İstanbul 10. Trans Onur Haftası Komitesi, 10 Şubat 2024’te trans cinayetlerine, LGBTİ+’lara yönelik günbegün artan nefret söylemlerine karşı İstanbul’un Kadıköy ilçesinde bir araya geldi.

Eylemlerinde 6 Şubat depremlerinin birinci yılı olduğunu ve depremde ölenleri unutmayacaklarını da hatırlatan Komite, basın açıklamaları sona ermeden gözaltına alındı.

Polis, uyarı yapmadan ve biber gazı sıkarak gözaltına aldığı 10 kişiye gözaltı aracında da işkence yaptı. Akşam geç saatlerde ise iki kişiyi daha gözaltına aldı.

İstanbul 10. Trans Onur Haftası Komitesi’nden Yusuf ve Es ile 10 Şubat’ta neden sokakta olduklarını, gözaltı sürecinde yaşadıklarını, emniyet ifadelerinde kendilerine yöneltilen soruları ve kesişimsel mücadelelerini konuştuk.

10 Şubat’ta neden sokaktaydınız, öncelikle bununla başlayalım isterseniz.

Yusuf: 10 Şubat’a eylem koymamızın amacı neredeyse Trans Onur Yürüyüşü’nden beri, yani yaklaşık bir yıldır, sokakta olmamamızdı. Bizi hapsettikleri kapalı mekânlara sığmayacağımızı göstermek, katledilen transların sesi olmak ve tabii ki binlerce insanın öldürüldüğü 6 Şubat depremlerini yıldönümünde anmak için Kadıköy’deydik.

“6 Şubat’ı unutma, unutturma” sloganı attığım için “terör örgütü sempatizanı” olmak suçuyla emniyette ifadem alınmaya çalışıldı. Korkutucu bir şekilde aslında bizlere yönelik sürekli nefret söyleminde bulunan bir örgüt ile ilişkilendirilmeye çalışıldım. 6 Şubat’ta Çağlayan Adliyesi’ne saldırıldı ve sen de o yüzden bu sloganı attırdın, dendi bana. Halbuki tek yaptığımız ihmaller nedeniyle halkların ölüme sürüklendiğini ve ölen insanları unutmayacağımızı söylemekti. Bunun suç olmadığını düşünüyorum. 6 şubat’ta feministlerin anma yürüyüşünde de bu slogan atıldı ve suç olarak kodlanmadı; ama aynı sloganı attıran kişi LGBTİ+ olunca kolayca terörle ilişkilendiriliyor. Bu apaçık LGBTİ+ fobidir. Pek tabii 6 Şubat’ı unutturmayacağız. Vicdanı olan kimse unutmamalı.

Gözaltında yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz? Özellikle gözaltı aracı içinde yaşananları bilmiyoruz.

Yusuf: Gözaltı aracına bindirilirken, ben özellikle Trans Onur Yürüyüşü’nden beri hedefte olduğum için bayağı sert müdahale edildi bana. Aracın içinde saatlerce ters kelepçeyle bekletildik. Sadece son bir saatte kelepçesizdik; ama altı saat boyunca araçtaydık. Hiçbir şekilde temel ihtiyaçlarımız karşılanmadı. Tuvalete gitmek isteğimizi belirttiğimizde gidemezsiniz dediler. Ve aracın içinde şiddet gördük. Polisle olan münakaşadan ötürü polis iki kere yumruk attı bana ve bu esnada diğer polislere de saldırı emri verdi. O kişi hepimize tekme, tokat ve yumrukla saldırdı. Polis memurlarından biri dönüp “Hanifi Abi'nin selamını getirdim sana,” dedi. Eski İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin’i kast ediyor.

Araç içindeki işkenceden ötürü kafamda iki büyük şişlik var. Gözüme atılan yumruklardan biri nedeniyle kan oturmuş vaziyette ve doktorun söylediğine göre, görme problemi yaşayabilirmişim. Sırtım tırnak izi dolu ve psikolojik olarak daha çok etkilendim tabii ki. Gözaltı aracı içerisinde yaşadıklarımızın çoğu görünmediği için bunu fırsat bilip zalimce saldırdılar.

