Dün Şakirin Camii'nin avlusundan Ercan Eyüboğlu’nu uğurladık.

Ailesi ölüm ilanından adının üstüne şu lakabını da yazmıştı:

“Laz Ercan…”

Bizim kuşağın sol devrimci tarihi, bir anlamda “Lakaplar” ve “Kod adları” tarihidir.

Mesela “Güzel Osman…”

Mülkiye tarihinin gelmiş geçmiş en yakışıklı erkeği kabul edilirdi.

Kadına “güzel”, erkeğe “yakışıklı” denilen bir çağda, ona “Güzel Osman” adı takılmıştı.

Mülkiyeli arkadaşları ölüm ilanını bile “Güzel Osman” diye vermişlerdi.

Soyadı Tokcan’dı…

Türk sol tarihinin “Laz” lakaplı iki ünlü kahramanı vardı.

Bir Türkiye Komünist Partisi’nin efsanevi genel sekreteri Laz İsmail’di…

TKP yasak olduğu için hayatı Moskova ve Doğu Berlin’de geçmiş bir komünistti…

Biz 60-/9 sol kuşakları onu “Laz İsmail” olarak bilirdik.

18 Ekim 1983’de Türkiye’de 12 Eylül rejimi sürerken ölmüştü.

Ailesi Hürriyet Gazetesi'ne ölüm ilanı vermişti ama adı orada “İsmail Bilen” olarak geçtiği için kimse fark etmemişti.

Sonra galiba Tercüman Gazetesi farkına varıp, onun TKP’li “Laz İsmail” olduğunu yazınca, kabak ölüm ilanını yayınlayan Hürriyet Gazetesi'nin başına patlamıştı.

Askeri yönetim Hürriyet Gazetesi'ni bir hafta kapatmıştı bu ilanı yayınladığı için.

Ercan Eyüboğlu, Behice Boran’ın Türkiye İşçi Partisi’ne yakındı.

1970’li yıllarda Paris’te benim gibi Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile okuyan Türk öğrencilerden biriydi.

12 Mart askeri ara dönemiydi…

Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık, ruhen askeri rejim karşıtı bir büyükelçiydi.

O dönemde olmayacak bir şey yaptı ve Paris’teki Türk öğrencilerin örgütlenmesi için Saint Michel meydanında büyük bir daireyi satın almış ve öğrenci birliğinin kurulması için öğrencilerin yönetimine vermişti.

Yani 68 Mayıs hareketinin başladığı meydan ve sokaklarda, Sorbonne’un iki adım ötesinde bütün solcu Türk öğrencilerin toplandığı bir öğrenci birliği lokalimiz vardı.

Böyle bir cüreti de ancak Hasan Esat Işık gibi bir Cumhuriyet sefiri yapabilirdi.

1970’li yılların başıydı ve tabii ki pek çoğumuz solcuyduk.

Dev Yol’un, Yurtsever Birleşik Cephe’nin, Maocuların, Deniz Gezmişcilerin, Mahir Çayancıların Türk öğrenci hareketi üzerinde tekel kurduğu yıllardı.

Düşünebiliyor musunuz, 12 Mart iktidarı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı darağacına çıkarmaya hazırlanırken, Paris sokaklarında onların kurtarılması için dağıtılan bildiriler, bir Türk büyükelçinin sağladığı lokaldeki teksir makinasında basılıyordu.

Öğrenci birliğindeki seçimleri içinde bizim olduğumuz grup kazanmıştı.

Beş kişilik yönetim kurulunun iki üyesi TKP’li, iki üyesi TİP’li ve bir üyesi de TİP’le CHP arasında gidip gelen bendim.

Ercan Eyüboğlu işte o öğrenci birliğinin başkanıydı…

Hepimiz halk çocuklarıydık ve Abdülhamid zamanında çıkarılmış, Cumhuriyet döneminde de devam ettirilmiş 1416 Sayılı Kanun’la sağlanan bursla okuyorduk.

Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin verdiği bursla okuyor ama Türkiye’deki askeri ara yönetime de kafa tutuyorduk.

Öyle günlerdi işte…

O öğrenci birliği, Osmanlı döneminde Paris’te oluşan Genç Türk hareketinden sonraki en güçlü Türk kuruluşuydu.

Kimler geçmedi ki Sanint Michel’deki o lokalden.

O günlerde Sovyetler Birliği’ndeki incelemelerini bitirip 12 Mart rejimi yüzünden Paris’te kalan Ataol Behramoğlu'nun aslında ne kadar milliyetçi olduğunu 20 Temmuz 1974 Kıbrıs harekatında duvara astığımız Kıbrıs haritasının başında orada öğrendim.

Takma bir isimle Paris’e gelen Cengiz Çandar’ı o binada tanıdım. Bugünün tanınmış ekonomi profesörlerinden Seyfettin Gürsel’le sol siyaset kavgalarını o binada yaptık. Kardeşi yazar Nedim Gürsel’in adını ilk defa oralarda duyduk. Sonradan CHP milletvekilliği yapacak olan ekonomist Oğuz Oyan, ODTÜ’nün en sevilen hocalarından biri olan Raşit Kaya, bugün Cihangir’in en ünlü simalarından Necmiye Alpay, ünlü ressamlarımız Veysel Günay, Komet, Utku Varlık, Mehmet Güleryüz, çok erken kaybettiğimiz Oğuz Feyzioğlu, TKP’nin Londra ayağından Ali Erten…

Hepsi geçti o binadan…

Ercan Eyüboğlu işte o öğrenci birliğinin başkanıydı.

Bütün Fransa soluyla çok iyi ilişkileri vardı. Fransız Sosyalist ve Komünist Partilerinde çok insanı şahsen tanırdı.

Fransızca aksanı çok kuvvetliydi ama içimizde Fransızca bildiriyi en iyi yazan oydu.

Çok iyi yetişmiş bir solcuydu.

TİP yanlısıydı. Gerçek bir solcuydu. Ama hayatı boyunca solun şiddet anlayışına da hep karşı çıktı.

Moskova’dan yönetilen bir “Türk sol hareketi” fikri ona hiç uygun değildi.

O öğrenci derneğindeki faaliyetlerimiz onun da benim de bursumuza mal oldu.

1975 yazında ikimizin de hiç beklemediği ve asla desteklemediğimiz bir olay oldu.

Bir yıl önce Kıbrıs Barış Harekatı olmuştu. Biz tatil için Türkiye’deydik.

O sırada Paris’te kalan yönetim kurulundan iki arkadaşımız Barış Harekatı kararını alan Ecevit hükümetini faşistlikle suçlayan bir bildiri yayınlamış.

Le Monde gazetesi bu bildiriyi yayınlayınca o kabak da bizim başımıza patladı.

Bir sabah uyandığımızda Nadir Nadi'nin Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan “Bunlar da devrimci ha…” adlı zehir zemberek başyazısını gördük.

Askeri ara rejim bitmişti ama Ecevit de gitmişti ve artık iktidarda "Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti" vardı.

Tabii ki Milli Eğitim Bakanlığı bursumuzu kesti.

Bursum altı ay sonra rahmetli kayınpederim CHP’li Hüdai Oral’ın, dönemin Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem’e durumu anlatmasıyla tekrar bağlandı.

Doktoramı tamamlamamı o iyi insan Ali Naili Erdem’e borçluyum.

Hala bayramlarda arıyor, her defasında ona minnet duygumu iletiyorum.

Siyasetin böyle centilmenlik anlayışının olduğu yıllardı.

Ancak Ercan’ın hayatı Fransa’dan sonra da kolay olmadı.

İkimiz de öğretim üyesi olduk.

Ercan, sol eğilimli TÜMÖD'de (Türkiye Öğretim Üyeleri Derneği) başkanlık yaptı.

