Seçimden sonra dile getirilen tezlerden biri şu: AKP’nin yerel seçimde ikinci parti konumuna düşmesi nedeniyle Erdoğan’ın eli zayıfladı, Batı ne isterse yapmaya mecbur kalacak, Türkiye kaybedecek…

Bu tezin hiçbir geçerliliği yok. Çünkü Erdoğan’ın eli güçlüyken de Batı’nın istediklerini yapıyordu!

AKP TBMM’nin üçte iki çoğunluğunu aldığında Erdoğan ABD’nin BOP eşbaşkanı oldu. Erdoğan Irak’a saldırıda kullansın diye ABD’ye Türkiye’nin limanlarını, havaalanlarını açtığında eli güçlü bir başbakandı.

Çok eskide mi kaldı dediniz? Daha dün Erdoğan ABD’nin talebiyle İsveç’in NATO üyeliğini onaylarken güçlü cumhurbaşkanı değil miydi? Erdoğan son 10 yıldır ABD ve AB’nin talebiyle milyonlarca sığınmacıyı fon karşılığında Türkiye’de tutarken güçlü cumhurbaşkanı değil miydi?

21 yılın dış politika tavizlerini burada listelemeye gerek yok, tablo ortada.

“Seçim sonrası eli zayıfladı, Batı’nın istediklerini yapmaya mecbur kalacak” varsayımı, Erdoğan’ın Atlantik düzeni karşıtı olduğu hayaline dayanıyor. Oysa Erdoğan hep Atlantikçidir. O düzen içinde zaman zaman taktik seviyede itirazlarda bulunması, stratejik konumunu değiştirmez. Kaldı ki neoliberal ekonomi programı uygulayan birinin Atlantik düzeninin dışında olma şansı yoktur.

Evet, Türk dış politikasın yönünü belirleyen en önemli etkenlerden biri uygulanan ekonomik programdır. Neoliberal program ile Atlantikçilik birbirinin bütünleyenidir. Şöyle de söyleyebiliriz: Neoliberal programı uygulayan hükümetlerin Atlantik düzeninden çıkma şansı yoktur; o düzenin içinde en fazla taktik seviyede itirazları olur. O itirazlar da “stratejik değerlenme” çabasıdır.

İşte Erdoğan’ın sabah “Eyyy ABD” dedikten sonra akşam ABD’nin talebini yerine getirmesinin “sırrı” buradadır.

Erdoğan’ın dün “nas” diyerek faizleri düşürmesi neoliberal programın dışında değildi. Hatta uygulanan “kur korumalı programla” ortaya çıkan “Türk doları” sonucu, tam da neoliberalizmdi. Büyük sermaye transferleri oldu, her neoliberal programın kaçınılmaz sonucu gibi, zenginler daha da zenginleşti, yoksullar daha da yoksullaştı…

Bu sermaye transferlerinin, bu belli kesimleri zenginleştirme programının sonucu olarak kasa boşaldı. Dolayısıyla Erdoğan’ın önüne ikinci bir sorun olarak, iktidarını sürdürebilmek için “büyük borç” bulma sorunu çıktı. İşte bu da Türk dış politikasını etkileyen yeni faktör olarak önümüzde duruyor.

Kaldı ki Erdoğan zaten bu faktör nedeniyle yeniden “Amerikan açılımı” denilecek bir sürece başlamıştı. Hükümet temsilcilerinin “beyaz sayfa” güzellemeleri altında savunma sanayisinde NATO müdürlükleri kurmak, savunma diyalog grupları oluşturmak, ortak üretim işbirlikleri aramak, ABD’nin talebiyle Yunaistan’la normalleşerek Doğu Akdeniz’de geri adım atmak gibi hamlelerde 9 Mayıs’a gelinmişti. Yani Erdoğan’ın 4 yıldır Biden’la Beyaz Saray’da görüşme umudu işte böyle doğmuştu.

Yani “9 Mayıs’ta taviz” 30 Mart günü vardı, 31 Mart sonucuyla ortaya çıkmadı.