Es: Ben Bahariye’den değil, eylemden yaklaşık iki saat sonra, bir arkadaşımla birlikte gözaltına alındım. Basın açıklaması sonrası polis, araya girerek işkenceye müdahale etmeye çalışan insanları ‘Sizin kim olduğunuzu biliyoruz’ diyerek kışkırtmaya çalıştı. Arkadaşlarımızın işkenceye uğradığını gördük, araya girmeye çalıştık. Bizi, avukatlarımızı ve basını alandan uzaklaştırdılar. Deyim yerindeyse süpürdüler. Bizi ise yaklaşık iki-üç saat boyunca takip etti polis, oturduğumuz mekânın hemen ilerisinde bekledi.

Bu süre boyunca takip edildik, ardından da gözaltına alındık. Alınma gerekçemiz ise Söğütlüçeşme Köprüsü’ne asılan pankart. Halbuki pankartın asıldığı yerden geçerken Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde fotoğrafını çekiyordum. Bir anda sivil polisler önümüze çıkıp “Şahıslar yakalandı” diye anons geçti. GBT’nize bakacağız dediler ve tabii anladım gözaltına alınacağımı. Ardından karakola götürüldük ve buradaki güvenlik şube amiri pankartı bizim astığımızı iddia etti; mobeselerden izledik, görüntünüz var dedi. Fiziken de mümkün değil bu, pankartı assaydım dedikleri gibi köprünün üstünden alınırdım. Kimin astığını göremedikleri ve suçsuz yere gözaltı işlemi yapmış olmamak için yalan ithamda bulundular. Suçlamaları kabul etmedim.

Darp raporu alabildiniz mi?

Yusuf: Alamadık, çünkü vermiyorlar ve bu keyfi bir şekilde yıllardır süren bir uygulama. Raporun bir örneğini bize vermeleri gerekiyor TTB’den öğrendiğimiz kadarıyla; ama bunu bir prosedür olarak işletiyor şu anda iktidar. Örneği polislere veriyorlar, biz almak istersek de avukatlarımız aracılığıyla talep edebiliyoruz. Sağlık kontrolleri zaten korkunç, hâlâ polis kontrolünde giriyoruz kontrollere. Sürekli İstanbul Protokolü’nü hatırlatsak ve mahremiyetimizin olmadığını aktarsak da bu uygulamaya devam ediyorlar.

10 Şubat’taki gözaltımızda ilk götürdükleri doktor bir nebze iyiydi. Tüm kötü muamele izlerini yazdı rapora. Pansuman yapan hekim ise polisin burada olmasını istemiyorum, dememe rağmen transfobik bir tavırla ‘Sana güvenmiyorum, bana saldırabilirsin, polis burada olacak,’ dedi.

Karakol ifadenizde size yöneltilen sorulardan ve hukuksuzluklardan bahsetmek ister misiniz?

Es: Kürdistan bayrağı gösterip “Bu ne?” diye sordu polislerden biri bize. Yaklaşık üç saat boyunca, ki o gün hava çok soğuk ve yağmurluydu, İskele Karakolu’nun bahçesindeki bankta bekletildik sebepsiz yere. Söyledikleri gibi pankartı asarken değil çekerken gözaltına alındığımızı, bizi getiren polise de bunu sorulabileceklerini söyledik. O gitti dediler, ancak içeride duruyordu aynı polis. Kamera görüntülerini inceledik, deyip üzerimize suç atmaya çalıştılar. Suçlamaları kabul etmedim, imzadan imtina ettim ve gece sonunda serbest kaldık.

Yusuf: Polislerden biri telefonunun ekranından bir bayrak açtı ve “Siz iyi bilirsiniz bu bayrağı, sözde Kürdistan bayrağı” dedi. Bir önceki gözaltımızda da “sözde trans bayrağı” açmakla suçlanmıştık. Bizleri kriminalize etme çabalarının boyutu kademe kademe artıyor. Sözde trans bayrağına yeterince tepki gösterebilseydik ve bunun nasıl bir akıl tutulması olduğunu tüm toplumsal muhalefet anlamış olsaydı, bu detaya biraz özen göstermiş olsalardı bize telefondan başka bayraklar gösterebileceklerini sanmıyorum. Bu biraz insan hakları alanında çalışanların ve aktivistlerin gözü önünde olanları görmemesinden kaynaklanıyor.

Şu anda bize her yerden saldırıp suçlu yaratmaya çalışıyorlar; ama bunun nafile olduğunu da biliyorlar. Lubunyaların ne kadar oyunbaz olduğunu öğrenmiş olmaları gerekiyor.

