Sözün ötesi yok, şimdi kaybolma zamanı.

Bir kara kedi geçiyor sokaktan, pembeli kadın gülümsüyor ona. İkisi de telaş içinde. Yaşadığımız zamanın silueti yansıyor buraya. Aklar karalar içinde bir dünya. Umursamayanların bakışlarından uzakta olmak yetmiyor susmaya, anlamamaya!

Sibelius’un ezgisindeyim. Adeta dağ havasını getiriyor bana, sızılı da...

Böylesi anlarda derin ve uzaktan gelen ezgi kıvıldatıyor duygularımı.

Aklım Celile’de; Mourid Barghouti’nin sesindeyim günlerdir:

Yerinden edilmiş kişi öz hafızasına yabancılaşmaktadır giderek, bundan dolayı sıkıca sarılmak ister ona. Kendini güncelin ve geçicinin üstünde bir yerde tutar. (1)

Başlayan ve süren bir kopuşun izinde yıkımı, yersiz yurtsuz bırakılmayı ve ölümü gördüm.

Bu anda Kafkasızlaşmak ne mümkün:

Çünkü kardaki ağaç gövdeleri gibiyiz hepimiz. Azıcık dokunsak onları çekip götürebileceğimiz izlenimine kapılırız. Ama hayır, bu mümkün değil çünkü toprağa sımsıkı bağlıdır onlar. Fakat dikkat edilmeli, bu da yalnızca bir izlenim.(2)

Dağın seyrindeyken ürküntülerim yitiyor. Yamru yumru kütlenin göğün mavisiyle hatlanan eğimleri birer çizgi boyu olarak karşımda duruyor. Bakıp geçemiyorsunuz. O görüntüde sağaltıcı olan ne ona takılıyor bakışlarım.

Dağ ve ötesindeyim.

Şimdi duygularım da öyle.

Aşılmaz, görülmez.

Yitik, sızılı, dönülmez olandayım. Biliyorum artık uçurumları. Menzilin ne olduğunu da.

Dağın ötesini düşünüyorum. Hep öyleydim, çocukluğumdan beri.

Kapı duvar olan yerleri aşmanın çabası, hatta direnci vardı bende.

Bir böcek gibi yaşamadım hiç, yerli yersiz.

Sızlanmalarım da olmadı. Ya gittim ya da uçurumlardan döndüm. Şimdi de öylesi bir dönemeçteyim.

Dağ bana gösteriyor, öğretiyor, menzilimi hatırlatıyor.

Birkaç gün sonra Dante’yi anlatacağım insanlara; “Cenennem”den, “Araf”tan, “Cennet”ten söz edeceğim.

Ömrümün bu mevsiminde, dağı gözlerime alarak Ezra Pound’un Kantolar’ına gömülüyorum adeta.

Güneş ışığı delemezdi o pusu, ne yıldızlı göğe yükselirken güneş

Ne de gökten yere dönüp bakarken

Orada en karanlık gece üzerini örter zavallı insanların

Ters yöne akarken okyanus, geldik sonra

Kirke’nin daha önce geldiği yere.(3)

Bu “kült kitap”ın çevirmeni Efe Murad’ın sözlerini kaydediyorum defterime:

Ezra W.L. Pound, Kantolar’ı büyük bir ikilik olarak kurgular: Şiir ve tarih, hakikat ve dünyevi an, ölü bağlam ve sonsuzluk. Tüm bu ikilikler, eskiyi şimdide tekrar üreten büyük bir yapıda buluşturmuştur. Bu, birbirleriyle çelişen tüm sistemleri içine alabilecek, tüm formları kucaklayabilecek bir üst yapı tahayyülüdür.

Dağ, bir dilin nasıl örgülenmesi gerektiğini de hatırlatıyor bana. Ve ötesini düşününce, hayalgücünüzü kıvıldatan “söz”ün enginine taşıyorsunuz bilincinizi. Aslında, bunun bir bellek yolculuğu olduğunu; dağla tarihi, yaşamla ölümü, insanın delirium anlarıyla yaşanan çağın şiddetini kırım ve kıyım egosunu düşünüyorsunuz ister istemez.

