24 Ocak Pazar günü, her pazar sabah olduğu gibi halı saha futbol oynamaya gitmiştim. Spor sonrası arkadaşlarla çay sohbet derken eve dönüşüm öğle civarıydı. İstanbul’da güneşli bir kış günüydü. Evde biraz tembellik yaptıktan sonra televizyonda kanal ararken haber önüme altyazılardan düştü: Uğur Mumcu Ankara’da bombalı suikast sonucu öldürüldü.”

Evde acı acı çığlık atmaya başladı annem ve babam; müstakbel eşim Sibel dehşet içinde salona koştu… Kafamı duvarlara vurmak istiyorum… Sanki bir kabustan uyanmaya çalışıyorum. Haberler ve görüntüler artmaya başladı sorumsuz bir anlayış içinde… Cinayet mahallinin kapıları adeta herkese açıldı, bütün deliller olay yerinde yok ediliyordu… Gözlerimize inanmadık… Hemen öğleden sonra Sibel ile Cumhuriyet Gazetesi’nin Babıali’deki eski efsanevi merkezine koştuk.

1987’de Türkiye’ye döndüğümden beri, yobazlığın en sinsi ve açık şekillerde hücrelerimize adım adım yayıldığını ilk gören kişilerden biriydim. Ne yazık ki, o günlerde insanlar 12 Eylül döneminin bozuk düzeninden, ANAP iktidarından nasiplenme peşinde koşuyorlardı. İkazlarım gerek insanların gerek çevremin gerek siyasilerin bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Maalesef tehlikeyi göremeyenler arasında en başta SHP geliyordu. Ne rahmetli Erdal İnönü ne de onun genel sekreteri Deniz Baykal durumun farkındaydılar. Gerçekleri görebilen çok az sayıda insanla sık sık buluşmaya başladık. Özellikle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmakta olan Prof. Muammer Aksoy, Hürriyet Gazetesi baş yazarı Oktay Ekşi, ÇYDD’yi kuran Prof. Aysel Ekşi ve Prof. Türkan Saylan, Prof. Necla Arat, Mustafa Kemal Derneği yöneticileri benim hayatımda artık sanatçı dostlarımdan neredeyse daha sık görüştüğüm yol arkadaşlarım haline geldiler. Şimdilerde sevgili büyüğüm Yekta Güngör Özden’le sürekli haberleşmeye devam ediyoruz.

İşte o yıllarda, bizim Atatürkçü grubumuzun sürekli hedefleri ve faaliyetleri vardı ve kimsenin önem vermediği veya görmediği yobaz sızmaları duyurmaya çalışıyorduk. Özellikle bunların en tehlikelisi olan 163. maddenin, 141. ve 142. ile beraber kaldırılma riskiydi. Yeni kuşak dostlarımızın birçoğu bilmez; 141. ve 142. Türk Ceza Kanunu’nda komünizm propagandası yapma yasa ile ilgili ceza maddeleriydi. Mesela bu yasalar nedeniyle bir kahvede otururken sakin bir şekilde önündeki boş bir kağıda Rus bayrağı çizen bir genç şayet yan masadan bir ihbar gelirse karga tulumba karakola götürülebiliyordu. 163. madde ise, dincilik ve şeriat propagandasını yasaklayan ilgili ceza maddesiydi. Sovyetler Birliği, Berlin Duvarı’nın çöküşünden sonra hızla dağılmış ve komünist fikirleri ihraç etme senaryosu kapanmıştı. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti laik, demokrat, özgürlükçü siyasi rejimi ve yaşam tarzı ile Orta Doğu’nun din devletleri için büyük bir kötü örnek sayılıyordu. Dolayısıyla başta İran’dakiler olmak üzere birçok yobaz terör örgütü için laik Türkiye savunucuları doğrudan hedef sayılıyordu. Zaten İran’da anti-laik teröristlerin eğitildiği, artık olağan gazete haberleri arasındaydı!

Alçak katiller aramızdan ilk Muammer Aksoy’u çekip aldılar. 31 Ocak 1990’da evinin girişinde hainlerle karşılaştığında o saldırının nereden geldiğini çok iyi biliyordu. Öldürülmeden belki 4-5 gün önce Ankara’da kendisiyle yaptığım konuşmada o haftaki makalemi kutladıktan sonra “Bedri’ciğim dikkatli yaz, biliyorsun bu adamların niyeti kötü” demiş, ben de kendisine “Sevgili Muammer Bey bizler yazmazsak kim yazar? Biz doğruları söylemeye mecburuz” dediğimde “Sen de haklısın Bedri’ciğim, haklısın yaz, devam et” demişti. Aklıma o konuşma geldi… Maalesef Aksoy’un ardından hızla diğer cinayetler geldi, aynı alçak merkezden düğmeye basıldığı çok açık olan… Aynı yıl 7 Mart’ta Çetin Emeç, 4 Eylül’de Turan Dursun, 6 Ekim’de Bahriye Üçok sırayla yine kahpe suikastlerle aramızdan alındılar.

2014’te onanan “Umut Davası”nda, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi mahkûmiyet kararını verdi. 1988-1999 yılları arasında gerçekleştirilen ve aralarında Aksoy, Mumcu, Üçok ve Kışlalı’nın da bulunduğu suikastleri, aynı zamanda 1990-1994 yılları arasında aralarında Çetin Emeç ve Turan Dursun cinayetinin de olduğu saldırıları gerçekleştiren Tevhid-Selam Kudüs Ordusu’nun ve İslami Hareket Örgütü’nün, silahlı terör örgütü nitelikleri Yargıtay tarafından 2002 yılında kabul edilmişti. Sanıkların, Kudüs Ordusu ve SAVAK lağvedildikten sonra kurulan İran Gizli Servisi SAVAMA ile bağlantıya geçerek askeri eğitim aldığı ortaya çıktı. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır! İpuçlarının, azmettiriciler noktasında nerelere doğru tırmandığını varın siz düşünün!