Buna değinebiliriz belki. 2023 İstanbul Onur Yürüyüşü’nde polis nerede olduğunuzu anlayamadı bile ve ancak eylem dağıldığında alana gelebildi. Size selamını gönderen Hanifi Zengin, bu duruma ekstra sinirlendi ve basına da yansıttı bunu. Sistemdeki bu çatlakları yaratmakla ilgili motivasyonunuz nedir?

Yusuf: Bu oyunbazlığın ve aslında oyunbozanlığın her kesimde olması gerektiğini düşünüyorum; ama baktığımda sadece lubunyalarda ve feministlerde olduğunu görüyorum. Onur Yürüyüşleri kapsamında bakarsak aslında bizim de o gün ne yapacağımız belli değil. (gülüyor) Ama polisin Cihangir’de beklediğini ve önceki geceden itibaren bazı noktalara konuşlandığını biliyorduk. Her yeri kapatmışlardı. Sabah ve aslında neredeyse tüm gün, Taksim’de beklemeleri açıkça hepimizi çok hoşnut etti. Çünkü boşuna bekliyorlardı.

Bizleri basın açıklaması esnasında ve sonrasında gözaltına alamadıkları için çok sinirlendiler ve evlerimize dağılırken köşe başlarından tutup yine beni ve dokuz arkadaşımı gözaltına aldılar. Taksi bekliyorduk ve ne olduğunu anlamadan etrafımız polisle çevrildi. Çünkü İstanbul’un göbeğinde, var olmasını istemedikleri translar eylem yaptı. Yaşattık bunu.

Es: Eylemlerimizi nasıl yaptığımızı hâlâ anlayamadılar, bununla gurur duyuyoruz. Üzerine saatlerce, günlerce düşündüğümüz eylemlerimiz oluyor. Bu çatlakları yaratmak konusunda lubunya zekâsı ve oyunbozanlığıyla baş edemiyorlar, edemeyecekler de. Nasıl hayatta kalacağını, işkence gördüğünde bile nasıl gullüm alıktıracağını, tüm imkânsızlıklara rağmen nasıl var olacağını gayet iyi bilen bir topluluğuz. Klasik bir söylem olacak belki ama sahiden de onlardan daha zekiyiz. Ve daha önemlisi haklıyız. Binlerce kaynağa, insan gücüne, tüm imkânlara rağmen bizimle baş edemiyorlar.

Geçtiğimiz Onur Yürüyüşü’nde olacağımızı düşündükleri yere yüzlerce polis dikip şehri neredeyse kilitlemişlerdi. Bu sene Trans Pride için de Harbiye’deydik, önceki sene İstanbul Pride için Ülker Sokak’ta. Engelleri nafile. Bir araya gelsek bile sayımızın çok az olacağını düşünüyorlar muhtemelen, ama Nişantaşı’nda büyük bir cadde boyunca vardık. Nereden, nasıl çıktığımızı anlayamadı polis. Hanifi Zengin’in koştur koştur Sıraselviler’den Nişantaşı’na nasıl geldiğini gördük. Geç kalınca nasıl sinirlendiğini de. Gözü dönmüştü ve kime nasıl saldıracağını bilemediği için gazetecileri çembere aldı hıncından.

Okumanızın engellendiği son basın açıklamasında da geri adım atmıyorsunuz. Filistin işgali ve Rojava’daki saldırıları aktarıp, iktidarın riyakârlığından bahsediyorsunuz. Cumhur İttifakı bileşenleri tarafından her gün hedef gösterilirken bu hatta ısrar etmenizi nasıl açıklıyorsunuz? Bir yandan da, korkmuyor musunuz?

Yusuf: O günkü basın açıklamasında da dediğimiz gibi korkmuyoruz ya da korkuyoruz ayol; ama yine de buradayız. Lubunyaların hayvan haklarını, Kürt mücadelesini ve kadın haklarını savunmasını veya onlarla birlikte aynı dayanışma ağında olmasını önemsiyoruz. Özellikle yakın döneme baktığımızda bayağı kesişimsel bir mücadele verdiğimizi düşünüyoruz. Bir yandan da lubunyaların tarihi sokak direnişiyle, yaşamıyla dolu. Biz her zaman sokakta olacağız ve Kürdistan'ın da bizlerin de var olduğunu söylemekten geri durmayacağız.

İnsan hakları savunucu ve aktivistlerinin de Filistin hakkında konuştuktan sonra yanı başındaki Rojava için söyleyecek bir sözünün olmaması, Kürtleri tam da istenildiği gibi ölüme terk etmektir. Kürt düşmanlığıdır.

