Ortadoğu muamması Türkiye’yi birkaç açıdan ilgilendiren bir konu. Hatırlayalım, Suriye savaşı eşikteyken, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ikna turlarına başlamıştı. Beşşar Esad ile bilmem kaçıncı görüşme de sonuç vermeyince, İsrail tamamen düğmeye basmıştı.

Bugün, eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in itiraflarından öğreniyoruz ki; görünen hiç de Suriye’nin “iç meselesi” değil! Olmert bir televizyon konuşmasında şunları söylüyordu:

Suriye’yi iç savaşa soktuk, çünkü Beşşar Esad bizimle olma teklifimizi reddetti. Suriye’deki bütün terör örgütleri Esad’a karşı kuruldu ve bazı ülkeler komik bir şekilde bunun bir özgürlük mücadelesi olduğuna inanıyor.

Olmert, şunu da diyordu bugünkü durum için:

Bu daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit. İç savaşa doğru gidiyoruz. Hükümet, İsrail demokrasisinin temellerini tehdit etmeye karar verdi ve bu bizim ne kabul ne de tahammül edebileceğimiz bir şey.

İsrail ile baş edilemeyeceğini bile bile Hamas’ın böylesi bir savaşa soyunması akla mantığa sığacak bir şey değil. Bir nevi intihar! Binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan koparılmasına kapı aralayan bir durum.

Bugün, Ortadoğu “unutulan coğrafya” olmaktan çıkmış, üzerinde yeni planlar/stratejiler yapılan, haritalar çizilen göz önünde bir bölgeye dönüşmüştür.

Büyük ölçüde Arap dünyasının bu bölgedeki göreli “güç”ü bölge sorunlarının çözümünde katkı yerine hep ayrıştırıcı, ABD ve İngiltere’nin güdümüne boyun eğici olmuştur.

Mısır’ın gücü “Nasır dönemi”yle (1956-1970) öne çıkarken, yükselen Arap milliyetçiliğinin önünü alabilmek için, radikal İslam devreye sokuldu.

Nasır, istemediği, sonucunun yenilgi/hüsran olabileceğini bildiği bir savaşa sürüklendi: “Altı Gün Savaşı” (1967). Mısır-Suriye-Ürdün’ün ittifak kurduğu bu savaş yenilgiyle sonuçlandı.

İsrail’in zaferi, Arap Birliği gücünü yerle bir eder. İsrail, bölgede sürekli savaş hali yaratarak, her türlü mücadele alanını genişletir.

Kuşkusuz emperyalizmin Ortadoğu’ya müdahalesi yeni değildir. Sömürgecilik ulusal hareketleri tetiklese de sömürgeci güçlerin elde ettiklerini bırakmaları öyle kolay olmamıştır.

Bugün “üçüncü dünya” diye nitelendirdiğimiz ülkelerde sömürgecilik başka bir biçime dönüşmüştür.

Arap dünyasındaki “uyanış”, ne yazık ki bir Afrika, Latin Amerika ülkelerindeki gibi olamamıştır.

Mısır’a, onun geçmişi/kültürel/siyasi birikimine rağmen Arap Birliği bunu gerçekleştirememiştir. Araplık, dinsel/seküler ve düşünsel alanda birlik sağlayamadığı gibi, ortak değerler de üretememiştir.

Giderek topraksızlaştırılan vatan düşüncesi, Edward Said’in tanımıyla sürgün yolu açılan her Filistinliyi “yersiz yurtsuz”laştırır.

1964’te kurulan FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü), işgal altındaki topraklarında bir Filistin devleti kurma mücadelesinin öncüsü olmuştur hep. “Filistin sorunu” neredeyse bu örgütle özdeşleşmiştir. Ama gelin görün ki “Altı Gün Savaşı” bir işgal provası olmanın ötesinde, bölgede bir “İsrail sorunu”nun da göstergesi olarak kendini gösterecekti.

Ortadoğu coğrafyası bu savaş sonrası adım adım yeni savaşlara hazırlanıyordu. Bu, giderek Arap-İsrail savaşlarına dönüşecekti. Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan bundan en çok payını alan ülkeler oldu. Arap Birliği, çözüm değil sorun üreten bir konumdaydı artık.

1993-1995 Oslo Anlaşmaları nihai sürecin çözümü olamadı. 2006’ya gelindiğinde ise Filistin’in kendi hareketini bölen Hamas, Gazze’de kendine yer ve yönetim edindi. Hamas’ın bu bölgedeki varlığı İsrail’in hedefindeydi artık. Ardı arkası kesilmeyen saldırılar akıl almaz yıkımlar yaşattı.

Bugün gelinen noktada görünen şu ki İsrail, Hamas’la birlikte Filistin’i bölgeden silmek düşüncesindedir. Batı’nın seyri, ABD’nin ikiyüzlü siyaseti, Arapların aymazlığı İsrail’in bölgesel güç olma yönündeki hamlelerini desteklemektedir.

Türkiye’nin uzlaşmacı tavrı, tarafsızlık kisvesinde sorunun özünü göz ardı edici politikası; Makyavelistçe bir yaklaşımı içeriyor.

Görünen o ki Filistin bahane, Hamas ise kendisine verilen görevde “şahane”! BOP’un yeni bir evresine girdiğini bize sahneleyen İsrail ise gücünü göstermede, Arapları sindirmede uzlaşının da tarafsızlığın da fayda etmeyeceğini tüm dünyaya artık anlatmıyor; bu siyaseti benimsetiyor da.

QOSHE - Uzlaşma mı, tarafsızlık mı? - Feridun Andaç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Uzlaşma mı, tarafsızlık mı?

11 0
07.11.2023

Ortadoğu muamması Türkiye’yi birkaç açıdan ilgilendiren bir konu. Hatırlayalım, Suriye savaşı eşikteyken, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ikna turlarına başlamıştı. Beşşar Esad ile bilmem kaçıncı görüşme de sonuç vermeyince, İsrail tamamen düğmeye basmıştı.

Bugün, eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in itiraflarından öğreniyoruz ki; görünen hiç de Suriye’nin “iç meselesi” değil! Olmert bir televizyon konuşmasında şunları söylüyordu:

Suriye’yi iç savaşa soktuk, çünkü Beşşar Esad bizimle olma teklifimizi reddetti. Suriye’deki bütün terör örgütleri Esad’a karşı kuruldu ve bazı ülkeler komik bir şekilde bunun bir özgürlük mücadelesi olduğuna inanıyor.

Olmert, şunu da diyordu bugünkü durum için:

Bu daha önce hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit. İç savaşa doğru gidiyoruz. Hükümet, İsrail demokrasisinin temellerini tehdit etmeye karar verdi ve bu bizim ne kabul ne de tahammül edebileceğimiz bir şey.

İsrail ile baş edilemeyeceğini bile bile Hamas’ın böylesi bir savaşa soyunması akla mantığa sığacak bir şey değil. Bir nevi intihar! Binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan koparılmasına kapı aralayan bir durum.

Bugün, Ortadoğu “unutulan coğrafya” olmaktan çıkmış, üzerinde yeni planlar/stratejiler yapılan, haritalar çizilen göz önünde bir bölgeye dönüşmüştür.

Büyük ölçüde Arap dünyasının bu bölgedeki göreli “güç”ü bölge sorunlarının çözümünde katkı........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play