Yeryüzüne düştüğümüzden beri şeylerin arasındayız, hep ortadan başlıyor, hayatı aralarda yaşıyoruz. Şairin dediği gibi, “Yaşamak şakaya gelmez…/ Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın…/ Yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden.” Ne müthiş bir şeydir arada olmak, şeylere, bedenlere dokunabilmek, onlarla birlikte dönüşmek ve dünyayı dönüştürmek. Fakat şeylerle doğrudan karşılaştığımızı, onlara dokunabildiğimizi kim iddia edebilir? Bedenlerle aramıza her zaman birileri giriyor ve ilişkiler o birileri tarafından dolayımlandıkça hayat giderek bizden uzaklaşıyor. Ve en nihayetinde hayat bilinmez bir âleme, gaibe dönüştüğünde o birilerinin anlattıklarına, kurmaca gerçekliğe hayat diyoruz. Nasıl yaşamanız gerektiğini, kanun hükmündeki kararnameleri, yasalarıyla onlar belirliyor. Hiyerarşik yapıların içine yerleştirildiğimizden beri hayatla karşılaşmıyoruz. Fakat her şeye rağmen hayat içeri sızabilir ve gaipten sesler duyduğumuzda kendimizden korkuyoruz. Hayatı bir tekinsizlik olarak yaşıyor, korktukça iktidarların tasarladığı kurmacalara daha fazla gömülüyoruz. Kimi zaman hayattan sesler işitenler, işittiklerini başkalarıyla paylaştığında 5237 sayılı TCK’nin 217/A maddesine göre “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” suçundan tutuklanabiliyor. Hiyerarşik yapıların içinde tutuklu kalanlar, gaipten haber verdikleri için tutuklananları seyretmek ve kederlenmekle yetiniyor. Keder, kudretsiz bedenler üretir.

Hayat ötelenip bastırıldıkça ötekileşir, bir daha asla karşılaşmak istemezsiniz. Ve her bastırılan şey gibi, hayat da beklenmedik bir anda karşınıza çıkabilir ve kudretsiz bedenleri korkutabilir. Bizi ürküten şey, unuttuğumuzu sandığımız bir şeyin beklenmedik bir anda geri dönmesidir. Freud, “Tekinsiz (Unheimlich)” adlı makalesinde tekinsizi, tanıdık yabancı olarak tanımlıyor. Unheimlich sözcüğü, Almanca eve, vatana ait anlamına gelen “heimlich” sözcüğüne, olumsuzluk belirten ön ekin eklenmesiyle üretilmiştir; bir zamanlar tanıdığınız, aşina olduğunuz, fakat daha sonra bastırdığınız bir şeyin geri dönüşünü ima ediyor. “Tekinsizin ete kemiğe bürünmüş hali olan canavar, uzun süredir saklandığı ve neredeyse içinde unutulduğu bodrumdan yahut dolaptan firar eden varlıktır” (Freud). Canavar, yani canı olan, yani hayat, dolaptan firar ettiğinde sadece sizi korkutmaz, iktidarları çok daha fazla ürkütür, zira hayat geri döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi olmaz. İktidarların işgal ettiği, sömürgeleştirdiği bedenler de, hayatla birlikte firar etmek, kaçış çizgisine dönüşmekten korkuyor, zira onlar yerleşiklerdir, alışkanlıklarla yerlerine çivilenmişlerdir.

“Kaçış çizgileri, hiçbir zaman dünyadan kaçmakla oluşmaz; tıpkı bir borudan delik açtığınızda olduğu gibi, sızıntılar yarattığınızda oluşur; bütün toplumsal sistemler, kaçış çizgilerini tıkamak için parçalarını ne kadar sağlamlaştırsalar da her yanlarından sızdırırlar… İnsanlarda da, hayvanlarda da, bir kaçış çizgisinden daha etkin bir şey yoktur. Tarih bile, kırılmalarla ilerlemek yerine bu yolu seçmeye mecburdur” (Deleuze). Hayata, bedenlere dokunmaktan, hayatla birlikte firar etmekten, kudretlenmekten korkuyorsa insan, hayat tekinsiz bir deneyime dönüşmüşse, kısır döngülerin içinde dönmeye alıştığı içindir. Hayat içeri sızmasın diye durmadan borudaki delikleri tıkayan, iktidarların değirmenine su taşımaya yarayan çarkları döndüren de kendisidir. Gözleri bağlı dolap beygirlerini andırıyor. Sadece gözleri bağlı olsa iyi, tüm algıları tıkalı; tedbirli olmak gerek, yoksa hayat her an içeri girebilir. İktidarların elinde tutuklu kalan insan, hayatla birlikte kaçmak, kaçış çizgisine dönüşmek yerine, dünyadan kaçmayı tercih ediyor.

Her tarafından sızdıran bir toplumsal sistemde ısrarla delikleri tıkamayı sürdüren, hayatla karşılaşmak yerine hayattan kaçanlar için umut etmek, beklemektir. Umut, mitolojilerde sözü edilen geçmişteki kurtarıcının tekrar gelmesini beklemektir. Oysa şimdi ve buradayız. Aristoteles’te şimdi ya da an hem geçmiş ve geleceği birleştiren hem bölen; hem hep aynı kalan hem firar eden, yakalanamaz bir şeydir (Agamben). Bu haliyle an daima başkadır, ötekidir, hayattır. “Ben, bir başkasıdır” dediğinde Rimbaud Aristotelesçidir ve hayatla birlikte kaçmayı icat etmiştir. Darısı başımıza.

QOSHE - Hayat tekinsizdir - Rahmi Öğdül
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Hayat tekinsizdir

18 24
10.11.2023

Yeryüzüne düştüğümüzden beri şeylerin arasındayız, hep ortadan başlıyor, hayatı aralarda yaşıyoruz. Şairin dediği gibi, “Yaşamak şakaya gelmez…/ Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın…/ Yaşamın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden.” Ne müthiş bir şeydir arada olmak, şeylere, bedenlere dokunabilmek, onlarla birlikte dönüşmek ve dünyayı dönüştürmek. Fakat şeylerle doğrudan karşılaştığımızı, onlara dokunabildiğimizi kim iddia edebilir? Bedenlerle aramıza her zaman birileri giriyor ve ilişkiler o birileri tarafından dolayımlandıkça hayat giderek bizden uzaklaşıyor. Ve en nihayetinde hayat bilinmez bir âleme, gaibe dönüştüğünde o birilerinin anlattıklarına, kurmaca gerçekliğe hayat diyoruz. Nasıl yaşamanız gerektiğini, kanun hükmündeki kararnameleri, yasalarıyla onlar belirliyor. Hiyerarşik yapıların içine yerleştirildiğimizden beri hayatla karşılaşmıyoruz. Fakat her şeye rağmen hayat içeri sızabilir ve gaipten sesler duyduğumuzda kendimizden korkuyoruz. Hayatı bir tekinsizlik olarak yaşıyor, korktukça iktidarların tasarladığı kurmacalara daha fazla gömülüyoruz. Kimi zaman hayattan sesler işitenler, işittiklerini başkalarıyla paylaştığında 5237 sayılı TCK’nin 217/A maddesine göre “Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma” suçundan tutuklanabiliyor. Hiyerarşik yapıların içinde tutuklu kalanlar, gaipten haber verdikleri için tutuklananları seyretmek ve kederlenmekle yetiniyor. Keder, kudretsiz........

© Birgün


Get it on Google Play