23 Aralık, devrim şehidi Kubilay’ın katledilişinin yıldönümüdür. 93 yıl önce, 1930 yılının 23 Aralık’ında, Menemen’de, irtica bir güç denemesinde bulunmuştu.

Genç Cumhuriyetin aydınlığına karşı, kapkara anlayışlarının tüm kötülüğünü açığa vurmuşlar ve ortalığa saçmak istemişlerdi.

Bu kara günde, gönlünü ve yüreğini devrimlere, yeniliğe, çağdaşlığa ve aydınlık bir geleceğe adamış genç bir eğitimciyi, Kubilay’ı alçakça katletmişlerdi.

Kubilay’ın katledildiği gerici kalkışma, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecine yapılmak istenen bir engelleme ve müdahale hareketidir.

Bu gerici ve irticacı kalkışma girişimi, Cumhuriyetin birinci yüzyılındaki kara sayfadır. Bir grup yobazın kışkırtması ile büyüme eğilimi gösteren olayları, o sıralar asteğmen olarak Menemen’de görev yapan genç Kubilay öğretmen, bir grup askerle engellemeye çalışır. Ancak gericiler tarafından katledilir.

Kubilay’ın katledilmesi, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Kubilay Destanı”nda şöyle anlatılır: “Düştü Kubilay’ın başsız gövdesi / Bir söğüt dalı gibi yere / Aydınlık aydınlığa yaklaşır iken / Sonsuzluğa ere ere. / Düştü Kubilay’ın başsız gövdesi / Bir zeytin dalı gibi yere / Düştü cebinden bir kitap, açıldı, / Göklere.”

Cumhuriyetimizin 100. yaşının kutlandığı bugünlerde, yine tarikatlar ve cemaatler ortalığı sarıyor. Bu gerici ilişkiler, eğitimden başlayarak kamunun ve toplumun en can alıcı noktalarına kadar uzanıyor. Cumhuriyete ve başta laiklik olmak üzere onun aydınlık değerlerine yönelik tehdit giderek büyüyor.

Kubilay’ın katledilmesinin üstünden 93 yıl geçti. Geçen dönem birçok şeyi değiştirdi. Ancak kavga hep aynı kavga. Karanlıkla, gericilikle, eskiye dönüş özlemiyle yanıp tutuşanlarla; aydınlığın, yeniliğin, geleceğe umutla bakanların kavgası.

Cumhuriyetin birinci yüzyılında “kara sayfa” olarak belleklere kazınan “Kubilay olayı”, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında da hiç ama hiç unutulmamalı. Bu gerici kışkırtmaya en sert tepkiyi veren Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur” sözleri, hep rehber olmalı.

İzmir, geçmişten geleceğe uzanan tarihsel süreçte, tam anlamıyla bir liman kentidir.

Bulunduğu kentle ve semtle özdeşleşen Alsancak Limanı da İzmir’in simgesidir. İzmir, geçmişte Türkiye’nin ihracat üssü, İzmir Limanı da ihracat kapısıydı. İşte bütün bu işlevleri ve özellikleri ile liman kentin ve ticaret hayatının simgesiydi. Bir anlamda liman, İzmir’in ve Ege’nin aşı, işi ve ekmeğiydi. Ama aynı zamanda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi kalkınmasının kaldıracıydı.

Cumhuriyetin ilk yılları ve özellikle de “ulusal iktisat” dönemi, bu kalkınma hamlesinin destanıdır. İlk demiryolları ağının İzmir’de ve Ege Bölgesi’nde oluşturulması elbette tesadüfi değildi. Bu ağın limanla buluşturulması da iktisadi anlamda doğru ve bilinçli bir tercihti.

Zamanla bu tercihlerden vazgeçilip buralara gerekli yatırımların yapılmayışı ve bu değerlerin kaderlerine terk edilmesi, çok yanlış olmuştur.

Günümüzde bazı çevreler için artık pek bir anlam ifade etmiyor olsa da hiçbir zaman unutulmamalıdır; o İzmir ki ülkemizde “kurtuluşun ve kuruluşun kenti”dir! O satılması için şimdilerde kapı kapı dolaşılan liman ve benzeri değerlerimizin millileştirilmesi için, bir zamanlar ne mücadeleler verilmiştir! İşte adı üstünde, Alsancak Limanı bağımsızlığın, özgürlüğün ve kurtuluşun limanıdır.

Yıllardır gerekli yatırımlar yapılmayan ve kaderine terk edilen İzmir Limanı, şimdi elden çıkarılmaya ve Araplara satılmaya çalışılıyor. Üstelik sözde “millilik ve yerlilik” söylemlerinin şampiyonluğuna soyunanlar tarafından! Bu tartışmalı satışı sorgulamak ve buna karşı çıkmak hem iktisadi ve hem de siyasi açıdan doğrudur, yerindedir. Başta yerel yönetimler olmak üzere, İzmir’in iktisat ve siyaset çevreleri de işte bunu yapmaktadır.

İzmir Alsancak Limanı’nın kaderi geleceği, kentin ve bölgenin ekonomik-sosyal gelişim bütünselliği içinde değerlendirilmelidir. Bunun için de başta yerel yönetimler olmak üzere, İzmir’in yerel dinamiklerinin görüşleri mutlaka dikkate alınmalıdır. İzmir Alsancak Limanı’nın, hem ülkemiz ve hem de güzel İzmir’imiz için taşıdığı tarihsel anlam ve değer, her daim göz önünde tutulmalıdır.

QOSHE - ‘Kubilay olayı’ unutulmamalı - Mehmet Şakir Örs
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

‘Kubilay olayı’ unutulmamalı

9 17
22.12.2023

23 Aralık, devrim şehidi Kubilay’ın katledilişinin yıldönümüdür. 93 yıl önce, 1930 yılının 23 Aralık’ında, Menemen’de, irtica bir güç denemesinde bulunmuştu.

Genç Cumhuriyetin aydınlığına karşı, kapkara anlayışlarının tüm kötülüğünü açığa vurmuşlar ve ortalığa saçmak istemişlerdi.

Bu kara günde, gönlünü ve yüreğini devrimlere, yeniliğe, çağdaşlığa ve aydınlık bir geleceğe adamış genç bir eğitimciyi, Kubilay’ı alçakça katletmişlerdi.

Kubilay’ın katledildiği gerici kalkışma, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecine yapılmak istenen bir engelleme ve müdahale hareketidir.

Bu gerici ve irticacı kalkışma girişimi, Cumhuriyetin birinci yüzyılındaki kara sayfadır. Bir grup yobazın kışkırtması ile büyüme eğilimi gösteren olayları, o sıralar asteğmen olarak Menemen’de görev yapan genç Kubilay öğretmen, bir grup askerle engellemeye çalışır. Ancak gericiler tarafından katledilir.

Kubilay’ın katledilmesi, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Kubilay Destanı”nda şöyle anlatılır: “Düştü Kubilay’ın başsız gövdesi / Bir söğüt dalı gibi yere / Aydınlık aydınlığa yaklaşır iken / Sonsuzluğa ere ere. / Düştü Kubilay’ın başsız gövdesi / Bir zeytin dalı gibi yere / Düştü cebinden bir kitap, açıldı, / Göklere.”

Cumhuriyetimizin 100. yaşının kutlandığı bugünlerde, yine tarikatlar ve cemaatler ortalığı sarıyor. Bu gerici ilişkiler, eğitimden başlayarak kamunun ve toplumun en can alıcı........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play