O gün bugündür hiç aklımdan çıkmadı desem yeridir. Düşündükçe, o akşamdan görüntüler dünmüş gibi gözümün önünden geçer, dışarıdan izleyen varsa, muhtemelen yüzümde yersiz ve anlamsız bir gülümseme, mutluluk görür. İşte şimdi size bu mutluluk verici anının kaynağını, bugüne kadar gittiğim en özel meyhanelerden birini, Sofokles’in Geleneksel Ouzerisi’ni anlatacağım.

Gittiğimizde çok soğuk bir kış gecesiydi ve fırtınadan kaçıp sığındığımız adadaki meyhanelerin neredeyse tamamı kapalıydı. Bazen aklıma düşüyor, o yoklukta mı iyi geldi acaba diye ama cevabım net; hayır! Bilakis, bütün o yokluk içinde gecemizi güzelleştirmiş, yolculuğumuza değer katmıştı.

Baştan başlayayım en iyisi…

Bizim Tolga (Yeniyurt), İstanbul’u bırakıp doğup büyüdüğü İzmir’de yaşamaya başlamıştı. Bir İzmirli olarak denizi elbette sever de, denizciliğin mutluluk veren zehrini ben zerk etmiştim kanına. Bizim yelkenliyi Sicilya’nın güneyindeki Scoglitti‘den alıp Malta’ya indirecektik. İsmihan’ın işi çıkınca Tolga’ya “Hadi” dedim, düşünmedi bile. İyi ki. Meğer biz yokken yakınlara düşen bir yıldırım, oto pilot dahil aküyle beslenen bütün seyir ve navigasyon araçlarını çalışmaz hale getirmiş. 60 millik (yaklaşık 112 km) seyrin neredeyse tamamında Tolga dümendeydi.

İşte bu yolculukta denizci olup çıktı. Hatta 8.5 metrelik bir motoryat alıp Teos Marina’ya bağladı. İzmir’in ardından Bodrum’a yerleşmeye karar verince teknesini Bitez Marina’ya götürmek icap etti ki aylardan şubattı. Bu kez o bana “Hadi” dedi, düşünmeden kabul ettim. Niyetimiz Samos’un batısından, Furni Boğazından geçip yoldan kazanmaktı.

Furni Boğazı belâ bir yerdir. Orada sıkışan kuzeyli rüzgârlardan ötürü hava ekstra sertleşir. Furni Adasına yaklaşırken de öyle oldu. Tahminlerin üstünde bir havaya yakalandık. Meğer bu bizim şansımızmış, o zaman bilmiyorduk tabii.

Furni limanına girdiğimizde liman polisi kıyıda bekliyordu. Planlı bir ziyaret olmadığı için ne Türkiye’den çıkış ne de Yunanistan’a giriş yapmıştık. Fırtınadan kaçıp limana sığınma hakkımızı kullanacaktık. İskeleye yanaşmak için manevra yaparken teknenin pervanesi komut dinlemez oldu. Ne ileri, ne geri. Kaldık mı ortada! Demiri atıp tutunduk. Balıkçılar geldi yardıma da iskeleye bağlanabildik.

Furni küçük bir ada. Hele kışın nüfusu 1500’ü geçmez sanırım. Temel ihtiyaçların karşılanabileceği market vs. dışında bir-iki restoran açık. Eğer arıza büyükse ne halt edeceğiz?

Resmi olarak girişimiz de yok. Liman polisi, pasaportlarımızın fotokopisini almakla yetindi.

Hava da kararmak üzere. Bu mevsimde, bu saatte, bu küçücük adada nasıl bulacağız bir usta? Neyse, biz daha bir şey yapmadan başta liman polisi, sığındığımız(!) meyhanenin sahibesi, müşterileri seferber oldu. Nihayet iki usta bulundu, hemen de sorunu saptadılar. Teknik terimlere girmeden şöyle tarif edeyim: Motorun gücünü pervaneye aktaran şaft milini pervane miline bağlayan vida kırılmış.

Baş aşağı çalışarak vidanın milin içinde kalan kısmını çıkardıklarında hava kararmıştı artık. Ee, o vidanın aynısı nasıl bulunacak? Ustalar parçayı alıp gitti. Biz döndük meyhanedeki masamıza. Burası da güzel bir meyhane ama anlatacağım yer değil. Zaten o stresle sofranın tadına varamadık.

Gece yarısına doğru ustalar, ellerinde bağlantı vidasının yenisiyle geldi. Tornada aynısını üretmişler. Montajı yapıp çalıştırarak teslim ettiler. Mucize gibi. Üstelik çaresizliğimizden yararlanmak akıllarından hiç geçmemiş olmalı ki, istedikleri fiyatın düşüklüğüne biz bile şaşırdık. Arıza Ege’nin ortasında olsaydı, hele de o havada, kim bilir nerelere sürüklenirdik.

Muhteşem bir uykuydu o geceki…

Ertesi sabah çözdük halatları. Bitez’e varamasak da belki Gümüşlük’e bağlanırız. Ama deniz bu, sen planını yaparsın, olacağa o karar verir. Sana da haddini bilmek düşer.

