Kurumların sağlıkları ve ömürleri, oluşturmayı başarıp/başaramadıkları akıl zinciri ve ortak bellekle orantılıdır. Fasulyeciyan’ın tiradında, “Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır” diye tanımladığı, suya yazı yazmaya benzeyen tiyatro gibi bir sanat dalındaki kurumlar söz konusu olduğunda, akıl zinciri ve ortak bellek daha da önem kazanır.

Usta sanatçılarla birlikte pişmenin, onlardan adabı, disiplini öğrenmenin, sahneyi ikinci bir okul olarak yaşamanın da ifadesi olan usta-çırak ilişkisi bu nedenle kurumsal bakımdan da can alıcı bir öneme sahiptir. Çünkü kuşakları birbirine bağlar; zaten “akıl zinciri” dediğim, aktarıla aktarıla zenginleşen yöntem ve yönetim birikimi ile kurumsal ortak bellek başka türlü oluşmaz. Tiyatro zincirinin halkaları koparılırsa, zaman akıp gider ve geride “fısıldaşan replikler”le “eski program dergilerindeki soluk hayaller”den başka bir şey kalmaz pek.

Tabii ki tiyatrodaki usta-çırak ilişkisi kavramını yeniliğe kapalılık ve gençlere yer açmamak olarak yorumlamamak gerekir. Kuşaklar arası zincir, bir alışveriş olarak işlerse zenginleştirici olur. Tiyatro sanatının özünde gelenek ve yenilenme el ele yürür. Meyerhold’un bu konuyla ilgili çok güzel bir sözü vardır: “Tiyatroda gelenekler devrimcidir” der.

Modern Türk tiyatrosunun kurucusu olan Muhsin Ertuğrul bir kurumsallaşma üstadıydı aynı zamanda. Bu anlamda en büyük hüneri de tiyatronun geleneklerini, disiplinini yeniliğe, yenilenmeye ve gençlere açık bir kuşaklar arası ilişkiyle bir arada sürdürmeyi bilmesiydi.

İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun bir dönemine damgasını vurmuş isimlerden Hamit Akınlı ile yıllar önce sohbet ederken Muhsin Bey’in Türk tiyatrosuna yaptığı en büyük iyiliklerden birinin genç kuşağın önünü açması, tiyatro âşığı ve yetenekli kimi gençleri yurtdışına gönderip eğitim almalarını sağlaması veya yurtdışında eğitim gören gençleri bulması, sonra da onlara alan açması olduğunu söylemişti. Bu gençler Türkiye’ye döndükten sonra, 1960’ların başlarında Türk tiyatrosuna yeni bir birikim getirdiler; sadece yaptıklarıyla değil, insanlarda uyandırdıkları “demek yeni bir şeyler de yapılabilirmiş” heyecanıyla taze bir soluk oldular.

Bu isimler içinde hemen akla gelenler: Beklan Algan, Ayla Algan, Engin Cezzar, Şirin Devrim, Tunç Yalman...

Onların aldıkları eğitimleri, bitirdikleri okulları, başarılarını, ilgilendikleri farklı alanları, giriştikleri yeni denemeleri, yurtiçinde ve yurtdışında yaptıkları işleri alt alta yazın, sonra bir adım geri çekilip bakın. Tabii ki erişilmesi zor kariyerler çıkacak karşınıza bir tarafıyla. Ama bence işin asıl can alıcı yanı, hepsinin yaşamlarını tiyatro için, tiyatroyla birlikte ve hep tiyatro içinde düşünmeleri ve sürdürmeleridir. Sanki kendilerine devredilmiş bir misyonun, bırakılmış bir mirasın takipçisi olarak geçirmişlerdir ömürlerini.

İşte kısa süre önce yitirdiğimiz değerli sanatçı Ayla Algan’ın usta oyunculuğunun yanında en önemli özelliklerinden biri de bu eğitmen kimliği ve tiyatroya adanmışlığı, bunu Beklan Algan ile birlikte bir misyon gibi benimsemeleriydi.

İstanbul Şehir Tiyatrosu bünyesinde kurdukları Tiyatro Araştırma Laboratuvarı (TAL) ve yetiştirdikleri sayısız öğrenci bunun en açık göstergeleridir. Bu tarz laboratuvarların 20. yüzyıl başında Rus tiyatrosunda yaşanan devrim niteliğindeki yenilenmede, sonra da Avrupa tiyatrosundaki arayışlarda nasıl bir rol oynadıkları bilinir. Tiyatro laboratuvarı, “piyasaya” ürün sunma kaygısı taşımayan ve farklı kuşakları, farklı disiplinleri bir araya getiren niteliğiyle bir arayış ve yenilenme ocağıdır. Bu nedenle TAL, başardıkları veya başaramadıklarıyla değil, sadece var olmasıyla bile tiyatromuzda bir kilometre taşıdır.

Ayla Algan yurtiçinde ve yurtdışında sayısız sahnede bıraktığı “fısıldaşan replikleri”yle olduğu kadar, adanmış “tiyatro misyoneri” kimliğiyle de gönüllerde yaşayacak.

QOSHE - Fısıldaşan replikler - Ayşe Emel Mesci
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Fısıldaşan replikler

12 0
15.01.2024

Kurumların sağlıkları ve ömürleri, oluşturmayı başarıp/başaramadıkları akıl zinciri ve ortak bellekle orantılıdır. Fasulyeciyan’ın tiradında, “Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır” diye tanımladığı, suya yazı yazmaya benzeyen tiyatro gibi bir sanat dalındaki kurumlar söz konusu olduğunda, akıl zinciri ve ortak bellek daha da önem kazanır.

Usta sanatçılarla birlikte pişmenin, onlardan adabı, disiplini öğrenmenin, sahneyi ikinci bir okul olarak yaşamanın da ifadesi olan usta-çırak ilişkisi bu nedenle kurumsal bakımdan da can alıcı bir öneme sahiptir. Çünkü kuşakları birbirine bağlar; zaten “akıl zinciri” dediğim, aktarıla aktarıla zenginleşen yöntem ve yönetim birikimi ile kurumsal ortak bellek başka türlü oluşmaz. Tiyatro zincirinin halkaları koparılırsa, zaman akıp gider ve geride “fısıldaşan replikler”le “eski program dergilerindeki soluk hayaller”den başka bir şey kalmaz pek.

Tabii ki tiyatrodaki usta-çırak ilişkisi kavramını yeniliğe kapalılık ve gençlere yer açmamak olarak yorumlamamak gerekir. Kuşaklar arası zincir, bir alışveriş olarak işlerse zenginleştirici olur. Tiyatro sanatının özünde gelenek ve yenilenme el ele yürür. Meyerhold’un bu konuyla ilgili çok güzel bir sözü vardır: “Tiyatroda gelenekler........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play