Son günlerde Orhan Veli Kanık’ın “Masal” şiirini üst üste okuyorum:

“Çocuk gönlüm kaygılardan âzâde;/ Yüzlerde nur, ekinlerde bereket;/ At üstünde mor kâküllü şehzâde:/ Unutmaya başladığım memleket. Şakağımda annemin sıcak dizi,/ Kulağımda falcı kadının sözü,/Göl başında padişahın üç kızı,/ Alaylarla Kafdağına hareket...”

Şiir, okunup geçilmez, okuyanın içinde çağrışımlar yaratır. “Masal”ı okurken çocukluğumda olduğu gibi, düşsel dünyamda “mor kâküllü şehzâdeler” canlandı, “şakağımda annemin dizi”nin sıcaklığını duydum.

Bellek, yerinde çakılıp kalmıyor; unutulanları birden açığa vuruyor. Biren babamın öfkeli günlerinde, annemin bir köşede asılı entarisinin arasına saklandığım günlere gittim.

Komşumuz Atiye Abla’nın, annemin falına bakıp ileride mutluluğa ereceğimiz günleri anlattığını duyar gibi oldum. Onunla da kalmadım, açlık günlerimi anımsayarak kendimi zengin sofralarının başında buldum...

Bu arada Kafdağı denilen yerin nerede olduğunu, şairin neden kalabalıklarla oraya “hareket” ettiğini merak ettim, ben de onların arasına katılmak istedim...

MASAL DÜNYASI

Yaşım 90’ı bulsa da masal tutkumda hiçbir eksilme olmadı. Masalını Yitiren Dev adlı romanımda, çocukluktan başlayıp 16 yaşında Köy Enstitüsüne canımı hangi darlıklar içinde attığımı anlattım.

Binbir Gece Masalları’ının dünyasına da Köy Enstitüsü soktu beni. Yıllar sonra, bizim masallarımızı, On Beş Türk Masalı kitabımda bir araya getirdim. Onunla da kalmadım, “Ölümün Gölgesi Yok” adlı romanımın bölüm başlarına “Binbir Gece Masalları”ndan, ancak yazınsal ya da bilimsel kitaplarda rastlanabilecek ilginç alıntılar koydum:

“O yanımdan ayrılınca tanrılar evinden bir kul yaklaşmış, ‘Onun yüzünün aylasını, görünmez iğnenin ucuyla gözünün iç köşesine yazıyorum; o, sana emanetimdir’ demişti.”

“Sen ki güneşe bakmaktasın! Görmez misin ki, onun yeri insan gözünün ölçemeyeceği yükseklerdedir! Kanat takınmadan, ona ulaşılabileceğini mi sanıyorsun ey saf kişi; yoksa sana kadar ineceğini mi, güneşin?”

Bu haftanın ilk gününde, ülkenin geleceğini karanlığa boğan bir dönemin üstüne Atatürk aydınlığının güneşi doğdu. Şu anda içimde Orhan Veli Kanık kuşağından Behçet Necatigil’in “Kır Şarkısı” şiirinin dizelerinin yarattığı sevinci yaşıyorum:

Tam otların sarardığı zamanlar/ Yere yüzükoyun uzanıyorum/ Toprakta bir telaş, bir telaş/ Karıncalar öteden beri dostum. Ellerime hanım böcekleri konuyor/ Ne şeker şey onlar!/ Uç böcek, uç böcek diyorum/ Uçuyorlar...

Şairin dediği oldu, karıncalar yerin dibinden günyüzüne çıktı, tüm ağaçları uçuşan hanım böceklerinin baharı muştulayan sesi sardı...

QOSHE - Çocuk gönüllü bir şair - Adnan Binyazar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çocuk gönüllü bir şair

22 2
05.04.2024

Son günlerde Orhan Veli Kanık’ın “Masal” şiirini üst üste okuyorum:

“Çocuk gönlüm kaygılardan âzâde;/ Yüzlerde nur, ekinlerde bereket;/ At üstünde mor kâküllü şehzâde:/ Unutmaya başladığım memleket. Şakağımda annemin sıcak dizi,/ Kulağımda falcı kadının sözü,/Göl başında padişahın üç kızı,/ Alaylarla Kafdağına hareket...”

Şiir, okunup geçilmez, okuyanın içinde çağrışımlar yaratır. “Masal”ı okurken çocukluğumda olduğu gibi, düşsel dünyamda “mor kâküllü şehzâdeler” canlandı, “şakağımda annemin dizi”nin sıcaklığını duydum.

Bellek, yerinde çakılıp kalmıyor; unutulanları birden açığa vuruyor. Biren babamın öfkeli günlerinde, annemin bir köşede asılı entarisinin arasına saklandığım günlere gittim.

Komşumuz Atiye Abla’nın, annemin falına bakıp ileride mutluluğa ereceğimiz günleri anlattığını duyar gibi oldum. Onunla da kalmadım, açlık........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play