Aziz Nesin yıllar önce konuşma yapmak üzere çağrıldığı Berlin’de onu dinlemeye gelen Alman izleyicilerin kucağındaki köpekleri görünce “Burada çocuğun yerini köpek yavruları almış” deyince salonda alkış patlamaları olmuştu. Ben de onca gürültüye karşın köpeklerin hiçbirinden ses çıkmayışına şaşırmış, kendimi çocukluk yıllarımın sabahlarında bulmuştum.

Horoz ötüşlerinden sonra başlayan köpek havlamalarıyla gözümü açardım sabaha. Ama o zamanın köpekleri uysal değildi. Koşan birini görünce havlayarak arkasına takılırlardı.

Böyle bir olay bir gün benim başıma da gelmiş, kurtuluşu eve kaçmakta bulmuştum. Korkudan sapsarı olduğumu gören nenem öğüde başlamıştı:

“Köpek görünce koşmayacaksın, yerinde çakılıp kalacaksın, seni koklar, bizden biri olduğunu anlarsa küçük havlamalarla geçip gider.”

Berlin’de yaşlı ya da genç, köpeği olan herkes onun nasıl eğitileceğini de bilir. Çocuklara gösterdikleri şefkati köpeklere de gösterirler. O nedenle, sokakta köpek sesi duyulmaz. Gezmeye çıktığımda köpeklerle karşılaşınca aynı şefkati ben de duyuyorum. Özellikle yavru köpekler, onlara duyduğum şefkati gözümün ışığından anlıyor, dizimden yukarıya doğru tırmanmaya kalkıyorlar. O sırada, sahiplerinin asık olan yüzüne gülüş belirtileri yayıldığı gözümden kaçmıyor.

Ben yaşlarda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Ağaçlarda ötüşen kuşların avcısıydı. Onların baharı muştulayan seslerini duyunca elindeki sapanla nişan alıp kuşu aşağıya düşürmek onu mutlu kılıyordu. Kuşun kana boyanan kanatlarını görüp içimden ağlamalar geçse de bir gün çocukluğun kahramanlık duygusuna kapılarak ben de elime aldığım taşı, başka dallarda öten bir kuşa fırlatıvermiştim. O da önceki kuş gibi, kanlar içinde yere serilmişti. Özendiğim arkadaş beni alkışlarken acıdan içimde derin yaralar açılmıştı.

Shakespeare’in Macbeth’e söylettiği gibi, “Yaşım güze erişti, sararmış yapraklara döndüm”. Gelecek hafta 90’ıncı yaşıma giriyorum. Bugüne değin kuşun yere serili kanlı kanatları bir an olsun gözümün önünden gitmedi.

İnsan yaşadıkça umulmadık olaylara tanık oluyor. Kentin birinde köpekleri yok etmek için, belediye görevlilerinin sokaklara zehirli yiyecekler koyduğunu, ertesi gün şafak sökmeden de ölen köpekleri toplayıp kentin ıssız bir yerinde açtıkları bir çukura gömdüğünü anlatmıştı nenem.

Birinin de çocuğunu kovalayan bir köpeği yakalayıp ibret olsun diye herkesin gözü önünde canından ettiğini duymuştum.

Dünyada öldürüm eksilmiyor, giderek daha da çoğalıyor. Şu haberi de geçen haftaki gazetelerde okudum:

“İbrahim Keloğlan Başakşehir’de bir sitenin asansöründe kaçmaya çalışan kediyi beş dakika boyunca kovalayıp tekmeleyerek, üzerine basıp ezerek öldürdü.”



QOSHE - Onlarınki de can! - Adnan Binyazar
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Onlarınki de can!

16 5
01.03.2024

Aziz Nesin yıllar önce konuşma yapmak üzere çağrıldığı Berlin’de onu dinlemeye gelen Alman izleyicilerin kucağındaki köpekleri görünce “Burada çocuğun yerini köpek yavruları almış” deyince salonda alkış patlamaları olmuştu. Ben de onca gürültüye karşın köpeklerin hiçbirinden ses çıkmayışına şaşırmış, kendimi çocukluk yıllarımın sabahlarında bulmuştum.

Horoz ötüşlerinden sonra başlayan köpek havlamalarıyla gözümü açardım sabaha. Ama o zamanın köpekleri uysal değildi. Koşan birini görünce havlayarak arkasına takılırlardı.

Böyle bir olay bir gün benim başıma da gelmiş, kurtuluşu eve kaçmakta bulmuştum. Korkudan sapsarı olduğumu gören nenem öğüde başlamıştı:

“Köpek görünce koşmayacaksın, yerinde çakılıp kalacaksın, seni koklar, bizden biri olduğunu anlarsa küçük havlamalarla geçip gider.”

Berlin’de yaşlı ya da genç, köpeği olan herkes onun nasıl eğitileceğini de bilir.........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play