Araştırmacı-gazeteci Uğur Mumcu bugün bir efsane. Yeni kuşak için, adını duydukları bir abide, örnek bir gazeteci, demokrasi şehidi. Ayrı kentlerde yaşamamıza rağmen her an temasta kaldığım ve haftada en az üç kere gidişat üzerine istişare yaptığımız mütevazı bir örnek, harika bir “bilen” dosttu. Onun esprileri, cesareti, Türkçe’yi hem okunur hem anlaşılır hem de edebi üslupla kullanabilme meziyetleri paha biçilmezdi. Bugün “araştırmacı gazetecilik” dendiğinde akla gelen ilk isim olan Mumcu, günümüzün genç gazetecilerine örnek olmaya ve ışık tutmaya devam ediyor… Ankara’da değerli eşi Güldal Mumcu’nun yönettiği UM:AG (Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı), genç gazeteci adaylarına meslek kapılarını en güzel şekilde açan çok önemli bir kurum. Mumcu, ölümsüzlüğü en derinden kanıtlanmış isimlerden biri bu coğrafyada…

Mumcu yaşasaydı neler olurdu, bunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz. Türkiye’nin her yerinden yurtsever ve her önemli mevkiinde görevli Cumhuriyetçi, Atatürkçü vatanperverler ona güvenerek büyük bir bilgi akışı sağlarlardı. Bunlar ayrı bir makale veya kitap konusu… Ama mesela size şu kadarını söyleyebilirim, hasbelkader bugünkü ortama ışınlansaydı, herhalde sözde muhalefetin yine bir bölünme yarışında olduğunu gördüğünde isyan eder ve “Siz geçmişten hiç mi ders almazsınız, hepiniz mi intihar peşinde koşuyorsunuz?” diye kalemini oynatırdı.

Onu gerçekten çok arıyoruz. Öte yandan, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivanlı, Murat Ağırel gibi birçok genç gazetecinin onun değerleri ve cesaretiyle gazetecilik mesleğinin yüz akı olarak görevlerine korkusuzca devam etmeleri, Mumcu örneğinin ve mayasının Türkiye’de tuttuğunun kanıtı, en büyük kanıtıdır.

QOSHE - “Araştırmacı gazetecilik” efsanesi aydınlatmaya devam ediyor - Bedri Baykam
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Araştırmacı gazetecilik” efsanesi aydınlatmaya devam ediyor

12 0
25.01.2024

24 Ocak Pazar günü, her pazar sabah olduğu gibi halı saha futbol oynamaya gitmiştim. Spor sonrası arkadaşlarla çay sohbet derken eve dönüşüm öğle civarıydı. İstanbul’da güneşli bir kış günüydü. Evde biraz tembellik yaptıktan sonra televizyonda kanal ararken haber önüme altyazılardan düştü: Uğur Mumcu Ankara’da bombalı suikast sonucu öldürüldü.”

Evde acı acı çığlık atmaya başladı annem ve babam; müstakbel eşim Sibel dehşet içinde salona koştu… Kafamı duvarlara vurmak istiyorum… Sanki bir kabustan uyanmaya çalışıyorum. Haberler ve görüntüler artmaya başladı sorumsuz bir anlayış içinde… Cinayet mahallinin kapıları adeta herkese açıldı, bütün deliller olay yerinde yok ediliyordu… Gözlerimize inanmadık… Hemen öğleden sonra Sibel ile Cumhuriyet Gazetesi’nin Babıali’deki eski efsanevi merkezine koştuk.

1987’de Türkiye’ye döndüğümden beri, yobazlığın en sinsi ve açık şekillerde hücrelerimize adım adım yayıldığını ilk gören kişilerden biriydim. Ne yazık ki, o günlerde insanlar 12 Eylül döneminin bozuk düzeninden, ANAP iktidarından nasiplenme peşinde koşuyorlardı. İkazlarım gerek insanların gerek çevremin gerek siyasilerin bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Maalesef tehlikeyi göremeyenler arasında en başta SHP geliyordu. Ne rahmetli Erdal İnönü ne de onun genel sekreteri Deniz Baykal durumun farkındaydılar. Gerçekleri görebilen çok az sayıda insanla sık sık buluşmaya başladık. Özellikle, Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmakta olan Prof. Muammer Aksoy, Hürriyet Gazetesi baş yazarı Oktay Ekşi, ÇYDD’yi kuran Prof. Aysel Ekşi ve Prof. Türkan Saylan, Prof. Necla Arat, Mustafa Kemal Derneği yöneticileri benim hayatımda artık sanatçı dostlarımdan neredeyse daha sık görüştüğüm yol arkadaşlarım haline geldiler. Şimdilerde sevgili büyüğüm Yekta Güngör Özden’le sürekli haberleşmeye devam ediyoruz.

İşte o yıllarda, bizim Atatürkçü grubumuzun sürekli hedefleri ve faaliyetleri vardı ve kimsenin önem vermediği veya görmediği yobaz sızmaları duyurmaya çalışıyorduk. Özellikle bunların en tehlikelisi olan 163. maddenin,........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play