Es: Tabii ki endişeleniyoruz. Korku çok insani bir duygu, bunu kendime hatırlatıyorum sık sık. Ama sol hareketlerin dahi sokağa çıkamadığı bir ülkede, her gün devletin en üst kademesinden en alt kademesine dek hedef gösterilmemize rağmen sokağı terk etmiyoruz. Sözümüzü sokakta söylemeye, bizi kriminalize etme çabalarına direniyoruz. Bu mücadele elbette bir yandan iyi de hissettiriyor. Ve bu mücadeleyi örerken tabii ki kesişimsel bir şekilde yürütmek istiyoruz.

Kadın hareketinden, Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın hakikat mücadelesinden güç alıyoruz. Diğer türlü verdiğimiz emeğin, göze aldıklarımızın bir önemi kalmaz. Evet, Kürtlerle yan yana duran herkesi korkutmaya çalışıyorlar. Ama belediyelere kayyım atayanlarla bizim yürüyüşlerimizi, pikniklerimizi yasaklayanların aynı olduğunu kavrayınca anlıyor insan mücadelenin ortaklığını. Zaten diğer türlüsü bizim için çok korunaklı ve elbette politik olarak yanlış bir yerde durmak olur. Gece kafanızı yastığa koyduğunuzda kendinizle hesaplaşmamanız gerekiyor bir yandan da politika üretirken. Doğru hissetmek aynı zamanda haklı hissettiriyor ve direngenlik veriyor.

Sokak eylemlerinizi sürdürdüğünüz için artık bazılarınız polislerin bire bir tanıdığı ve hatta eylemlerde ismiyle seslendiği kişiler. Bu tacizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu durum sizi endişelendirmiyor mu?

Yusuf: Bunu biraz bireysel olarak açıklayayım. Çünkü son Trans Onur Yürüyüşü’nden sonra hem sosyal medyada hem devlet nezdinde çok fazla hedef gösterildim ve ifşa edildim. Yandaş basında da aynı şekilde “terörist sapkın tutuklansın” haberleri ve sosyal medya “kampanyaları” yapıldı benim için. Bu beni çok korkuttu açıkçası; ama dediğim gibi korksam da kendimi geri çekemedim. Çünkü bir haksızlık olduğunda içim içimi yiyor ve günün sonunda bu geri çekilme halinin bana zarar vereceğini biliyorum. Ama bundan dolayı İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nün tamamı neredeyse beni tanıyor.

Sokakta yürüyemiyorum. Hedef gösterildiğim ilk zamanlar hiç otobüs kullanamadım. Maddi imkânım olmamasına rağmen her yere taksiyle gitmek zorunda kaldım, çünkü can güvenliğimden endişe ediyordum. Sonra şiddetin dozu bir nebze de olsa azaldı. Şu an otobüse binebiliyorum ama polisler ve yandaş medya yüzünden tanınabiliyorum. Daha bugün buraya gelirken metroda birisi tanıdı ve yine hakarete maruz kaldım. Uzun süre iş bulamadım ve evsiz kaldım. Şu anda da evsizim.

Yusuf: İstanbul’da LGBTİ+’lar için güvenli sayılabilecek Kadıköy’de bile iş başvurusu için gittiğim tüm mekânlar “Kardeşim biz seni tanıyoruz, yanlış anlama lütfen ama seninle çalışamayız” deyip geri çevirdiler. Bu süre zarfında bayağı işsiz kaldım; ama şu anda bir mekânda çalışabiliyorum, sadece orası kapısını açtı bana.

Es: Dış görüşünümüzden dolayı bile straight (heteroseksüel) birinin kolaylıkla girebildiği işlere alınmıyoruz. Bazen daha donanımlı ve yetenekli olmamıza rağmen. Bu yüzden kendi alternatiflerimizi yaratmaya çalışıyoruz. Günlük işlerde çalışıyorum mesela ben daha çok. Ya da LGBTİ+’larla çalışan sivil toplum örgütleri ve başka kurumlara iş başvuruları yapıyorum. Ama bir yandan da mezun olduğum başka bir bölüm daha var. Kendi işimi de yapmak isterim tabii ki; ancak buna izin verilmiyor. Katmerli bir ayrımcılık yaşıyoruz, hem okurken hem iş ararken.

