Sinemaseverler bugün (17 Nisan) başlayan 43. İstanbul Film Festivali’nde, Avrupa’dan Güney Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya açılan yelpazede dünyanın dört yanından gelen 131 uzun metraj ve 12 kısa filmle, yedinci sanatın rengârenk örnekleriyle kucaklaşacak. Dünya sinemasının en yeni örnekleri, unutulmaz klasikler, kült filmler, usta yönetmenler ve yeni keşifler, 19 ayrı bölüm başlığı altında huzurumuzda olacak, sinema büyüsü bir kez daha hükmünü yürütecek.

‘Sinema Günleri’ olarak başlayıp ülkemizde birkaç sinemasever kuşağının oluşmasında vazgeçilmez bir okul niteliğine bürünen festival son yıllarında özellikle Avrupa sinemasının yaşadığı krizden doğal olarak etkilense de sinemaseverler için bir ‘hac yolculuğu’ olma özelliğini koruyor ve sinema sanatının nabzının attığı başlıca yerlerden biri olmayı sürdürüyor. Benim de ilk yıllarından itibaren takip ettiğim, gençlik dönemlerinde gece gündüz film izleyerek kendi çapımda rekorlar kırdığım İstanbul Film Festivali, herhangi bir ülke sinemasının, örneğin Çin sinemasının yıllar içinde geçirdiği değişimi gözlemek açısından da ilginç bir sürece karşılık geliyor. Diyelim ki 1990’lı yılların başlarında, ‘Kızıl Darı Tarlaları’ gibi uluslararası ödüllü bir filmi bile en fazla 35-40 kişi seyrederken, bugün Çin sineması örneklerine bilet bulunamıyor, Çin filmleri seyirciden hatırı sayılır ilgi görüyor.

Ustaların izinde yeni keşifler peşinde

Bu yıl Zhang Yimou, Chen Kaige, Feng Xiaogang, Jia Zhangke gibi Çin sinemasının usta isimlerinin değil, daha genç kuşaktan, daha az tanınan yönetmenlerin filmleri yer alıyor festival programında. Bu da yeni keşifler demek. Ray Yeung’un Hong Kong yapımı ‘Her Şey Güzel Olacak’ı bu çerçevede dikkat çeken ilk örnek.

Filmde Hong Kong’da yaşayan, 40 yılı aşkın süredir beraberlikleri süren Angie ve Pat çiftini tanıyoruz. Pat’in beklenmedik ölümünün ardından geleceği konusunda endişeye kapılan Angie, hem kendi saygınlığını hem de yıllardır paylaştıkları evi korumak için mücadele etmek zorunda kalır ve uzak-yakın akrabalarını karşısına alır.

Bugüne dek dört uzun metraj ve sekiz kısa film çeken Ray Yeung’un modern bağlamda ailenin niteliğini sorgulayan ve vasiyet bırakmadan ölmenin kimi sonuçlarına göz atan filmi, hayat arkadaşlığı ve akrabalık bağı karşılaştırmasını da Çin kültürü özelinde gerçekleştiriyor.

İkinci sırada bu kez farklı bir aile öyküsü var: ‘Bir Ailenin Kısa Hikâyesi’. Lin Jianjie, bu ilk yönetmenlik denemesinde, huzursuzluğunu rahatsız edici finaline dek hep yükselten, gizem dolu bir gerilim draması sunuyor. Kendi halinde bir ailenin kaderi ile ergenlik çağındaki tek oğullarının esrarengiz yeni arkadaşı Shuo bir şekilde iç içe geçer ve trajik bir olay her şeyi altüst eder. Çoğunlukla suskun olan Shuo, okulda bile çekingendir ama konuk olduğu bu aileyle birlikteyken kendini rahat hisseder. Shuo hayatlarına girip onlarla daha çok zaman geçirdikçe, tıpkı oğulları gibi ebeveynlerin de gözü boyanır. Ancak hiçbir şey göründüğü değildir.

Moritanyalı usta yönetmen Çin’e bakıyor

Wang Bing’in ‘Karanlıktaki Adam’ı bir Kültür Devrimi eleştirisi ve dilinin Çince olması dışında yapım süreci açısından Çin’le bir ilgisi yok; Fransa-ABD-İngiltere ortak yapımı Çin karşıtı bir iç dökme çalışması gözüyle de bakılabilir. Halen Almanya’da ‘sürgünde yaşayan’ 86 yaşındaki besteci Wang Xilin’in Kültür Devrimi yıllarında başından geçenleri anlatan belgesel film, alacakaranlık tonların hakim olduğu deneysel bir opera-tiyatro-sinema bileşimi.

Son olarak ‘Siyah Çay’… Moritanyalı usta sinemacı Abderrahmane Sissako’nun dikkat çekici, gözlemsel ve duygusal yeni filminin önemli bölümü Çin’de geçiyor ve düğün gününde ‘hayır!’ diyecek kadar cesur bir kadının öyküsünü anlatıyor. 30’lu yaşlardaki Aya, nikâh masasında ‘hayır’ diyerek herkesi şaşırttıktan sonra, Çin’de yeni bir hayat kurmak için ülkesi Fildişi Sahili’nden ayrılır. Bu yabancı ülkeye geldiğinde güney kenti Guangzhou’da yaşayan Cai’nin sahibi olduğu bir çay dükkânında iş bulur. Aya bu kadim sanatı öğrenirken, Cai’yle ilişkileri yavaş yavaş duyarlı bir aşka dönüşür.

YAZARIN TÜM YAZILARI İÇİN TIKLAYIN

QOSHE - İstanbul Film Festivali'nde Çin öyküleri - Tunca Arslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İstanbul Film Festivali'nde Çin öyküleri

8 0
17.04.2024

Sinemaseverler bugün (17 Nisan) başlayan 43. İstanbul Film Festivali’nde, Avrupa’dan Güney Amerika’ya, Asya’dan Afrika’ya açılan yelpazede dünyanın dört yanından gelen 131 uzun metraj ve 12 kısa filmle, yedinci sanatın rengârenk örnekleriyle kucaklaşacak. Dünya sinemasının en yeni örnekleri, unutulmaz klasikler, kült filmler, usta yönetmenler ve yeni keşifler, 19 ayrı bölüm başlığı altında huzurumuzda olacak, sinema büyüsü bir kez daha hükmünü yürütecek.

‘Sinema Günleri’ olarak başlayıp ülkemizde birkaç sinemasever kuşağının oluşmasında vazgeçilmez bir okul niteliğine bürünen festival son yıllarında özellikle Avrupa sinemasının yaşadığı krizden doğal olarak etkilense de sinemaseverler için bir ‘hac yolculuğu’ olma özelliğini koruyor ve sinema sanatının nabzının attığı başlıca yerlerden biri olmayı sürdürüyor. Benim de ilk yıllarından itibaren takip ettiğim, gençlik dönemlerinde gece gündüz film izleyerek kendi çapımda rekorlar kırdığım İstanbul Film Festivali, herhangi bir ülke sinemasının, örneğin Çin sinemasının yıllar içinde geçirdiği değişimi gözlemek açısından da ilginç bir sürece karşılık geliyor. Diyelim ki 1990’lı yılların başlarında, ‘Kızıl Darı Tarlaları’ gibi uluslararası ödüllü bir filmi bile en fazla 35-40 kişi seyrederken, bugün Çin sineması örneklerine bilet bulunamıyor, Çin filmleri seyirciden hatırı sayılır ilgi........

© CGTN Türk


Get it on Google Play