H. AYHAN TİNİN

Hanımlar, beyler; bu noktaya kolay gelmedik. Onun için de öğretmenlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız uğradığımız felaketlerin bir daha yaşanmaması için, o kara günlerin sebeplerini, nasıl kan ve gözyaşı dökerek kurtulduğumuzu en doğru ve en güzel bir biçimde anlatacaktır sanıyorum.” (27 Ekim 1922 Şark Tiyatrosu, Bursa)

Ben söylemedim.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk söylemiş!

Hem de fiziki ve siyasi anlamda bütün cephelerde savaş henüz devam ederken.

Nereden çıktı şimdi bu giriş diyeceksiniz. Demeyin!

Cumhuriyetin 100. yılı ya… Bu 100. yıl için Disney bir dizi çekmeye kalktı, ardından diziyi filme çevirdi, ardından seri filme evirdi… Yani eline, yüzüne, gözüne iyice bulaştırdı; biz de hiçbir şey yapamadık ya… Hani sanat dünyası pek çok insan, uçmayan kuşları seyretmek için ‘Aman kara listeye girmeyelim’ diye başını yukarılara çevirdi ya… Hikâye oradan başladı.

100. yılı doğru kutladık, eğri kutladık ayrı mesele…

Fakat Türk sanat dünyası 100. yıla nasıl bir yol izleyerek geldi?

Sinema, tiyatro, edebiyat, hatta televizyon dizileri ve benzeri alanlarda 100 yılda neler yapıldı?

Öncelikle, sinema gibi olağanüstü bir kitle sanatında, Atatürk ve bağımsızlık savaşımız üzerine yaptığımız filmlerde, yazdığımız senaryolardan başlayıp sınıfta kaldık.

Yeni yapılan ‘Atatürk‘ filmi için söylemiyorum bunu… TRT’nin ‘Kurtuluş’ ve ‘Cumhuriyet‘ dizileri ve Zülfü Livaneli’nin ‘Veda‘ filmi hariç, 100 yılın bilançosu bir felaket gerçekten.

Bunu yalnızca Atatürk filmleri bağlamında düşünmeyelim. Sanat dünyamızın üretimlerinin Atatürk ve Cumhuriyet Aydınlanması karnesinin yeterince iyi olmadığını söylemek gerek.

Bu kadar değerli ve önemli bir konuda, bu kadar az yapıt nasıl açıklanır başka türlü?

Hele 1980 askeri darbesi ve 1983 Özal hükümetinden başlayıp iyiden iyiye bireyin çözülememiş yalnızlıklarına ve bireysel buhranlarına odaklanan bir sanat dünyası izledik.

Böylelikle, bugün çok şikâyet edilen cumhuriyet ilkelerinden sapma durumunun, aslında o yıllardan başladığını kabul etmek gerek.

Sinema perdelerini, tiyatro sahnelerini ve televizyon ekranlarını toplumsal gerçekliğinden, tarihsel genetiğinden ve üretim ilişkilerinden bağımsız bir karakterler curcunası doldurdu.

Sen, ben, bizim oğlan üçgeninde hayat bulan dijital platformlar da bu işi körükleyince iyi işlenmemiş derinliksiz senaryoların, zayıf diyalogların yer aldığı hikayelerde ne cumhuriyete giden yolda yaşanan öyküleri, ne cumhuriyetle birlikte ortaya çıkan yaşantıları anlatan, eli yüzü düzgün yapıtlar izleyebildik.

Böyle bir ortamda, Cumhuriyet ve onun felsefesi içselleşir mi?

Atatürk, Cumhuriyet ve bağımsızlık savaşımız cephelerde nal sesleri ve top mermilerinin tozundan ibaret kaldı.

Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genellikle şu hatamız da vardır ki, araştırmalarımıza temel olarak çoklukla kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, fakat kendimizi bilmeyiz.” (Atatürk, 20 Mart 1923 Konya’da gençlerle yaptığı konuşma.)