Sizinle dayanışma konusunda toplumsal muhalefetin karnesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yusuf: Kötü, hatta belki berbat. Yanımızda olan insanlar hep aynı insanlar, bunun bir nebze olsun kırılması gerekiyor. Yanımızda olduklarını belirtseler çoğu parti ve örgüt aslında bizi yalnız bırakıyor. Örneğin eylemlerde yanımızda olacaklarını söylüyorlar; fakat eylem günü kimse gelmiyor ve biz yine 10 kişi gözaltına alınıyoruz. Bizimle birlikte sadece basın tartaklanıyor. Bu tutumlar, devlet şiddetinin ekmeğine daha fazla yağ sürüyor.

DEM Parti Milletvekilleri Özgül Saki ve Burcugül Çubuk, her zaman yanımızdalar; ama CHP ya da özellikle LGBTİ+ komisyonu olan TİP gibi partilerden destek göremiyoruz. Ama seçim döneminde lubunyaların oyuna talip olunduğunu da biliyoruz. Çok sorunlu ve yanlış bir tavır bu. Sol-sosyalist hareketten erkeklerin de bizi gözetmesi, bizimle dayanıştıklarını göstermeleri çok mu zor örneğin? Her köşe başında polisler dururken bizler de durup birbirimizle dayanışamaz mıyız?

Es: Elbette çok kötü. Bir akıl tutulması yaşanıyor ve muhalefet partileri de buna çanak tutuyor. Bizimle yan yana gelmemek, görünmemek için ellerinden geleni yapıyorlar. AKP ile AKP tarzı muhalefet ederek başa çıkılabileceğini düşünmek, olanaksız bir politika biçimi bence. Bu utangaç AKP’lilere karşı da biz, tüm dezavantajlı gruplarla dayanışma içindeyiz.

Devlet şiddetine maruz kalan herkesle açıklama düzeyinde bile olsa dayanışmaya çalışıyoruz, aynı tavrı ise benim diyen muhalefet partilerinden bile görmüyoruz. Her gün hedef gösteriliyoruz, bu çok zor bir süreç bizim için. Sadece bu sene pek çok arkadaşımızı sağlık hizmetlerine erişemediği için, barınamadığı için, bu nefretle baş edemediği için kaybettik. Kalplerimize sevilmediğimizi, bu ülkede istenmediğimizi yerleştirmeye çalışıyorlar. Biz de bu saldırılar arttıkça daha çok birbirimize kenetleniyoruz.

Önümüz yerel seçim. LGBTİ+ haklarının da gözetildiği bir yerel yönetim sistemi tahayyül etseydiniz, bu nasıl olurdu?

Yusuf, Es: Yardım isteyebileceğimiz ve bizimle dayanışmasını gerektiğini düşündüğümüz kişilere biz gidiyoruz. Dernek-kurum olsun, kişi olsun, gazeteci olsun... Öncelikle bunun olmadığı bir düzen istiyorum tabii ki. Diğer grupların talepleri ve haklarıyla ilgili mücadele gündemleri için partiler onların ayağına gidiyor. Şunu haber yapalım mı diye, kimse gazetecileri aramıyor. Gazeteciler onları arıyor. Birkaç gazeteci dışında bizim gündemimizi layıkıyla takip eden kimse kalmadı zaten.

Ekonomik kriz, Türkiye’deki LGBTİ+’lar için derin bir şiddete dönüşmüş durumda. Çoğumuz iş bulamıyoruz ve gece hayatına sürükleniyoruz. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle barınamıyoruz. Güvencesiz koşullarda çalışıyoruz. Sigortalarımız çoğu zaman yatırılmıyor. Seks işçisi arkadaşlarımızın başına her an her şey gelebiliyor ve olması gereken sendikal haklarını bile konuşamıyoruz. Yaş alan transların barınma sorununu çözmemiz gerekiyor; ancak bunlar tek başına bizlerin altından kalkabileceği şeyler değil. İnsanların bize destek vermesi gerekiyor. Genel seçim döneminde İlhan Cihaner çok basit bir şey söyledi: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır, dedi. Bunu söylemek zor değil ve muhalefetin gözünü açıp bu basit cümlenin bile iktidar tarafından nasıl hazmedilemeyen bir şeye dönüştürüldüğünün farkında olması gerekiyor.