Tekne küçük. Özellikle kaba dalgalarda seyir eziyet haline geliyor. Yelkenli gibi stabilitesi de yok. Öğlene doğru hava yine artmaz mı? Rota yaparken mutlaka B, C, hatta Ç planınız bile olmalı ki, beklenmedik bir durumda sığınacak yerleri bilesiniz.

İşte Lipsi de bizim ‘Ç’ planımızdı. Sadece batılı havalara açık koya girdiğimizde kaba dalgalardan kurtulduk, iskelesine aborda olduğumuzda da oh çektik. Yazın teknelerin üst üste bağlandığı iskelede bizden başka kimse yok. İlk iş Furni’den aldığımız şarabı açıp küçük bir kutlama yapmak.

Lipsi, irili ufaklı 20’yi aşkın adadan oluşan ’12 Adalar‘ın küçüklerinden biri. Türkiye ana karasındaki Tekağaç Burnu’na yaklaşık 20 mil mesafede. Peki 12 Adalar madem 12 adadan oluşmuyor, neden 12 Adalar diye anılıyor?

Vikipedi’den alıntıyla:

“Oniki Ada ismini, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim bölgelerde uyguladığı yönetim şeklinden almıştır. 12’li denen bu sisteme göre her on hane birer temsilci çıkarır, bu temsilciler de aralarından bölgeyi yönetecek ‘on iki kişilik bir ihtiyar heyeti‘ seçerdi. Türkçe ‘Oniki Ada’ ismi; ilk önce Yunancaya, daha sonra bire bir çevrilerek diğer Batı dillerine girmiştir.”

Yunancasıyla dodekanlardayız…

Kimsiniz, nereden geldiniz diye soran, pasaport isteyen yok. Bari biz kendimizi ihbar edelim. Evraklarımız yanımızda liman polisinin ofisine gittik, kapalı. Eh o zaman etrafı dolaşıp adanın tadını çıkaralım.

Çıkaralım da… Ada kış uykusunda. Bir iki kafe açık. Sahilde balıkçılar ağları ayıklıyor, kimisi de yakaladığı ahtapotu yumuşatmak için dövüyor. Kediler de paylarını bekliyor.

Akşamı ettik. İyi de nerede yiyip içeceğiz?

Yıllar önce yazın geldiğimizde, iskeleden çıkar çıkmaz, önünde kurutulmuş ahtapotlar asılı, mavi beyaz meyhaneler karşılamıştı bizi, şimdi hepsi kapalı. Ama bir dakika, sokağın içindeki tek katlı gösterişsiz binadan ışık sızıyor. Acaba?

Evet, açık. İşte yıllardır aklımdan çıkmayan, hep hasretle andığım meyhaneyi böyle bulduk. İçeri girdiğimizde iki üç masa vardı. Neyse ki “Kalispera” diyecek kadar Yunancamız var. Giriş kapısının hemen solunda basit bir mangal yanıyor, üstünde ahtapot ızgara edilirken altında da soğuktan kaçan bir kedi ailesi ısınıyor.

Ortadaki masaya oturduk. Menü filan yok. Tabii ki uzo, yanına da ne varsa… Tuzlu sardalya, haşlanmış patates, domates söğüş, güneşte kurutulmuş ahtapot ızgara geldi. Hepsi bu.

Sadeliğin yarattığı zenginlik tarif edilemez. Daha gösterişli sofralarımız olmuştu ama şu anda burada, başına kurulduğumuz şu sofra, dünyanın herhangi bir yerinde benim diyen sofrayla aşık atar. Bazen bulunduğunuz yerdeki varlığınızı iliklerinize kadar yaşayıp hissetmek, zamanı yudum yudum içmek istersiniz ya, tam öyle.

Aynı dili konuşmasak da anlaşıyoruz herkesle. Kimse öteki değil. Arada diğer masalardan kalkan kadehlere kadehlerimizle karşılık veriyor, bazen de kendi muhabbetimize dalıp bu masanın başındaki varlığımızı kutluyoruz.

Komşularımızın çoğu adanın yaş almışları. Kimi muhtemelen balıkçı, kimi de ayakkabılarındaki çimento harcı kalıntılarından anladığımız kadarıyla inşaat işinde.

İlerleyen saatlerde gelen üçü genç dört kadın ve babaları olduğunu düşündüğümüz bir erkekten oluşan grupla kalabalık ve neşe arttı. Kaçıncı şişedeyiz saymadık ama gece bitmesin diye elimizden geleni yapıyoruz. Bir şişe daha.

Az sonra ızgaraya derisinden tazelik fışkıran mercanlar atıldı. Sofokles Bey ile göz göze gelince biz de balık sipariş etmek istedik. Meğer arkamızdaki aile yanlarında getirmiş balıkları. Sorun yok, gözümüzü doyurmak için istemiştik.

