Birtakım kavramları alt alta yazarak Kızıl Goncalar televizyon dizisinin derin analizini yapacak değilim.

Bilinen bir öykünün, pek de görül(e)meyen yüzlerini bir televizyon filmi kıvamında anlatmak sanırım çoğu kişinin ilgisini çekmiş olmalı ki; dizinin ilk iki bölümü yayımlanınca etrafında fırtına koparıldı!

Bir yanıyla bakılınca, anlatılan ötekileşme/ötekileştirme öyküsüdür.

Demokrat Parti’nin siyasal iktidar dönemiyle başlatılan inanç tacirliği, din istismarı; özellikle 1960 sonrası “siyasal İslam” kisvesiyle bütün sağ iktidarların paydaşı olduğu gibi Cumhuriyetle gelen ilerleme/Aydınlanma düşüncesine karşı bir “hamle” olarak toplumsal yaşamı düzenleme misyonunu da üstlenmeye yönelindi. Bunu da; cemaat ve tarikatlar aracılığıyla etkin kılmak için, bunlara “sivil toplum örgütü” maskesi iliştirildi.

Bir yanda ekonomik-siyasi ayağı güçlendirilen cemaat ve tarikatlar, giderek siyasal iktidarların vazgeçilmez “güç”ü olmaya dönüştü.

Hatırlarım; “17-25 Aralık” günleriydi, Erzurum’da Karanlık Kümbet’in bitişiğindeki mescitte uzunca sohbet ettiğim “Kırkıncı Hoca”, sorularımdan iyice bunaldığında; “Devletimiz bizim her yaptığımızı bilir, onun gidemediği, ulaşamadığı yere biz gideriz” diyerek vakıflarını, aşevlerini, ticari kurumlarını savunadurmuştu.

O günlerde baş tacı edilen “hocaefendi”nin de kendi tedrisatından geçtiğini hatırlatmadan edememişti. “Yazıcılar”dan “Okuyucular”a uzanan sohbetimiz, Nur cemaatinin, Risale-i Nur hareketinin dününe bugününe kadar uzanmıştı.

Şu bir gerçekti ki; AKP iktidarıyla cemaat her yerdeydi; ticarette, siyasette, bürokraside, sivil hayatta derin örgütlenme içindeydi.

Bugün geldiğimiz yerde öylesine baskın, etkin olan bu cemaat ve tarikatlar toplumda ayrıştırmanın, ötekileştirmenin merkezinde durmak gibi bir misyonu üstlenmiş durumdalar.

Bir yanda aynılaşarak dönüşürken, ötede de kutuplaştırmanın nüvelerini kitlelere yaymayı etkin biçimde gerçekleştirmek için hayatın her alanına (deyim yerindeyse) sızma hareketi hep canlı tutulmuştur. Bunun da mevcut siyasal iktidar desteği/aracılığıyla yapıldığı açık/örtük biçimde gözlemlenmektedir.

Kızıl Goncalar dizisi için koparılan fırtına, aslında, göstermeliktir. Bize orada gösterilenler buzdağının görünen çok az bir kısmıdır. Zira dizinin de öyle bir “cemaat öyküsü” anlatmak gibi bir derdi yoktur. Niyet okumayı bence başka türlü anlamak gerekir. “Biz muktediriz, ona göre” işareti kimedir, niyedir asıl bunu sorgulamak gerekir.

Peki, “devlet” ya da “siyasal erk” bunu yer mi? Sanmam! Ele geçirilen kurumların hali ortadayken hele...

Biat etmek!

Fatih’teki bir cemaate katılmak için Kars’tan yola çıkıp, ailesiyle bütün köprüleri yıkan bir gencin öyküsünü dinlemiştim bir uçak yolculuğumda.

Hiçliğin kollarına bırakmıştı kendini, umutsuz ve umarsızdı. Cebinde bir tek kimlik kartı vardı. Orada kendisine “yeni hayat” vaat edilmişti. İcazet aldığı kişilerden söz etmişti üstü kapalı olarak.

Ona, Meşa Selimoviç’in Derviş ve Ölüm’ünden söz etmiş, neden okuması gerektiğini anlatmıştım.

Ben yolumu çizdim, başka hiçbir söz döndüremez beni” demişti umutsuzca.

İnsan doğduğu yerde, ailede tutunamazsa başka ne yapabilir ki” demesini unutamamıştım.

Sürükleniş...

Açılan “yeni” kapılar...

Ve örtülen, kapanan hayatlar...

Doğrusu Kızıl Goncalar’da hem buna benzer öyküler hem de daha fazlası var. “Anlatılan senin hikâyendir” yerine; “Anlatılan bir Türkiye hikâyesidir” demek daha doğru geliyor bana.

Toplumu şiddete, ötekileştirmeye, ayrıştırıp çatışmaya yönelten her eylem böylesi bir iklimi var etmeye çalışır. Dahası buralardan beslenir.

Byung-Chul Han, şunu diyordu:

Bünyeyi hasta eden şey, mahrumiyet ve yasaklama değil, aşırı iletişim ve aşırı tüketim; bastırma ve olumsuzlama değil, her şeye izin verme ve her şeyi olumlamadır. Zamanımızın patotojik alameti bastırma değil, depresyondur. Yıkıcı baskı ötekinden değil, içten gelir.” (*)

Ola ki; dizinin anlatılan hikâyesini bir de bu açıdan okumak, anlamak gerekir. Bu da bir başka yazının konusu.

(*) Byung-Chul Han, Ötekini Kovmak: Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim, Çev.: Mustafa Özdemir, 2023, Ketebe Yay., 92 s.

QOSHE - Anlatılan bir Türkiye hikâyesidir - Feridun Andaç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Anlatılan bir Türkiye hikâyesidir

32 0
16.01.2024

Birtakım kavramları alt alta yazarak Kızıl Goncalar televizyon dizisinin derin analizini yapacak değilim.

Bilinen bir öykünün, pek de görül(e)meyen yüzlerini bir televizyon filmi kıvamında anlatmak sanırım çoğu kişinin ilgisini çekmiş olmalı ki; dizinin ilk iki bölümü yayımlanınca etrafında fırtına koparıldı!

Bir yanıyla bakılınca, anlatılan ötekileşme/ötekileştirme öyküsüdür.

Demokrat Parti’nin siyasal iktidar dönemiyle başlatılan inanç tacirliği, din istismarı; özellikle 1960 sonrası “siyasal İslam” kisvesiyle bütün sağ iktidarların paydaşı olduğu gibi Cumhuriyetle gelen ilerleme/Aydınlanma düşüncesine karşı bir “hamle” olarak toplumsal yaşamı düzenleme misyonunu da üstlenmeye yönelindi. Bunu da; cemaat ve tarikatlar aracılığıyla etkin kılmak için, bunlara “sivil toplum örgütü” maskesi iliştirildi.

Bir yanda ekonomik-siyasi ayağı güçlendirilen cemaat ve tarikatlar, giderek siyasal iktidarların vazgeçilmez “güç”ü olmaya dönüştü.

Hatırlarım; “17-25 Aralık” günleriydi, Erzurum’da Karanlık Kümbet’in bitişiğindeki mescitte uzunca sohbet ettiğim “Kırkıncı Hoca”, sorularımdan iyice bunaldığında; “Devletimiz bizim her yaptığımızı bilir, onun gidemediği, ulaşamadığı yere biz gideriz” diyerek vakıflarını, aşevlerini, ticari kurumlarını savunadurmuştu.

O günlerde baş tacı edilen “hocaefendi”nin de kendi tedrisatından geçtiğini hatırlatmadan........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play