Aydın olmanın koşulu yalnızca muhalif olmak değil, savunduğun ulusal ilke ve değerlerin, tarihsel gerçeklerin üzerine yapıtlar üretmektir.

Cumhuriyet yalnızca savaş cephelerinden ibaret değildi ki… Arkasında müthiş bir fikir, idealler, öngörüler, yarı yolda bozulan arkadaşlıklar, bireysel yaşantıların iniş çıkışları, toplumsal kökler, uluslararası ilişkiler üzerinde bireysel başarı ve hatalar ve yüzlerce insan öyküsü varken; bu tarihsel zenginlik içinde bu derece cılız üretimler gerçekleştiren sanat dünyasının sorumluluğu nerededir, üzerine düşünmek gerek.

Yalnızca bir Vietnam Savaşı’nı bin bir insan öyküsüyle ele alan Amerikan sinemasının üretimleri üzerinden bakıldığında, Cumhuriyet ve bağımsızlık savaşımıza ait dönemlerin ve karakterlerin hakkı yenilmiştir.

Son Atatürk filmindeki izleyici yorumları hüzün verici… ‘Baş rol oyuncusu Atatürk’e benzemiş mi, benzememiş mi?’ ya da ‘Filmde duygulanıp ağladı mı, ağlamadı mı?’ gibi ölçeklere sıkışıp kalmış durumda.

Kendi tarihsel dönemeçlerini halkına eserleriyle anlatamamış bir sanatçı ve aydın kitlesinin, halkıyla kurduğu bağlar zayıflamış demektir.

Toplumsal olguları yalnızca aritmetikle değil, sezginin yerçekimsiz zenginliğiyle açıklayabilmek, sanatçıya has, benzersiz bir yetenektir.

‘Atatürk’ filmi mi? Onu da konuşacağız.

QOSHE - 100’üncü yılda sınıfta kaldık - Ayhan Tinin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

100’üncü yılda sınıfta kaldık

19 0
26.11.2023

H. AYHAN TİNİN

Hanımlar, beyler; bu noktaya kolay gelmedik. Onun için de öğretmenlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız uğradığımız felaketlerin bir daha yaşanmaması için, o kara günlerin sebeplerini, nasıl kan ve gözyaşı dökerek kurtulduğumuzu en doğru ve en güzel bir biçimde anlatacaktır sanıyorum.” (27 Ekim 1922 Şark Tiyatrosu, Bursa)

Ben söylemedim.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk söylemiş!

Hem de fiziki ve siyasi anlamda bütün cephelerde savaş henüz devam ederken.

Nereden çıktı şimdi bu giriş diyeceksiniz. Demeyin!

Cumhuriyetin 100. yılı ya… Bu 100. yıl için Disney bir dizi çekmeye kalktı, ardından diziyi filme çevirdi, ardından seri filme evirdi… Yani eline, yüzüne, gözüne iyice bulaştırdı; biz de hiçbir şey yapamadık ya… Hani sanat dünyası pek çok insan, uçmayan kuşları seyretmek için ‘Aman kara listeye girmeyelim’ diye başını yukarılara çevirdi ya… Hikâye oradan başladı.

100. yılı doğru kutladık, eğri kutladık ayrı mesele…

Fakat Türk sanat dünyası 100. yıla nasıl bir yol izleyerek geldi?

Sinema, tiyatro, edebiyat, hatta televizyon dizileri ve benzeri alanlarda 100 yılda neler yapıldı?

Öncelikle, sinema gibi olağanüstü bir kitle sanatında, Atatürk ve bağımsızlık savaşımız üzerine yaptığımız filmlerde, yazdığımız senaryolardan başlayıp sınıfta kaldık.

Yeni yapılan ‘Atatürk‘ filmi için söylemiyorum bunu… TRT’nin ‘Kurtuluş’ ve ‘Cumhuriyet‘ dizileri ve Zülfü Livaneli’nin ‘Veda‘ filmi hariç,........

© Diken


Get it on Google Play