12 Eylül öncesi ülkücülerden çok ölüm tehditi aldı. O dönemde hepimizin hayatını kurtaran iki şey vardı.

Tesadüfler veya şans…

12 Eylül darbesi oldu ama Ercan’n hayatı kolaylaşmadı.

Bu defa askeri darbe yönetimi onu yargılama kararı aldı.

Hakkında idam talebiyle iddianame hazırlandı.

İşte o günlerde uluslararası sol dayanışma kanalları hareke geçti.

Önce Fransa Sosyalist Partisi’nin dış ilişkiler sorumlusu, öğrencilik yıllarından arkadaşımız, Türkiye dostu Alain Chenal devreye girdi.

O sırada Mitterrand Cumhurbaşkanı olmuştu ve Fransa’da sol özgürlük rüzgarları esiyordu.

Alain, Fransa Dışişleri Bakanlığını harekete geçirdi.

Bense Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı Phillipe Baude’u çok iyi tanıyordum.

Büyük bir entellektüeldi…

12 Eylül döneminin karartma gecelerinde onun evi bizim için bir hayat vahasıydı.

Mümtaz Soysal, Enis ve Figen Batur, Sina Akşin, Filiz ve Şahin Yenişehirlioğu. İlber Ortaylı, Oruç Aruoba hepimiz o evin müdavimiydik.

Phillipe Baude’a Ercan’ın durumunu anlattım ve Alain’in Paris’teki girişimlerini söyledim.

Böylece 12 Eylül döneminin gizli kalmış kurtarma operasyonlarından biri başladı.

Ercan’a bir Fransız pasaportu verildi ve bir sabah o pasaportla Paris’e uçtu.

Ercan son 20 yılda benden çok eşim Tansu’yla konuşuyordu.

Çünkü onlar ikisi Paris’teki sol ideallerine sadık kalmışlardı.

Ama Ercan hiçbir zaman yargılamadı beni…

12 Eylül öncesi öğretim üyeliği yıllarımızda Ankara Güniz Sokak’ta aynı binada oturuyorduk.

Tansu dün Instagram hesabından şunu paylaşmış:

“Paris’ten bir gençlik yoldaşımızı kaybettik. Aynı zamanda Türkiye büyük bir akademisyenini kaybetti. Bizim kuşağımızdan ‘Devlet doktorası’ yapan az sayıda Türk öğrenciden biriydi. Samimi bir solcuydu. Behice Boran’ın Türkiye İşçi Partisi’nin samimi bir savunucuydu. Bütün hayatı boyunca şiddet ve terörün solcusuna da, sağcısına da dincisine de karşı çıktı. Ama bütün bunların ötesinde dışında çok iyi ve çok merhametli bir insandı Ercan….”

Ercan’ı benden çok daha iyi tanıyordu, benden çok daha iyi özetlemiş.

Türk solunun ilk “Laz’ı” İsmail Bilen, Rize’nin Çamlıhemşin’inde doğmuştu.

Takma adlarından birini Fransız devrimci Marat’tan almıştı…

Dün uğurladığımız ikinci “Laz’ı”, Ercan Eyüboğlu da Rize'nin İkizdere’sindendi…

Ercan’ın kod adı yoktu…

Çünkü hep legaliteden yana bir devrimci olarak yaşadı.

Rize iki büyük solcu çıkarmıştı…

Biri bugün hala ülkesine dönemedi ve Sofya Devlet Mezarlığı'nda yatıyor.

Ötekini; Ercan Eyüboğlu’nu ise dün Çekmeköy mezarlığında toprağa verdik.

Artık orada yatıyor…

Çok iyi ve çok merhametli bir insandı Ercan…

QOSHE - Türk solunun Rizeli "ikinci ve son laz"ını dün uğurladık - Ertuğrul Özkök
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türk solunun Rizeli "ikinci ve son laz"ını dün uğurladık

65 0
18.04.2024

Dün Şakirin Camii'nin avlusundan Ercan Eyüboğlu’nu uğurladık.

