğunuz yazarın yaptığı göndermeleri, atıfları fark edecek ve yazarın alegori konusundaki ustalığına şapka çıkaracaksınız.

Romanın konusu okuyucu için daha en baştan ilginç. Adı belirsiz bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca birkaç kişi dışında kimse oy kullanmaya gitmiyor. Bu durumu biz; ondört numaralı oy verme bürosunda yaşananlarla öğreniyoruz; görevliler giderek tedirgin oluyor, hatta sandık kurulu başkanı karısının gelip gelmeyeceğinden bile endişe ediyor.

Ancak öğleden sonra bir şeyler değişiyor, saat dörtte insanlar oy kullanmaya akın ediyor. Niye? Anlatıcının kitap boyunca iktidardan yana tutumunu hiç onaylamadığı medya da elbette bu sorunun peşine düşünüyor. Verilen cevapların bazılarını paylaşacağım ve daha sonra Saramago’nun demokrasiye yönelik eleştirilerine değinip, birlikte değerlendirmenizi önereceğim.

Soru: Oy kullanmaya gitmek için sizi saat on altıda evden çıkaran ne, herkesin aynı anda sokağa çıkmış olmasının inanılmaz olduğunu düşünmüyor musunuz?

Bazı yanıtlar: Bizler özgür yurttaşlarız ve eve canımız istediği saatte girip çıkarız. Bu kadar saçma sorular sormak için size kaç para maaş veriyorlar? Size yanıt vermek zorunda olduğumu hangi yasa yazıyor?

Asıl olay bu aşamadan sonra başlıyor; vatandaşların oy kullanmamaya gitmemesinin şaşkınlığı oy kullanmaları ile dağılırken, çıkan sonuçlar korkuyu artıyor. Çünkü, sandıklardan çıkan geçerli oy oranı yüzde 25’e bile ulaşmıyor.

Oyların yüzde 75’inden fazlası “beyaz oy” yani geçersiz. Bunun üzerine hükümet anayasal hakkını kullanıyor ve seçimleri bir hafta sonra yenileme kararı alıyor. Bu kez insanlar normal bir şekilde, sabah erkenden oylarını kullanmaya başlıyor, ancak sonuçlar ilkinden daha da şaşırtıcı. Herkes anayasal hakkını kullanmış; seçime katılmayan sıfır, boş pusula oranı yüzde 83!

Komplo teorileri başlıyor tabi. Mesela........

© Bianet


Get it on Google Play