Babil Kulesi, kutsal kitaplarda ve efsanelerde “Gökyüzüne ve Tanrıya ulaşma arayışının” ama aynı zamanda da rekabet arzusunun sembolü olarak anlatılır. Buna karşılık kulenin yıkıntılarının, insanoğlunun korumasızlığını, güç arayışı sonucu karşılaştığı felaketleri ve çektiği acıları sembolize ettiğine inanılır.

“Babil Kitaplığı” başlıklı öyküsünde evreni “engin bir kitaplık” olarak betimleyen Jorge Louis Borges, bu kitaplıkta gelmiş geçmiş bütün kitapların bulunduğuna tanıklık eder ve “Evren haklı çıkıyordu; evren birdenbire, umudun sınırsız boyutlarını ele geçirmişti” der. Tutkuyla bağlı olduğu Babil Kulesi-Babil Kitaplığı metaforu, evrensel kültüre sonsuz ve sarmal bir düş gücü katmış olan Borges’in 30 ciltlik bir seri olarak “Babil Kitaplığı” adı altında dünya edebiyatından benzersiz bir seçme yapmasını da sağlamış ve iş elbette ki “Yatay Babil Kulesi” olarak da tanımlanan Çin Seddi’ne kadar dayanmıştır. Bu ciltlerden birinde Franz Kafka’nın 1917’de yazdığı, ilk kez 1937’de yayımlanan “Çin Seddi’nin İnşası” adlı öykü de yer alır.

Kafka’ya bu öykü için ilham veren şey, Prag’ta bulunan ve 14. yüzyılda herhangi bir amaç güdülmeksizin mahkûmlara yaptırılan “Açlık Duvarı”dır. Evinin yakınındaki bu duvardan Çin Seddi’ne uzanır ünlü Çek yazar ve “bütün çağların, bütün kavimlerin inşaat bilgisinin” kullanıldığı bu “büyük meydan okuma”nın anlatımını, duvarın yapımında çalışan kalifiye bir işçinin ağzından anlatır. Bütün bilgi, deyim yerindeyse bütün kitaplar Çin Seddi’ne odaklanmıştır sanki. O zamanın ruhunu şöyle anlatır adını bilmediğimiz işçi:

“İnşaat başlamadan elli yıl önce, etrafı duvarla çevrilecek olan bütün Çin’de inşaat ustalığı, bilhassa duvarcılık, en önemli ilim kabul edilmiş ve diğer her şey bununla ilişkisi ölçüsünde tasvip edilir olmuştu.”

Ve şöyle devam eder:

“O zamanlar Babil kulesi inşaatındaki emeğin gerisinde kalmayan, diğer yandan Tanrı’nın beğenisi açısından, en azından insan hesabına göre, o kulenin tam aksini temsil eden bir çalışma yapıldı. Bundan söz ediyorum, çünkü inşaatın ilk zamanlarında bir bilgin, bu karşılaştırmaları son derece esaslı bir şekilde yaptığı bir kitap yazdı.”

Duvarın yapımı için “Kuzeyden gelen barbar kavimlerin” asla ulaşamayacağı ve hiçbir tehdit oluşturmadıkları Güney Çin’den gelmiş olan işçi, “Ülkemiz o kadar büyüktür ki onun büyüklüğüne hiçbir masal erişemez, üstünü kaplamaya gökyüzü yetmez ve Beijing sadece bir noktadır, imparatorluk sarayı ise noktacık” demektedir.

Borges ise 1950’de kaleme aldığı “Çin Seddi ve Kitaplar” başlıklı denemesinde, Büyük Duvar’ı inşa etme emrini veren İmparator Qin Shi Huang’ın aynı zamanda kendi döneminden önce yazılmış bütün kitapları imha ettirdiğine dikkat çeker. “Duvarlar savunma unsuru oluşturduğu için Çin Seddi’ni inşa ettirdi, muhalifleri önceki imparatorları yüceltmek için başvurduğundan kitapları yaktırdı. Kitapları yakmak ve surlar inşa etmek prenslerin ortak görevidir. Qin Shi Huang’ın da onlardan farkı yoktu; yaptıklarının büyüklüğü dışında!” diyen Borges şunu da ekliyor: “Qin Shi Huang tarihin kendisiyle başlamasını istediğinde Çinliler üç bin yıllık tarih bilgisine sahipti.”

Babil Kulesi rekabet, Çin Seddi meydan okuma olarak yer aldılar insanoğlunun bilgisinde. İlki gökyüzüne erişme isteğinin karşılığıydı, ikincisinin üstünü kaplamaya gökyüzü yetmiyordu. İkisi de tüm insan bilgisini içeriyordu ve insan gururunun farklı yüzlerini yansıtıyorlardı.

Babil Kulesi’ni klasik resimlerden başka bir yerde göremiyorum ve Çin Seddi’nin uzaydan görünüp görünmediğini bilmiyorum. Ama dağların arasından kıvrılıp giden uçsuz bucaksız duvara bakmanın, uzaydan dünyaya bakmak ya da o güne kadar yazılmış bütün kitapları okumak gibi müthiş bir etki yarattığını iyi biliyorum.

QOSHE - Kafka ve Borges’e göre Çin Seddi - Tunca Arslan
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kafka ve Borges’e göre Çin Seddi

11 0
21.02.2024

Babil Kulesi, kutsal kitaplarda ve efsanelerde “Gökyüzüne ve Tanrıya ulaşma arayışının” ama aynı zamanda da rekabet arzusunun sembolü olarak anlatılır. Buna karşılık kulenin yıkıntılarının, insanoğlunun korumasızlığını, güç arayışı sonucu karşılaştığı felaketleri ve çektiği acıları sembolize ettiğine inanılır.

“Babil Kitaplığı” başlıklı öyküsünde evreni “engin bir kitaplık” olarak betimleyen Jorge Louis Borges, bu kitaplıkta gelmiş geçmiş bütün kitapların bulunduğuna tanıklık eder ve “Evren haklı çıkıyordu; evren birdenbire, umudun sınırsız boyutlarını ele geçirmişti” der. Tutkuyla bağlı olduğu Babil Kulesi-Babil Kitaplığı metaforu, evrensel kültüre sonsuz ve sarmal bir düş gücü katmış olan Borges’in 30 ciltlik bir seri olarak “Babil Kitaplığı” adı altında dünya edebiyatından benzersiz bir seçme yapmasını da sağlamış ve iş elbette ki “Yatay Babil Kulesi” olarak da tanımlanan Çin Seddi’ne kadar dayanmıştır. Bu ciltlerden birinde Franz Kafka’nın 1917’de yazdığı, ilk kez 1937’de yayımlanan “Çin Seddi’nin İnşası” adlı öykü de yer alır.

Kafka’ya bu öykü için ilham veren şey, Prag’ta bulunan ve 14. yüzyılda herhangi bir amaç güdülmeksizin mahkûmlara yaptırılan “Açlık Duvarı”dır. Evinin yakınındaki bu duvardan Çin........

© CGTN Türk


Get it on Google Play