Bu sorunlar nedeniyle arkadaşlarımızı kaybediyoruz. Lubunyaların ölümleri de politik. Ve muhalefet partileri bu nefret havuzuna su taşınmasına engel olmayarak bizleri başka bir yere hapsediyor. Bizler bu ülkenin eşit yurttaşları değil miyiz ve seçim dönemlerinde bizden de oy istemiyorlar mı? İstemiyorlarsa bunu da söylesinler, LGBTİ+’lar artık bize oy vermesinler, çünkü eşit yurttaş olarak görmüyoruz onları desinler.

Hiçbir güvencesi olmayan bizler kadar cesur olsunlar yeter. Aile baskısına, devlet şiddetine, Yeniden Refah Partisi gibi aparatlara rağmen hiçbir şekilde haklarımızı savunmaktan ve mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Tüm zırıllığımızla, dönmeliğimizle, ahlâksızlığımızla sokakta olmaya devam edeceğiz. Biz buradayız, varız.

* 10 Şubat'ta Söğütlüçeşme Köprüsü'ne asılan pankarttan. (TY)

QOSHE - Translar tek gözaltı aracına sığar mı sandınız?* - Tuğçe Yılmaz
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Translar tek gözaltı aracına sığar mı sandınız?*

9 0
17.02.2024

İstanbul 10. Trans Onur Haftası Komitesi, 10 Şubat 2024’te trans cinayetlerine, LGBTİ ’lara yönelik günbegün artan nefret söylemlerine karşı İstanbul’un Kadıköy ilçesinde bir araya geldi.

Eylemlerinde 6 Şubat depremlerinin birinci yılı olduğunu ve depremde ölenleri unutmayacaklarını da hatırlatan Komite, basın açıklamaları sona ermeden gözaltına alındı.

Polis, uyarı yapmadan ve biber gazı sıkarak gözaltına aldığı 10 kişiye gözaltı aracında da işkence yaptı. Akşam geç saatlerde ise iki kişiyi daha gözaltına aldı.

İstanbul 10. Trans Onur Haftası Komitesi’nden Yusuf ve Es ile 10 Şubat’ta neden sokakta olduklarını, gözaltı sürecinde yaşadıklarını, emniyet ifadelerinde kendilerine yöneltilen soruları ve kesişimsel mücadelelerini konuştuk.

10 Şubat’ta neden sokaktaydınız, öncelikle bununla başlayalım isterseniz.

Yusuf: 10 Şubat’a eylem koymamızın amacı neredeyse Trans Onur Yürüyüşü’nden beri, yani yaklaşık bir yıldır, sokakta olmamamızdı. Bizi hapsettikleri kapalı mekânlara sığmayacağımızı göstermek, katledilen transların sesi olmak ve tabii ki binlerce insanın öldürüldüğü 6 Şubat depremlerini yıldönümünde anmak için Kadıköy’deydik.

“6 Şubat’ı unutma, unutturma” sloganı attığım için “terör örgütü sempatizanı” olmak suçuyla emniyette ifadem alınmaya çalışıldı. Korkutucu bir şekilde aslında bizlere yönelik sürekli nefret söyleminde bulunan bir örgüt ile ilişkilendirilmeye çalışıldım. 6 Şubat’ta Çağlayan Adliyesi’ne saldırıldı ve sen de o yüzden bu sloganı attırdın, dendi bana. Halbuki tek yaptığımız ihmaller nedeniyle halkların ölüme sürüklendiğini ve ölen insanları unutmayacağımızı söylemekti. Bunun suç olmadığını düşünüyorum. 6 şubat’ta feministlerin anma yürüyüşünde de bu slogan atıldı ve suç olarak kodlanmadı; ama aynı sloganı attıran kişi LGBTİ olunca kolayca terörle ilişkilendiriliyor. Bu apaçık LGBTİ fobidir. Pek tabii 6 Şubat’ı unutturmayacağız. Vicdanı olan kimse unutmamalı.

Gözaltında yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz? Özellikle gözaltı aracı içinde yaşananları bilmiyoruz.

Yusuf: Gözaltı aracına bindirilirken, ben özellikle Trans Onur Yürüyüşü’nden beri hedefte olduğum için bayağı sert müdahale edildi bana. Aracın içinde saatlerce ters kelepçeyle bekletildik. Sadece son bir saatte kelepçesizdik; ama altı saat boyunca araçtaydık. Hiçbir şekilde temel ihtiyaçlarımız karşılanmadı. Tuvalete gitmek isteğimizi belirttiğimizde gidemezsiniz dediler. Ve aracın içinde şiddet gördük. Polisle olan münakaşadan ötürü polis iki kere yumruk attı bana ve bu esnada diğer polislere de saldırı emri verdi. O kişi hepimize tekme, tokat ve yumrukla saldırdı. Polis memurlarından biri dönüp “Hanifi Abi'nin selamını getirdim sana,” dedi. Eski İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube Müdürü Hanifi Zengin’i kast ediyor.