Pişen balıklar arka masaya servis edildikten sonra seçilmiş iki tanesi de ikram olarak bize geldi. “Efharisto poli” diyerek kendi dillerinde teşekkür etsek de bu jesti karşılayacak cümleyi kendi dilimizde bile kurmak zor. Dünyanın tüm meyhanelerinde konuşulan evrensel dili kullandık biz de: Kadeh kaldırarak tekrar tekrar belirttik minnettarlığımızı.

Bu yazılarda verdiğim standart bilgiler bu kez yok. Seyahati 2019’un şubat ayında yapmıştık ve o zamanlar böyle bir yazıya konu edeceğimi bilmediğimden not almamıştım. Ama pilli bir radyoda Yunan müziği çalıyordu, ondan eminim. Tam ne kadar ödemiştik hatırlamıyorum fakat fiyatlar ehvendi. Muhtemelen son müşteri kalkana kadar açık. Ramazan ve kandillerde kapatmadıklarını tahmin etmek de güç değil.

Hâlâ dün gibi hatırlıyorum o geceyi. Her ânı iliklerime kadar işlemiş demek ki.

Önümüz bayram tatili, hani olur da yolunuz düşerse size de tavsiye ederim.

QOSHE - Daha gösterişli sofralarımız olmuştu ama sadelikten gelen bu zenginlik tarifsiz - Behzat Şahin
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Daha gösterişli sofralarımız olmuştu ama sadelikten gelen bu zenginlik tarifsiz

22 0
04.04.2024

O gün bugündür hiç aklımdan çıkmadı desem yeridir. Düşündükçe, o akşamdan görüntüler dünmüş gibi gözümün önünden geçer, dışarıdan izleyen varsa, muhtemelen yüzümde yersiz ve anlamsız bir gülümseme, mutluluk görür. İşte şimdi size bu mutluluk verici anının kaynağını, bugüne kadar gittiğim en özel meyhanelerden birini, Sofokles’in Geleneksel Ouzerisi’ni anlatacağım.

Gittiğimizde çok soğuk bir kış gecesiydi ve fırtınadan kaçıp sığındığımız adadaki meyhanelerin neredeyse tamamı kapalıydı. Bazen aklıma düşüyor, o yoklukta mı iyi geldi acaba diye ama cevabım net; hayır! Bilakis, bütün o yokluk içinde gecemizi güzelleştirmiş, yolculuğumuza değer katmıştı.

Baştan başlayayım en iyisi…

Bizim Tolga (Yeniyurt), İstanbul’u bırakıp doğup büyüdüğü İzmir’de yaşamaya başlamıştı. Bir İzmirli olarak denizi elbette sever de, denizciliğin mutluluk veren zehrini ben zerk etmiştim kanına. Bizim yelkenliyi Sicilya’nın güneyindeki Scoglitti‘den alıp Malta’ya indirecektik. İsmihan’ın işi çıkınca Tolga’ya “Hadi” dedim, düşünmedi bile. İyi ki. Meğer biz yokken yakınlara düşen bir yıldırım, oto pilot dahil aküyle beslenen bütün seyir ve navigasyon araçlarını çalışmaz hale getirmiş. 60 millik (yaklaşık 112 km) seyrin neredeyse tamamında Tolga dümendeydi.

İşte bu yolculukta denizci olup çıktı. Hatta 8.5 metrelik bir motoryat alıp Teos Marina’ya bağladı. İzmir’in ardından Bodrum’a yerleşmeye karar verince teknesini Bitez Marina’ya götürmek icap etti ki aylardan şubattı. Bu kez o bana “Hadi” dedi, düşünmeden kabul ettim. Niyetimiz Samos’un batısından, Furni Boğazından geçip yoldan kazanmaktı.

Furni Boğazı belâ bir yerdir. Orada sıkışan kuzeyli rüzgârlardan ötürü hava ekstra sertleşir. Furni Adasına yaklaşırken de öyle oldu. Tahminlerin üstünde bir havaya yakalandık. Meğer bu bizim şansımızmış, o zaman bilmiyorduk tabii.

Furni limanına girdiğimizde liman polisi kıyıda bekliyordu. Planlı bir ziyaret olmadığı için ne Türkiye’den çıkış ne de Yunanistan’a giriş yapmıştık. Fırtınadan kaçıp limana sığınma hakkımızı kullanacaktık. İskeleye yanaşmak için manevra yaparken teknenin pervanesi komut dinlemez oldu. Ne ileri, ne geri. Kaldık mı ortada! Demiri atıp tutunduk. Balıkçılar geldi yardıma da iskeleye bağlanabildik.

Furni küçük bir ada. Hele kışın nüfusu 1500’ü geçmez sanırım. Temel ihtiyaçların karşılanabileceği market vs. dışında bir-iki restoran açık. Eğer arıza büyükse ne halt edeceğiz?

Resmi olarak girişimiz de yok. Liman polisi, pasaportlarımızın fotokopisini almakla yetindi.

Hava da kararmak üzere. Bu mevsimde, bu saatte, bu küçücük adada nasıl bulacağız bir usta? Neyse, biz daha bir şey yapmadan başta liman polisi, sığındığımız(!) meyhanenin sahibesi, müşterileri seferber oldu. Nihayet iki usta........

© Diken


Get it on Google Play