31 Mart seçim sonucunun dış politikaya etkisi için asıl üzerinde durulması gereken konu şudur:

AKP’nin 2019 yerel seçimindeki yüzde 44 oyu, yüzde 35’e geriledi. CHP’nin 2019’daki yüzde 30 oyu ise yüzde 37’nin üstüne çıktı.

Peki CHP’nin yüzde 37’nin üzerine çıkarak birinci parti olmasındaki “belirleyici yeni oylar” kimlerin oyudur? Açık ki iktidarın neoliberal ekonomi programına tepki gösterenlerin oyudur; açlığa mahkûm edilen emekliler, yarısı asgari ücretle çalıştıran işçiler; özetle ezilenler, yoksullar, emekçiler, alt sınıflar…

Kısacası emekçiler neoliberal ekonomi programına itiraz oyu kullandı.

Diğer yandan AKP’nin Gazze politikası ile ABD ve NATO’nun taleplerini yerine getiren tutumunun da tepki oylarına dönüştüğü ortada.

Sonuç olarak neoliberal ekonomi programına itiraz ile dış politikadaki tavizlere itirazları topladığınızda, ortaya önemli bir “dış politikayı etkileyen dinamik” oranına ulaşırsınız.

Dolayısıyla bugünün meselesi şudur: CHP, bu dinamiğe dayanarak Türkiye’nin dış politikasını değiştirmeye ve bunun için AKP’ye basınç uygulamaya yönelecek mi? AKP’deki “neoliberal ekonomi – Atlantikçilik” ilişkisi ne yazık ki -belki biraz daha alt tonda- CHP’de de mevcut.

Dolayısıyla yarının meselesi de şudur: Sosyalistler, CHP’nin yukarıda işaret ettiğimiz dinamiğe dayanarak dış politikayı değiştirmeye yönelmesini zorlayabilecek mi?

Mehmet Ali Güller

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

QOSHE - 31 Mart sonucunun dış politikaya etkisi - Mehmet Ali Güller
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

31 Mart sonucunun dış politikaya etkisi

55 32
02.04.2024

Seçimden sonra dile getirilen tezlerden biri şu: AKP’nin yerel seçimde ikinci parti konumuna düşmesi nedeniyle Erdoğan’ın eli zayıfladı, Batı ne isterse yapmaya mecbur kalacak, Türkiye kaybedecek…

Bu tezin hiçbir geçerliliği yok. Çünkü Erdoğan’ın eli güçlüyken de Batı’nın istediklerini yapıyordu!

AKP TBMM’nin üçte iki çoğunluğunu aldığında Erdoğan ABD’nin BOP eşbaşkanı oldu. Erdoğan Irak’a saldırıda kullansın diye ABD’ye Türkiye’nin limanlarını, havaalanlarını açtığında eli güçlü bir başbakandı.

Çok eskide mi kaldı dediniz? Daha dün Erdoğan ABD’nin talebiyle İsveç’in NATO üyeliğini onaylarken güçlü cumhurbaşkanı değil miydi? Erdoğan son 10 yıldır ABD ve AB’nin talebiyle milyonlarca sığınmacıyı fon karşılığında Türkiye’de tutarken güçlü cumhurbaşkanı değil miydi?

21 yılın dış politika tavizlerini burada listelemeye gerek yok, tablo ortada.

“Seçim sonrası eli zayıfladı, Batı’nın istediklerini yapmaya mecbur kalacak” varsayımı, Erdoğan’ın Atlantik düzeni karşıtı olduğu hayaline dayanıyor. Oysa Erdoğan hep Atlantikçidir. O düzen içinde zaman zaman taktik seviyede itirazlarda bulunması, stratejik konumunu değiştirmez. Kaldı ki neoliberal ekonomi programı uygulayan birinin Atlantik düzeninin dışında olma şansı yoktur.

Evet, Türk dış politikasın yönünü belirleyen en önemli etkenlerden biri uygulanan ekonomik programdır. Neoliberal program ile Atlantikçilik birbirinin bütünleyenidir. Şöyle de söyleyebiliriz: Neoliberal programı........

© CGTN Türk


Get it on Google Play