Araç içindeki işkenceden ötürü kafamda iki büyük şişlik var. Gözüme atılan yumruklardan biri nedeniyle kan oturmuş vaziyette ve doktorun söylediğine göre, görme problemi yaşayabilirmişim. Sırtım tırnak izi dolu ve psikolojik olarak daha çok etkilendim tabii ki. Gözaltı aracı içerisinde yaşadıklarımızın çoğu görünmediği için bunu fırsat bilip zalimce saldırdılar.

Es: Ben Bahariye’den değil, eylemden yaklaşık iki saat sonra, bir arkadaşımla birlikte gözaltına alındım. Basın açıklaması sonrası polis, araya girerek işkenceye müdahale etmeye çalışan insanları ‘Sizin kim olduğunuzu biliyoruz’ diyerek kışkırtmaya çalıştı. Arkadaşlarımızın işkenceye uğradığını gördük, araya girmeye çalıştık. Bizi, avukatlarımızı ve basını alandan uzaklaştırdılar. Deyim yerindeyse süpürdüler. Bizi ise yaklaşık iki-üç saat boyunca takip etti polis, oturduğumuz mekânın hemen ilerisinde bekledi.

Bu süre boyunca takip edildik, ardından da gözaltına alındık. Alınma gerekçemiz ise Söğütlüçeşme Köprüsü’ne asılan pankart. Halbuki pankartın asıldığı yerden geçerken Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde fotoğrafını çekiyordum. Bir anda sivil polisler önümüze çıkıp “Şahıslar yakalandı” diye anons geçti. GBT’nize bakacağız dediler ve tabii anladım gözaltına alınacağımı. Ardından karakola götürüldük ve buradaki güvenlik şube amiri pankartı bizim astığımızı iddia etti; mobeselerden izledik, görüntünüz var dedi. Fiziken de mümkün değil bu, pankartı assaydım dedikleri gibi köprünün üstünden alınırdım. Kimin astığını göremedikleri ve suçsuz yere gözaltı işlemi yapmış olmamak için yalan ithamda bulundular. Suçlamaları kabul etmedim.

Darp raporu alabildiniz mi?

Yusuf: Alamadık, çünkü vermiyorlar ve bu keyfi bir şekilde yıllardır süren bir uygulama. Raporun bir örneğini bize vermeleri gerekiyor TTB’den öğrendiğimiz kadarıyla; ama bunu bir prosedür olarak işletiyor şu anda iktidar. Örneği polislere veriyorlar, biz almak istersek de avukatlarımız aracılığıyla talep edebiliyoruz. Sağlık kontrolleri zaten korkunç, hâlâ polis kontrolünde giriyoruz kontrollere. Sürekli İstanbul Protokolü’nü hatırlatsak ve mahremiyetimizin olmadığını aktarsak da bu uygulamaya devam ediyorlar.

10 Şubat’taki gözaltımızda ilk götürdükleri doktor bir nebze iyiydi. Tüm kötü muamele izlerini yazdı rapora. Pansuman yapan hekim ise polisin burada olmasını istemiyorum, dememe rağmen transfobik bir tavırla ‘Sana güvenmiyorum, bana saldırabilirsin, polis burada olacak,’ dedi.

Karakol ifadenizde size yöneltilen sorulardan ve hukuksuzluklardan bahsetmek ister misiniz?

Es: Kürdistan bayrağı gösterip “Bu ne?” diye sordu polislerden biri bize. Yaklaşık üç saat boyunca, ki o gün hava çok soğuk ve yağmurluydu, İskele Karakolu’nun bahçesindeki bankta bekletildik sebepsiz yere. Söyledikleri gibi pankartı asarken değil çekerken gözaltına alındığımızı, bizi getiren polise de bunu sorulabileceklerini söyledik. O gitti dediler, ancak içeride duruyordu aynı polis. Kamera görüntülerini inceledik, deyip üzerimize suç atmaya........

© Bianet


Get it on Google Play