Coğrafyadan, bir yerin algısından kopmadan yazılamayacağının farkındasın.

Sahi, Yaşar Kemal’in “Dağın Öte Yüzü”nde anlattığı da bu değil miydi; “Yaşamımın tanıklığıdır” diyordu üstelik.

Dante’yi, Ezra Pound’u, Yaşar Kemal’i buluşturan da o evrensel duyuş, bakıştı bence. Ve yaşadıkları çağın “acı”sı.

Kalkıp Sandros Dağı’na doğru yürüyorum. Yürüdükçe yol uzuyor, zirve yükseliyor, menzil görülmez oluyor.

Aslolan da yola çıkmak değil mi; gitmeyi seçerken menzile varmayı bir düş olarak da düşlesen de o yolculuğun ne menem bir şey olduğunu bilmek/yaşamak bile bir şey.

Mahmud Derviş şunu diyordu:

Kimsin sen, ey ben?

Yolda iki kişiyiz, kıyamet tek.

Kayboluşun ışığına götür beni, göreyim

nasıl dönüştüğümü başka bir surete.(4)

Evet, “Cehennem başkalarıdır” ama içimizde taşıdığımız alev de bunu yaratandır. “Cennet yalnızlıktır” nidası da şimdi çok uzak bizden. Dağın anlattığı da biraz bu sevgili okurum.

(1) Mourid Barghouti, Şairin Filistini, Çev. A. Melis Hafez, 2004, Klasik Kitap, s.180

(2) Franz Kafka Bütün Öyküler, Çev. Aykut Cumbul, 20121, İBB. Kültür AŞ Yay., s.614

(3) Ezra Pound, Kantolar; Çev. Efe Murad, 2021, YKY, s.914

(4) Mahmud Derviş, Mural, Çev. Mehmet Hakkı Suçin, 2015, Kırmızı Yay., s.111

QOSHE - Bir dağı kendine göreli kılmak - Feridun Andaç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Bir dağı kendine göreli kılmak

24 3
21.11.2023

Sözün ötesi yok, şimdi kaybolma zamanı.

Bir kara kedi geçiyor sokaktan, pembeli kadın gülümsüyor ona. İkisi de telaş içinde. Yaşadığımız zamanın silueti yansıyor buraya. Aklar karalar içinde bir dünya. Umursamayanların bakışlarından uzakta olmak yetmiyor susmaya, anlamamaya!

Sibelius’un ezgisindeyim. Adeta dağ havasını getiriyor bana, sızılı da...

Böylesi anlarda derin ve uzaktan gelen ezgi kıvıldatıyor duygularımı.

Aklım Celile’de; Mourid Barghouti’nin sesindeyim günlerdir:

Yerinden edilmiş kişi öz hafızasına yabancılaşmaktadır giderek, bundan dolayı sıkıca sarılmak ister ona. Kendini güncelin ve geçicinin üstünde bir yerde tutar. (1)

Başlayan ve süren bir kopuşun izinde yıkımı, yersiz yurtsuz bırakılmayı ve ölümü gördüm.

Bu anda Kafkasızlaşmak ne mümkün:

Çünkü kardaki ağaç gövdeleri gibiyiz hepimiz. Azıcık dokunsak onları çekip götürebileceğimiz izlenimine kapılırız. Ama hayır, bu mümkün değil çünkü toprağa sımsıkı bağlıdır onlar. Fakat dikkat edilmeli, bu da yalnızca bir izlenim.(2)

Dağın seyrindeyken ürküntülerim yitiyor. Yamru yumru kütlenin göğün mavisiyle hatlanan eğimleri birer çizgi boyu olarak karşımda duruyor. Bakıp geçemiyorsunuz. O görüntüde sağaltıcı olan ne ona takılıyor bakışlarım.

Dağ ve ötesindeyim.

Şimdi duygularım da öyle.

Aşılmaz, görülmez.

Yitik, sızılı, dönülmez olandayım. Biliyorum artık uçurumları. Menzilin ne olduğunu da.

Dağın ötesini düşünüyorum.........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play