Ailesi ölüm ilanından adının üstüne şu lakabını da yazmıştı:

“Laz Ercan…”

Bizim kuşağın sol devrimci tarihi, bir anlamda “Lakaplar” ve “Kod adları” tarihidir.

Mesela “Güzel Osman…”

Mülkiye tarihinin gelmiş geçmiş en yakışıklı erkeği kabul edilirdi.

Kadına “güzel”, erkeğe “yakışıklı” denilen bir çağda, ona “Güzel Osman” adı takılmıştı.

Mülkiyeli arkadaşları ölüm ilanını bile “Güzel Osman” diye vermişlerdi.

Soyadı Tokcan’dı…

Türk sol tarihinin “Laz” lakaplı iki ünlü kahramanı vardı.

Bir Türkiye Komünist Partisi’nin efsanevi genel sekreteri Laz İsmail’di…

TKP yasak olduğu için hayatı Moskova ve Doğu Berlin’de geçmiş bir komünistti…

Biz 60-/9 sol kuşakları onu “Laz İsmail” olarak bilirdik.

18 Ekim 1983’de Türkiye’de 12 Eylül rejimi sürerken ölmüştü.

Ailesi Hürriyet Gazetesi'ne ölüm ilanı vermişti ama adı orada “İsmail Bilen” olarak geçtiği için kimse fark etmemişti.

Sonra galiba Tercüman Gazetesi farkına varıp, onun TKP’li “Laz İsmail” olduğunu yazınca, kabak ölüm ilanını yayınlayan Hürriyet Gazetesi'nin başına patlamıştı.

Askeri yönetim Hürriyet Gazetesi'ni bir hafta kapatmıştı bu ilanı yayınladığı için.

Ercan Eyüboğlu, Behice Boran’ın Türkiye İşçi Partisi’ne yakındı.

1970’li yıllarda Paris’te benim gibi Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile okuyan Türk öğrencilerden biriydi.

12 Mart askeri ara dönemiydi…

Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hasan Esat Işık, ruhen askeri rejim karşıtı bir büyükelçiydi.

O dönemde olmayacak bir şey yaptı ve Paris’teki Türk öğrencilerin örgütlenmesi için Saint Michel meydanında büyük bir daireyi satın almış ve öğrenci birliğinin kurulması için öğrencilerin yönetimine vermişti.

Yani 68 Mayıs hareketinin başladığı meydan ve sokaklarda, Sorbonne’un iki adım ötesinde bütün solcu Türk öğrencilerin toplandığı bir öğrenci birliği lokalimiz vardı.

Böyle bir cüreti de ancak Hasan Esat Işık gibi bir Cumhuriyet sefiri yapabilirdi.

1970’li yılların başıydı ve tabii ki pek çoğumuz solcuyduk.

Dev Yol’un, Yurtsever Birleşik Cephe’nin, Maocuların, Deniz Gezmişcilerin, Mahir Çayancıların Türk öğrenci hareketi üzerinde tekel kurduğu yıllardı.

Düşünebiliyor musunuz, 12 Mart iktidarı Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı darağacına çıkarmaya hazırlanırken, Paris sokaklarında onların kurtarılması için dağıtılan bildiriler, bir Türk büyükelçinin sağladığı lokaldeki teksir makinasında basılıyordu.

Öğrenci birliğindeki seçimleri içinde bizim olduğumuz grup kazanmıştı.

Beş kişilik yönetim kurulunun iki üyesi TKP’li, iki üyesi TİP’li ve bir üyesi de TİP’le CHP arasında gidip gelen bendim.

Ercan Eyüboğlu işte o öğrenci birliğinin başkanıydı…

Hepimiz halk çocuklarıydık ve Abdülhamid........

© Bizim TV


Get it on Google Play